Kazan kaldırma

Namık Kemal, II. Mahmut kanlı bir baskınla Yeniçeri Ocağı’nı kaldırınca Haliç’i kızıla çeviren kanları “Halkın güvencesi kalmadı” bağlamında yorumlar. Reha Çamuroğlu da “Son Yeniçeri” adlı kitabında aynı noktaya değinir. Bu yeis’in arkasında yatan düşünce şudur. Yeniçeri Ocağı, halkın, esnafın, zanaatkârların içinde yaşayan, onların sorunlarını yakından bilen silahlı güçtür. Zaman, zaman bu sorunları çözmek içinde başkaldırabilmiştir. Bu başkaldırılara "Kazan Kaldırma" adı verilirdi. "Kazan Kaldırma" "uyarı" anlamına gelir, kamusal hizmetlerin aksayan yönleri düzeltilirdi. Özgürlük simgesi olan Namık Kemal, binlerce Yeniçeri acımasızca katledilirken, bu uyarı görevini kim yapacak diye üzüntüsünü açıklıyordu.

Yeniçeriler, her zaman, Padişah’ın aklını başına getiren şu sözleri, günümüzün deyimiyle sloganı yükseltirlerdi: “Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah var”. Her geçen gün daha da asabileşen Başbakan’ı izlerken “Yeniçeri gerçeğini” bir kez daha anımsadım. Yok mu bir “kazan kaldıracak” diye hayıflandım. Malûm ya kendisi “Son Osmanlı” olduğunu savlar, Abdülmecit dedesini anıp durur.

Yenilerde işi o noktaya getirdi ki varolduğu zannedilen “karizma”sını çizdirdi. Suriye (iddiaya göre) bir askeri uçağımızı düşürdü. Düşen uçağın parçaları ve şehit pilotlarımız, Lazkiye açıklarında, Akdeniz’in 1300 metre derinliğinde yatıyor. Asabi Başbakan onları çıkaramıyor, çünkü olanakları yok, ABD kurtarma gemisi bekleniyor. Bu koşulları bile değerlendiremeyen Büyük Reis, “Esad, haddini bil” nutuklarıyla herkesi oyaladığını zannediyor, gerçekte kendini oyalıyor. Ne Esad korkuyor, ne dünya kamuoyu kılını kıpırdatıyor. Dahası da var bu “nefret politikası” dünya halklarını ürkütüyor.

Futbolu sevdiğini her fırsatta kanıtlamaya çalışan Başbakan, acaba son Avrupa Şampiyonasını izliyor mu? Her maçtan önce rakip takımların birer oyuncusu ellerinde mikrofon ne söylüyorlar. Açıklayalım “ötekine saygı duyun”. Sanırım bunu işitse, o sözlere bile tepki duyar. Çünkü açıkladığına göre “Nefret duygusu Türk halkının ulusal bir hasletiymiş”. Gel de gülme bu zırvaya. Bir yandan her yıl “Mevlana Celâlettini Rumi”yi törenleriyle anacaksın, sonra da “nefreti” ulusal haslet diye yücelteceksin.

Ne Osmanlı, ne Cumhuriyet tarihimizde böyle bir “haslet” görülmemiştir. Görüldüğü anda “Nesîmi”nin yaptığı gibi aşağılanmıştır.

Bu ülkenin siyaset adamları Venizelos’u bile karşılamayı, onunla dost olmayı bilmişlerdir. Bizde “keskin sirke küpüne zarar verir” sözü bu günlere çok uygundur. RTE, hırsı, nefreti, her adımda yineleyen “nefret fışkıran” edasıyla yığınlara bıkkınlık vermeye başlamıştır. Halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanlığı, oylamasında şansı yüzde elli’nin çok altındadır. Partisinde ise Gül’ün şansı yükseliyor.

Ne hazindir ki her “Esad” haykırışında ülkemizin karizmasını da çizdiriyor. İslam dünyasının da, “Çin’i Maçini'in de”, İran’ın da artık ciddiye almadığı biridir. Tek şansı Obama’nın seçim yılı olmasıdır. “Kazanlar” her yönde ters çevrilmiş, klasik deyimiyle kaldırılmıştır. Sorun sadece “vade” meselesidir. Suriye’ye yönelik bir delilik yaparsa kendi ipini kendi çeker…Korkarım ki bu noktaya da gelecektir. Dinleyenleri ürkütmek, güçlülük anlamına gelmez.

Osmanlı’da mahallelere musallat olan kabadayılar vardı asar, eser, keser, ciğerinden kebab yapar. Aziz Nesin Usta, “O efeler, korkularından nara atarlar” derdi…