Giderayak…

Dünya sinemasında çok örneği var, tiyatroda da öyle.

Yaşanmış bir cinayetin, katliamın ya da hukuksuzluğunda halkın hem fikir olduğu önemli olayların filmleri ama özellikle mahkeme aşamaları büyük ilgi görür.

Bizde dünden bugüne oyun metni ya da film senaryosu olabilecek, sahnede oynandığında veya filmi çekildiğinde gişe rekorları kıracak binlerce olay var.

Hem de tanıklıkları yaşayan olaylar.

Yüzlercesinin içinden birkaç örnekleme yaparsak; tüm darbelerin, kanlı 1 Mayıs’ın, Soma işçi katliamının, Suruç katliamının, Roboski katliamının, Çorlu katliamının mahkeme aşaması hukuk cinayetinin ne olduğunu ortaya çıkaracak kadar binlerce veri ile doludur.

Tarık Akan’ın iki düşü vardı biri Memleketimden İnsan Manzaraları’nı filme almak diğeri, kanlı 1 Mayıs’ı birebir çekip mahkeme aşamasını da katliamın tanıklarını oyuncu olarak kullanıp yarı belgesel bir film yapmaktı.

Yazık ki sinema yönetmeni ve yapımcılarımızın bir kaçının dışında böyle bir düşü olmadı.

Reis Çelik’in Halit Çelenk’in İdam Gecesi Anıları kitabından yazıp çektiği, benimde tüm aşamalarında içinde olduğum Hoşçakal Yarın bir ilk örnektir belki ama gerisi yok.

Tiyatro da Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade oyunu yarı belgesel bir metindir, o seviyeye ulaşan tek çalışma ise Dostlar Tiyatrosu’nun Sivas 93 oyunudur.

Anımsayacaksınız, 68’li yılları anlatan ve kurmaca olan bir televizyon dizisi izlenme rekorları kırmıştı.

O dizide idamlar öncesi mahkeme aşaması seyri en yüksek olan sahnelerdi.

Sırrı Süreyya Önder’in düşü ise yıllardır üstünde çalıştığı Maraş Katliamını filme almaktı. Mahpusta da olsa üstüne çalıştığını biliyorum.

Sivas Katliamı insanlık tarihi açısından ülkemin en kanlı günlerinden biri olarak yaşandı. Gericiliğin insan yakma boyutundaki acımasız canavarlığı halen tüm boyutlarıyla canlı. Bununla ilgili yapılan birkaç denemenin ise başarılı olmadığını söyleyebiliriz.

Bahsi uzatmayalım diyeceğim o ki; ülkemin yaşadığı şu yok oluş günlerinin bir film senaryosu ya da oyun metni mutlak yazılmalı ve hayatla buluşturulmalıdır.

Sanat alanlarımız bu vicdansızlıkla hesaplaşmalı ve gericiliğin hangi entrikalarla ülkeyi esir aldığı ve o gün bugündür yaşananlar kayda geçmelidir.

Katliamlar, yalanlar, talanlar, adaletsizlik, ülkenin parsel parsel satışı, din simsarlığı, kurgulanmış darbeler, kan, kin, nefret, düşmanlık ve bütün bu aşağılık saldırılara karşı diklenen insanlık kadar ilgi çekecek ne var ki yeryüzünde.

Bir yerlerden başlamak gerekiyor, yeniden dirilmenin başka yolu olmasa gerek.

Yoksa bu suskunluk zamanları kahırlandırıyor yüreklerimizi.

Bu günler Nihat Behram ağabeyin Darağacında Üç Fidan adlı o sevinç, zulüm-kahır ve direniş romanını bir kez daha yetmedi bir kez daha okuyorum.

Üç yüreğin son sözleri kavuruyor bedenimi.

Buradan bağıralım; bir şanlı dönemin ayağa kalkan yurtsever gençlerinin nefeslerini, Anadolu coğrafyasına eşitlik ve özgürlük bayrağı olarak savurmak isteyenler varsa buradayız.

Ey yüreğinde kızılcık tomurcuğu yeşertenler, ülkemizin acısını acısı, sevincini sevinci bilenler sözüm size, haydi sıvayalım kolları ve 68’in baharındaki türküleri, kardeşlik marşlarını ve çocuk sevinçlerini hayata katalım.

Giderayak işe yarayalım aşk için.

[email protected]