ABD İstisnacılığı ve Super Bowl

ABD'nin uluslararası politikasına hakim olan "motto" nedir diye sorulacak olursa, hem toplumun büyük bölümünde hem de yönetici elitin zihinlerine sağlam bir biçimde yerleşmiş olan exceptionalism, ya da Türkçe ifade etmeye çalışırsam, istisna olma hali, yanıtını verebilirim. Sayısız örnek gösterilebilir; tarihteki yegane nükleer silahlı saldırıyı gerçekleştirmiş olmasına rağmen, başka ülkelerin nükleer enerji üretmesini engellemeye çalışması ya da her yıl düzenli olarak diğer ülkelerin insan hakları karnelerini yayınlamakla birlikte, BM insan hakları sözleşmelerinin birçoğuna taraf olmaması ve kendini her türlü uluslararası denetimin üstünde görmesi gibi.

Amerikan futbolunun final karşılaşması da bir yönüyle bu istisna olma halini andırmıyor mu? Bu pazar akşamı Arizona eyaletinde New England Patriots ve Seattle Seahawks arasında oynanacak olan Super Bowl maçını kazanan, ABD medyası tarafından "dünya şampiyonu" olarak adlandırılacak. Benzer bir vurgu, basketbol ligi NBA'i ve beyzbol turnuvası MLB'yi kazanan takımlar için de yapılıyor. Özellikle basketbol ve beyzbolda bu tanımlamaların yapılması, bu sporlar Kuzey Amerika dışında da belirli bir yaygınlıkta icra ediliyor olduğu ve her iki branşın da, ülke federasyonlarının takımlarının katıldıkları dünya şampiyonaları bulunduğu için, başlı başına bir saygısızlık örneği. Üstelik bu saygısızlık, yalnızca ABD dışında yaşayan yaklaşık 6 milyar insana yapılmıyor, ABD'nin bu şampiyonalara katılan ve birçok defa şampiyonluk kazanan takımlarına karşı da yapılıyor. Bir örnekle bu parantezi kapatalım; 2014 yılında basketbolda dünya şampiyonluğu ünvanını kazanan sporcular kimlerdir? NBA finalinde Miami Heat'i yenen San Antonio Spurslu - hepsi NBA'de yabancı oyuncu sayılan- Tony Parker, Manu Ginobili ve Tim Duncan mı, yoksa FIBA 2014 Dünya Kupasında, hemen her maçta üstün bir oyun sergileyerek kupayı kazanan ABD ulusal takımının oyuncuları mı?

Amerikan futbolu açısından, ABD'li olmayanların eleştirilerine şu yanıtın verilebildiği görülmektedir: "İyi de, bu sporun profesyonel olarak, bu seviyede oynandığı başka bir ülke yok ki". Bu yanıt tartışılabilir ama bir gerçekliğe de işaret ediyor biz Kuzey Amerikalı olmayanlar açısından; NFL şampiyonunun nasıl isimlendirileceğiyle pek de ilgilenmediğimize. Ancak, "dünya şampiyonu" tanımlamasının diğer sporlarda da kullanılıyor oluşu bu yanıtı anlamsız kılıyor ve yazının başındaki noktaya geri dönüyoruz: ABD toplumunun, dünyanın geri kalanına bakışındaki o meşhur farkında olmama hali. Bu kimi zaman, kibirli tutumlarla kimi zaman da belirgin bir kayıtsızlıkla kendisini gösteren bir ruh hali. Temelinde, Birleşik Devletler politikasının en azından Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden, Batı Yarıkürenin dışındaki gelişmelerden uzak durma eğiliminin olabileceğini düşünebilir miyiz? Bu iddialı argümanı bana düşündürten bir anekdotu aktarmak isterim. Eurosport Türkiye'de çalıştığım dönemde, kanalın Avrupadaki merkez ofisinden deneyimli bir spikerin verdiği seminere katılmıştım. Konuğumuz, İngiltere ve ABD medyası arasındaki başlıca farkı, ilkinin dünyadaki gelişmeleri yakından takip etme ve yönlendirme yönündeki gelenekselleşmiş eğilimi ve ikincisinin bu eğilimi nispeten yakın bir geçmişte benimsemesi olarak aktarmıştı. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun merkez üssü Britanya adasında, Amerika'dan Avustralya ve Hindistan'a kadar her türlü haberi almak, bir lüks ya da hobi değil bir ihtiyaç olagelmişti. Yalnızca elitlerin ve devletin çıkarları değildi bu uzak diyarlarda olan, aynı zamanda Britanya toplumundan yetişen askerler, doktorlar, tüccarlar ve hemen her kesim ve meslek grubundan insanların varlığıydı. Konuğumuza göre ABD eliti ve devletinin dünya üzerinde kurduğu hegemonya, toplumun genelinde dünyanın geri kalanına dair bir merak uyandırmamıştı. Tartışmalı ancak ilginç bir karşılaştırma.

Gerçekten de Kuzey Amerika'ya özgü, bir başka deyişle istisnai olan bu sporun 2015 finaline, Super Bowl XLIX'e dönelim (Bu final maçının yıllara göre numaralandırılmasında Roma rakamlarının kullanılması da başka bir yazının konusu olsun). Bu karşılaşma hakkında en çok işitilen sözlerden bazıları, yılın, UEFA Şampiyonlar Ligi finaliyle birlikte, en çok izlenen spor karşılaşmalarından birisi oluşu, maçın çeyrek ve devre aralarında gösterilen tv reklamlarının gösterim bedelinin milyon dolarlarla ölçülmesi ve diğer kapitalist rekorlardır. Öte yandan, sporun kendisinin, kapitalist kültürün temelini oluşturan bireyciliği öne çıkardığı söylenemez. Basketbol, futbol ve başka birçok takım sporuna nazaran bireysel çabalar geri plandadır. Oyunun kendisi de, zaman zaman Mourinho, Van Gaal gibi taktisyenlikleriyle ön plana çıkan ayaktopu koçlarının maçlarına atfedilen "satranç maçı" yakıştırmalarını, oynanan her maçta fazlasıyla hak etmektedir. Sanırım bu istisnai sporu ilginç kılan da, barındırdığı bu paradoks olsa gerek.