Sporun da helâl olanı olduğu gibi haram olanı vardır. Hatta şeytanın insanı en çok dürtüklediği mekanların spor yapılan mekanlar olduğunu söyleyebilirim.

Helâl spor

İki güzel arkadaşım Burçak (Özoğlu) ve Mesut (Odman) yüzlerini spora (Olimpiyat Oyunları) çevirmişler. Burçak 23 Temmuz, 30 Temmuz ve 6 Ağustos; Mesut (Odman) 30 Temmuz tarihli yazılarını spora ayırmış. Mesut’un daha önceleri de arada bir futbol üzerine yazdığını biliyoruz. Her ikisi de yazılarını severek okuduğum değerli dostlarımdır. Buraya kadar tamam ancak her ikisi de o güzel yazılarında “ağır ihmal” denebilecek bir boşluk bırakmışlar ki yazmadan edemezdim. Bu yazı sevgili dostlarımın yazılarına “zeyil” olarak yazılmıştır: Helâl spor.

Şimdi böyle başlayınca helâl olan nedir sorusunun peşine düşmemiz gerekiyor ve bunun yolu da İslam Ansiklopedisi’nden geçiyor. Şöyle tanımlıyoruz helâl olanı: Helâl, dinen yapılması , yenilip içilmesi yasak olmayan; haram ise dinen yapılması ve yenilip içilmesi kesin olarak yasaklanmış olan şeylerdir. Evet, helâlin kestirme tanımı bu. Bu tanım neyin helâl neyin haram olduğunun sınırının dini akideler tarafından çizildiğini anlatıyor.

Helâl kavramının yeme-içme ile sınırlı olmadığını, finanstan tekstile, tekstilden turizme kadar uzanan geniş bir alana yayılmış olan üretim ve hizmet faaliyetlerinin her birinde uyulması gereken kurallar manzumesini tariflediğini söylememe gerek yok sanırım. Temsil, eksik olmasın Ali’nin (Dİ başkanı) “karides fetvası” helâl olmayan gıdalar bahsine girerken, Ali’nin kızının vermiş olduğu “bir annenin kızının yanında şort giymesi caiz değildir” fetvası giyim-kuşam bahsinde değerlendirilmelidir. Tekstil de diyebiliriz. Neden olmasın… Şimdi sözü buraya kadar taşıdım ya, hazır taşımışken baştan itibaren hazırlamağa çabaladığım zemini yakaladığımı umuyor ve soruyorum:

Spor bunlardan hariç midir?

Değildir.

Sporun da helâl olanı olduğu gibi haram olanı vardır. Hatta şeytanın insanı en çok dürtüklediği mekanların spor yapılan mekanlar olduğunu söyleyebilirim.

Biliniyor ama tekrarlamakta sakınca görmüyorum, İslamiyet hayatın her alanını kapsayan, bütüncül ilahi bir öğretidir. Yalnızca bir inanç sistemi olarak görmek eksikli bir yaklaşımdır. Bunun yanı sıra ve hatta daha da çok hayatın her alanını düzenleyen, değişmez, değiştirilemez değiştirilmesi teklif dahi edilemez kurallar bütünüdür. Öğretinin kaynağı Kuran’dır. Kuran bir yandan Anayasa görevini üstlenip denetleme görevi yaparken öte yandan Müslümanların yaşamlarının nasıl olması gerektiğinin çerçevesini çizer. İlahi yasadır, Allah sözüdür. Vahiy diyoruz.

Bir de sünnet var. Müslümanların yapmaları tavsiye edilen gündelik yaşam pratiğine işaret eder. Peygamberin sözleri ve davranışlarına uygun yaşam biçiminin toplandığı külliyattır. Hadis de diyebiliriz.

Tırnak kesiminden, tuvalete giriş biçimine; zifaf gecesinden, orucu nelerin bozduğuna kadar uzanan aklınıza gelebilecek her türlü sorunun cevabını bu külliyatta bulabilirsiniz. Temsil, şimdi tırnak kesimi dedim ya, şöyle yapıyoruz; “önce sağ elin şahadet parmağından başlıyoruz, orta,yüzük,serçe, en sonunda başparmak…”

Sadede geliyorum; her bir ayrıntıyı titizce tarifleyerek günlük yaşama bu denli müdahale eden bir inancın, spor gibi toplumun hemen her kesimini az ya da çok ilgilendiren bir alanı boş bırakması söz konusu olamazdı…

Olmadı.

İşte sadık okuyucuları olduğum iki güzel dostumun ihmal ettikleri konu budur…

Genellikle şöyle başlanıyor:

“İslâm dini, insanın hem ruh hem de beden sağlığını önemseyen, dolayısıyla ruh ve beden eğitimine değer veren , bu cümleden olmak üzere sporun hem kadın hem de erkek için yapılmasının güzel ve faydalı olduğunu vazeden bir dindir…”

İslam’ın spora yaklaşımının ana hatlarını çizen tanımlama budur ve bana göre de gayet akli, insani, kadını ve erkeği eşitleyen tutumuyla da yerindedir ancak bilhassa kadınlar söz konusu olduğunda şeytanın fazla mesaiye başlayacağı akılda tutulmalıdır. Şimdi soru şudur: hangi sporu neden ve nasıl yapacağız ve beden mahremiyetini nasıl koruyacağız?

