Hayali

Nedir “hayali” olan, bugünün genç kuşakları bir yana orta yaştakilerin bile anımsayacaklarını sanmam. “Hayali” Türk geleneksel sanatlarının en eskisi olan “Karagöz”ü oynatan ustalara denirdi. Şimdilerde tümden unutuldu. Bundan on-on beş yıl öncesine kadar Ramazan ayı geldi mi radyo ve tv’lerde eski Direkler Arası Tuluat tiyatroları, kantolar, Karagöz-Hacivat gösterileri yad edilirdi. Unutuldu bunlar. Yeni moda kitlesel iftar sofralarında bile sözü edilemez oldu. Bu sanatı merak edenlere Metin And, Cevdet Kudret gibi ustaların kitaplarına başvurmalarını söylemekten başka bir şey elimizden gelmez.

“Hayali”yi anımsamamın nedeni “Halk Fırkası” (Bu adı bilerek kullanıyorum) canibinde bugünlerde esen sert rüzgarlar nedeniyledir. Bu yazıyı okuyanların büyük bir bölümü bundan bize ne diyebilirler ama istesek de istemesek de, önümüzdeki dönemde bu partinin oynayacağı rol yurdumuzun orta vadeli geleceği için büyük önem taşımaktadır. Karşı karşıya kaldığımız bir “Ceberut ve gerici” saldırı vardır. Bu saldırıyı püskürtebilmek için “Laik, demokratik, sosyal” devletin son kalıntılarını kurtarabilmek için safları sıklaştırmak gerekir.

Ne yazık ki taarruzu püskürtmek için elimizdeki tek yığınsal örgüt de “Halk Fırkası”. Bu öyle bir siyasi kuruluş ki Türkiye’nin bugünlere gelmesinin tohumlarını ekmiştir. Sosyalist dünya görüşünü ve siyasal örgütlenmesini acımasızca ezmiş, bugünleri hazırlamıştır.

Son hafta içinde cereyan eden olaylar bu örgütte acaba bir umut kıvılcımı “çakabilir mi”? sorusunu gündeme getirmiştir. Tasfiye olmamak için direnen Önder Sav, tam anlamıyla, siyaset dünyasının bir “hayali”sidir. Kendisini göstermeden bu partinin “delege” denilen kongre üyelerini şu ya da bu şekilde kontrol edebilmiş, ünlü deyimiyle bir “Karanlıklar Prensidir”. İlçe kongrelerinin delegelerinin, o yörede güvendiği, “mutemet”lerin evlerinde tespitini sağlamış, böylece adım adım parti örgütünün can damarlarını kendi egemenliği doğrultusuna yöneltmiştir. Dediği doğrudur. Elli yıl boyunca örtülü bir dikta düzeni yaratabilmiştir. Bir siyasi hareket için bu “cinayet”ten farklı değerlendirilmemesi gereken bir suçtur.

Böylece kurucusunun “Halk Fırkası” diye betimlediği bu parti bir “siyasal şirket”e, Halk Firmasına dönüştürülmüştür. Şirket, devlet hazinesinden partilere tahsis edilen fonlarla, üye aidatları vb gibi gelirlerle beş yıldızlı “Plaza” özentisi binada milletvekillikleri, Belediye Başkanları vb. gibi akçalı ödüllerle bezenmiş makamları dağıtarak kendisine “ram” olanları taltif etmektedir, ilginç bir vesayet düzenidir ve de ancak saltçı partilerde örneğine rastlanmaktadır.

Genel Sekreterlik, eskilerin deyimiyle “Katibi Umumi”lik Türk siyasi hayatının yakından tanıdığı bir makamdır. Ne var ki “Halk Fırkası”nın 1935’deki kongresinden sonra daha bir öne çıkmış, 1937’de yapılan anayasa değişikliği ile parti-devlet bütünleşmesinden sonra genel bu makam, İç işleri Bakanlığı’nca üstlenilmiştir… Zaman içinde Recep Peker, Kasım Gülek, Bülent Ecevit, Kamil Kırıkoğlu gibi önemli siyasi kişilikler bu makamı doldurmuşlardır. CHP Genel Sekreterliğinde benim saygıyla anmak istediğim kişi ise “Mesleki Temsil” sisteminin takipçisi, usta yazar Memduh Şevket Esendal’dır. Bu saydığım isimler kendi düşünsel çizgisinde bir misyonu sürdürdüler. Bu siyasi partide etkin kişilerin değişmesinden çok temel alınan ideolojik çizginin değişmesi önemlidir. Kılıçdaroğlu, doğal olarak, “Yeni CHP” dediği anda kopan gürültüden korktu, “yeni kişileri kastettim” deyiverdi. Sanırım Halk Fırkasında ne değişti sorunsalının yanıtını ancak şu konulardaki siyasal, ekonomik ve toplumsal tutumuna bakarak verebileceğiz:

-Turgut Özal’dan Kemal Derviş’e uzanan bugünde AKP tarafından aynen izlenen neo-liberal ekonomi çizgisini nasıl değiştirecek?

-1970’lerde gündemde olan sağlıkta sosyalizasyon projesine dönebilecek mi?

-Eğitimin her kademesinde din dersini zorunlu olmaktan çıkarabilecek mi?

-İktisadi gösterge olarak “büyüme” kavramının yerine unutulmuş olan “Kalkınma” kavramını yeniden yaşama geçirecek mi?

-Ulusal servet’in anavatanın tamamına yayılan “babalar gibi satarım” politikasına dur deyip, satılan varlıkları yeniden kamulaştırabilecek mi?

-Çağdaş bir kentleşme politikasını yaşama geçirerek, ranta dayanan bugünkü yapıyı ortadan bütünüyle kaldırabilecek mi?

-Türk tarımını sıfırlayan, varolan sanayiyi taşeronlaştıran, ithal mallarına dayanan tüketim tutsaklığını yaratan kur politikası açısından ne yapacak?

-Dış politikadaki seçeneği nedir? Bir NATO ülkesi olarak o konuyu bugünkü gibi ABD’ye bırakmak niyetinde midir?

-Neo-liberal ekonomi politika, bilindiği gibi, refaha ermiş küçük bir zümreye karşın yaygın bir yoksulluk yaratarak küresel etkinliğini sürdürebilmektedir. Türkiye’de hızla yaygınlaşan yoksulluğu, yoksunluğu ve de açlığı önlemek ve sona erdirme doğrultusunda hangi kalıcı adımları atacaktır…

Ve de bu sorunlar bağlamında, Brezilya’nın eski lideri Lula’yı ve onun yerini alan büyük savaşımcı, darbeye karşı yılmadan mücadele etmiş, gerilla lideri Dilma Rousself’i parti lideri olarak kutlamayı düşündü mü…

Kalıplaşmış test soruları değil bunlar. Kişinin ve de partinin ”zamir”ini açık kılan, gerçek niyetini, siyasal çizgisini netleştiren, konuları irdeleyen, izlenecek yolu yığınlara yansıtacak, endişeleri giderecek, stratejiyi açık kılacak şimdilik aklımıza takılanlardır.