Rio 2016 II - Gölgede ve Güneşte Olimpiyat İzleyiciliği

Meraklılarının bildiği bir hikayedir. Şili'de düzenlenen 1962 Dünya Kupası öncesinde, başkentte bulunan iki İtalyan gazeteci ülkedeki yoksunluklar ve sosyal sorunlarla ilgili izlenimlerini son derece kaba ve suçlayıcı biçimde gazetelerine aktarır. Şili gazeteleri buna yanıt vermekte gecikmez ve bu gerilim, iki ülke arasında oynanan ve futbol tarihine "Santiago Savaşı" olarak geçen maçla iyice tırmanır. Sonuç, polisin zaman zaman saha içine girip kavga eden oyuncuları ayırmak durumunda kalmasını da içeren bir arbededir.

Rio ve Brezilya hakkında Batı, ya da bölgenin terminolojisiyle "Kuzey" basınında aylardır benzer içerikli ancak elbette zamanın politik doğruculuk eğilimine uyumlu biçimde haberler ve analizler yer alıyor. Zika virüsü, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, Dilma Rousseff'in devrilmesi ve yerine geçen Temer'in pek de kabul görmemesi, polis şiddeti, yarış yapılacak açık suların kirliliği, tesislerin hazır olmayışı ve bonus olarak, Rus atletizmi üzerinden soğuk savaş anlayışıyla tartışılmaya devam edilen doping sorunu. Liste uzadıkça uzuyor ve spora sıra bir türlü sıra gelmiyor. Sorun bu sorunların tartışılmasında değil, Olimpiyatın bu sorunların "gölgesinde" kaldığının sürekli olarak vurgulanmasında. Oysa 2012'de Londra'da düzenlenen bir önceki oyunların, geçtiğimiz aylarda Irak'ın işgali konusunda yargılanma ihtimali konuşulan Tony Blair'in hükümeti döneminde bu ülkeye verilmesinin, Oyunları gölgede bıraktığına dair tek bir yorum işitmemiş ya da okumamıştık.

Dünya medyasının bu ilgisizliği izleyici açısından bir handikap da yaratıyor. Otuzu aşkın ve bir kısmı pek de tanınmayan branşı hakkını vererek takip etmek ya da en basitinden, ilgi alanına göre bir izleme programı oluşturmak için bir rehberliğe ihtiyaç var. Neyse ki Socrates Dergi'nin bir kitap ebadındaki olimpiyat sayısı Oyunların başlangıcına yetişti. Bu özel sayıda, Türkiye atletizminin, takımın neredeyse tamamının devşirme sporculardan oluşmasının başlıca nedeni olan doping cezalarıyla anılan şu son birkaç yılının masaya yatırıldığı tartışma dosyasıyla, hemen her branştan Türkiye adına yarışacak ve kamuoyunun birçoğunu pek tanımadığı sporcularla yapılan röportajlar özellikle değerli. Kaan Kural'ın, ABD'nin basketbol hakimiyetinin doruğu, düşüşe geçişi ve tekrar yükselişi üzerine kaleme aldığı yazı da, spor sayfalarında nadir okunabilen analizlerden. Kısacası derginin bu son sayısı, iyi bir başlangıç rehberi olmuş.

Belirli bir ya da birkaç sporla daha yakından ilgilenmek ve bilgisini arttırmak isteyenlerse, biraz daha derine kazarak aradıkları mecralara ulaşabilecekler. Acaba Oyunlar televizyondan yayınlanmayacak mı, endişesini yaşatan ve açılış töreninden birkaç saat önce ancak çözülebilen yayın sorunu, izleyicileri alternatif arayışlara yönelterek belki de bir anlamda yararlı oldu. TRT'nin çoğu zaman tek, bazen iki kanaldan milli sporcu/takım odaklı yayın programıyla sınırlı kalmak istemeyenler, Oyunlar için açılan ve aynı anda şu ana kadar denk geldiğim kadarıyla 6 farklı karşılaşma ya da yarışı canlı yayınlayan youtube kanalını tercih edebilecekler. Bu kanallarda sesli anlatım olmadığından takımlar ya da spor hakkında detaylı bilgi edinmek için, her sporun en az bir delisi olduğu düşüncesinden hareket ederek, blog, tematik portal ve sosyal medya hesabı araştırması yapmak yararlı olacaktır. Bu yeni durum, izleyiciyi kanepenin konforundan bir canlı yayın resim seçicisine dönüştürse de, Olimpiyatın çeşitliliğini yaşamak için daha elverişli. Adı üstünde, bu seçicilik bazı sporları elemeyi de gerektirmez mi? Kendi adıma, bir spor kanalında spikerlik yaptığım dönemde, yayına geç kalan, yeterince hazırlanmayan ya da başkaca bir hata yapana ceza olarak uygun görüldüğü esprisini yaptığımız Golf yayınları, bu elemede kurban edilecek sporların başında yer alıyor.