Biliniyor olmalı Kuran’da beden mahremiyeti ile ilgili uyarıcı ayetler olduğu gibi Hadislerde ve Müslüman kişinin el kitabı İlmihal’lerde de bu hususta çokça açıklayıcı ve uyarıcı bilgiler vardır.

Her neyse, bu özet bilgilerden sonra haydi buyurun bakalım helâl spora!

Ben bunların profesör unvanı taşıyanlarını fikri takibe almış bulunuyorum. Faruk Beşer bunlardan biridir. Kitabı var: “Hanımlara Özel Fetvalar.”

Şöyle yazıyor:

“Mesela vücudu hantallaşan birisi, yaşaması için gerekli hareketleri yapamaz. Eğilemez, kalkamaz, namaza uyanamaz,camiye gidemez,nihayet cihada çıkamaz(…) Spor İslam’da bir gaye değil, ancak meşru hedefler için araç olarak kullanılabilir. Sporu bir gaye haline getirip meslek edinmek faydasız ve meşru olmayan sporlarla ilgilenmek uygun olmaz. Kadının da zindelik ve dinçlik kazanmak, fazla kilolarını atmak, kocasıyla oynaşmak için mahremiyet sınırlarına riayet ederek spor yapması caizdir. Yerine göre hoş ve sevap bir davranıştır.”

Aktarmış olduğum bu paragraf helâl sporun çerçevesini çizmektedir ve benim anladığım şudur:

Erkekler, camiye tıknefes olmadan belleri-bıkları incinmeden namaza durmak ; kilolu kadınlar da hantallıktan kurtulup makul ölçüde kilo vererek eşleriyle hoşça vakit geçirebilmek gayesiyle -Faruk Bey burada benim kullanmaktan imtina ettiğim bir sözcük kullanıyor- spor yapmalarının bir sakıncası yoktur. Helâldir. Caizdir, sevaptır. Lakin mahremiyetin koruyucusu olan tesettür şarttır.

Hz. Muhammed ile eşlerinden biri olan Ayşe annemizin koşu müsabakası ünlüdür. İki kez yarıştıkları söylenir. İlkinde Ayşe annemiz kazanmış ikincisinde Hz. Muhammet kazanmıştır. Ve Peygamber Muhammet yarışı kazanınca Ayşe’ye manalı bir şekilde gülümseyerek kaybetmesinin nedenini fazladan aldığı kilolara bağlamıştır. Bu koşu hadisesi önemlidir. Zira bu, kadınların koşabileceğinin delili olarak gösterilir. Ancak şu var, bu koşu müsabakası, Muhammed ve Ayşe annemizin evliliklerinin ilk yıllarında, tesettüre dair ayetler henüz Peygamberimize iletilmeden önce yapılmıştır. Bundan dolayı yapılan bu müsabakanın referans alınarak meşru kabul edilmesi ve kadın kısmının koşmasına ruhsat verilmesi kabul edilemez. İlla bırakın beni koşacağım diye tutturursa, olur a tutturur, bırakın koşsun ama tesettür şarttır.

Temsil, atletizm kategorisinde değerlendirilen yüz, iki yüz, dört yüz diye sıralanıp on binlere kadar uzanan koşu müsabakaları ile; engelli, uzun atlama, takla atma, sırıkla atlama her neyse şimdi aklıma başka bir şey gelmiyor,her türden spor faaliyetleri için geniş bir özgürlük alanı açılmıştır kadınlara. Ancak bu faaliyetlerde tesettürlü olunması şarttır.

Bir başka rivayete göre Peygamber Muhammed yüzmenin de hoş ve faydalı olduğunu kendisinin yüzmeyi Medine’de bir su birikintisinde öğrendiğini bu faydalı sporun yapılmasını vazettiği söylenir. Sünnettir. Yüzebilirisiniz. Ancak bu tavsiye erkekler içindir. Kadınların bu tavsiyeyi üzerlerine alıp haşemayla dahi olsa denize ya da göle, havuza ya da bir su birikintisine girmeleri halinde rahmet meleklerinin evlerine girmeyeceklerini bilmelerinde fayda vardır. Ancak yalnızca kadınlara mahsus yüksek güvenlikli deniz, göl, havuz ve su birikintilerine girmelerinde bir sakınca yoktur. Helâldir. Kuşkusuz kadın kadına yüzülen bu türden yerlerde de tesettür şiddetle tavsiye edilir.

Özet olarak söyleyeceğim şudur: Sporun helâl olanı vardır haram olanı vardır ve kadınlar söz konusu olduğunda harama düşmeden helâlinden spor yapmak için olağanüstü bir beceri gerektiği açıktır. Şimdi benim merak ettiğim kadın voleybol takımı için, “anneleriniz gibi burnunuzu dahi evden çıkartmayın, kırın bacağınızı oturun evinizin sultanı olun” yollu fetva veren Büyük İslam alimi İhsan Bey’in, soyadını hatırlayamadım, senkronize yüzme ya da plaj voleybolu için vereceği fetvadır. Vesselam…