Genişleyen Turnuva, Sıkışan Oyun

Avrupa Birliği'nin genişleme sürecini bir iki on yıl geriden takip eden Avrupa Kupasının genişleme süreci, turnuvanın grup aşamasının tamamlandığı ve eleme maçlarının başladığı bugünlerde, kıtadaki futbolseverlerin önemli bir kısmını memnun etmiş görünüyor. Liberalizmin projesi olan siyasi ve ekonomik genişlemenin üzerinde ise, uzunca bir süredir şüphecilik hakim. 2008 ekonomik krizinin sonrasında kemer sıkma politikalarının yaygınlaşmasıyla kıta emekçilerinin üzerindeki baskı giderek arttı. Öte yandan, her ne kadar ağır aksak da olsa Türkiye ile üyelik müzakerelerinin devam ediyor olması ve henüz gerçekleşmemiş olmakla birlikte mülteci akını ihtimali, Birliğin özellikle sağ/popülist sağ eğilimli kesimleri nezdinde bir tür dehşet havası yaratıyor. Bu iki olgunun Brexit referandumunun sonucunu belirlediği görüşü yaygın kabul görüyor.

Aslında turnuva öncesinde, Avrupa Kupasının genişlemesinin üzerinde de soru balonları dolaşıyordu. Takım sayısının arttığı önceki genişlemelerde de görüldüğü gibi, maçların kalitesinin azalabileceği ve bazı takımlar arasındaki güç farkının, o maçların çekişmesiz tek taraflı antrenmanlara dönüşebileceğini düşünenlerin sayısı az değildi. Ancak, en azında skor açısından "kopan" maçların sayısı sınırlı oldu ve yine takım sayısındaki artışın matematiksel açıdan zorunlu bir sonucu olarak, en iyi üçüncülerin de bir üst tura yükselebildiği sistemde, son maçlar öncesinde şansını tamamen yitiren sadece tek bir takım vardı (Ukrayna). Evet, maçlarda çekişme eksik olmadı ancak bu oyun kalitesinin artması anlamına da gelmedi. Hatta bir anlamda, maçlarda çekişmeyi arttıran en önemli unsurun, sahadaki oyunun son yıllarda geçirdiği dönüşüm olduğu da söylenebilir.

Son iki haftada birçok maç izlemenin de etkisiyle, pek adetim olmadığı üzere "teknik" bir değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Takımların dizilişlerinde uzun yıllardır gözlemlenen, forvet hattında yer alan oyuncuların sayısının azaltılması ve defans hattının daha ileride kurulması eğiliminin sonucunda, oyun tam anlamıyla orta sahaya sıkışmış durumda. Sahada boş alanların azalmasıyla oyun bir bakıma Amerikan futboluna benzemeye başladı. Koşu mesafeleri ve saha yerleşimi gibi veriler ve olgular önem kazanırken, oyunda teknik analiz hem kolaylaştı, hem de zorunlu hale geldi. Böyle bir oyunu uygulamak için ise, yüzyıla dayanan bir futbol kültürü, tutkusu ve geniş bir yetenek havuzuna sahip olmak gerekmiyor. Belki de bu nedenle, bu yeni oyunun koşullarını iyi değerlendiren, dışarıdan hiçbir oyuncu katkısı almayan ve geleneksel/etnik anlamda en "milli" takım olan 350 bin nüfuslu İzlanda, bu oyunu yeteri kadar iyi oynayabiliyor.

Bu sıkışmış oyunda iddialı olmak için çok alternatif yok. Turnuvadaki takımlar özelinde, İspanya ve Almanya gibi birkaç takım, topa sahip olmada mutlak hakimiyet kurup, sabırla topu dolaştırarak rakibin hatları arasında boşluklar bulmaya çalışıyorlar. Bu çaba bazen erken sonuç veriyor, bazen de maç boyunca devam ediyor. Belçika ve Fransa gibi bazı takımlar da oyun hakimiyetini önemsemekle beraber, belki de daha çabuk oyunculara sahip oldukları için top kaybetme riskini daha az düşünerek nispeten hızlı oynayabiliyorlar. Bunun dışında kalan takımlar, yukarıdaki İzlanda örneğinde olduğu gibi saha yerleşimine dikkat edip, rakibe boşluk vermemeye çalışıyor ve başlıca hücum silahı olarak, rakibin kaptıracağı toplardan yararlanıp hızlı hücumlara çıkmaya yaslanıyorlar. Bu gruptakilerden kapasitesi biraz daha yüksek olan takımlarsa, rakibi top kaptırmaya sevk etmek amacıyla oyunun bazı anlarında baskın/tuzak pres hamleleri geliştirmeye çalışıyorlar. Her iki grupta yer almayıp arada kalan takımların ise, Rusya ve Türkiye örnekleri verilebilir, maç kazanma olasılıkları azalıyor.

Duran topları etkili biçimde kullanmak veya çalım yeteneğine sahip oyunculara sahip olmak, sıkışık oyunda gol bulmak isteyen her takım için anahtar unsurlar olmaya devam ediyor. Şöyle de özetlenebilir, ya İspanya gibi bıkmadan usanmadan ve mümkün olduğunca az top kaptırarak boş alan aranacak, ya da topla birlikte adam eksiltebilen oyuncuların yaratacağı hareketliliğe güvenilecek. Futbolun bu halinde öne çıkan aktörler de, analizi iyi yapan teknik direktörlerle sıkışıklığı aşabilen ve ülkelere cömertçe dağıtılmayan oyuncular oluyorlar. Her anlamda kötü bir turnuva geçiren Türkiye'de, profesyonelliğe yeni adım atmış olan 17 yaşındaki Emre Mor'un en çok heyecan yaratan oyuncu olmasının nedeni de bu olsa gerek.

Bu genel görünümün ve ilk ve ikinci maçların aksine, Uefa Euro 2016 grup aşamasındaki 3. maçlar, sahadaki hemen her takımın iddiasının sürdürebilmek ya da grup lideri olabilmek için gol atmaya ihtiyaç duyuyor olması nedeniyle, oldukça hızlı oynandı ve turnuvanın seyir zevkini arttırdı. İkinci tur ve finallerin devamında, elenmeme endişesinin de etkisiyle tekrar başlangıçtaki sıkışık ve gergin görünüme dönülebilir. Yine de, tek maçların belirsizliği ve tribünlerde iki takım taraftarlarının orantılı varlığıyla turnuva maçları, düzenli lig sezonlarındaki herhangi bir pazar izlencesinden daha heyecanlı olmaya devam edecektir.