Ertuğrul’un Umre Açılımı

Kendisini çok, hem de çok önemseyen biri Ertuğrul Özkök. Bu önemsemeyi zaman zaman abarttığı da söylenebilir. Sorulsa reddedecektir muhtemelen ama “öncü” olmak gibi bir “misyon”u olduğuna da inanıyor. Kendi kendine üstlendiği bu misyona uygun olarak da, kendisiyle başlatıyor her şeyi. Tansu Çiller başbakan olduğunda Türkiye’de, kadın başbakanla birlikte bir “modernite” başladığına inandığı için, bıyıklarını kesmişti örneğin. Çiller iktidarından önce de bıyıksız milyonlarca erkek varken üstelik.

Fedakarlıklar(!) üzerine kurulu bir “misyon” onunki. “Bıyığımı da keserim yeter ki vatanım modernleşsin” tadında fedakarca bir misyon. Toplum için en son yaptığı fedakarlık da Umre ziyareti oldu. Söz konusu ziyareti yazı dizisi olarak yayınlamadan önceki son yazısında, Umre’de oruç tutmadığını, namaz kılmadığını açıklamak zorunda kaldığına göre gerçekten büyük fedakarlıktır bu yaptığı.

Gittiği yerde ne yaptığını değil, ne yapmadığını anlatan bir gazeteci durumuna düşmesinin elbette toplumdaki Ertuğrul Özkök algısıyla bir ilgisi var. Sürekli empati yapan, okurlarını da sık sık empati yapmaya davet eden Özkök’ün, -eğer Umre’ye de empati amaçlı gitmişse-, bu konuda sınırları aştığını düşünüyordur bir çok kişi. Ancak, bu son “sınır aşma” o kadar çok açıklama yapmasını gerektirmiş ki, Özkök, Umre’de yapılması herhalde zorunlu olan en temel ibadetleri bile yapmadığını yazmak gereğini hissetmiş.Yani eksik bir empati girişimi söz konusu. Oraya gidip de o ibadetleri yapmamak, Özkök’ü kendi kampındakilerin gözünde düşmüş olduğu durumdan kurtarmış olmaz. Düştüğü durum şudur “katlanılabilir bir Umre ziyareti de mümkündür”ü anlatan bir adam olmak. Yaptığı “empati”yi de eksik bırakmak. Kötü bir durum haliyle.

“Korkacak bir şey yokmuş, hala laikim” anlamını çıkarmak da mümkün bu ziyaretten. Her şeyi kendisiyle başlatma huyu olmasaydı, Umre’ye gitmenin laiklerin de, hem de yıllardır, yaptıkları bir ibadet olduğunu tahmin edebilirdi.

Türkiye’de uzun zamandır bir “yaşam biçimi değiş tokuşu” çabası görülüyor. Aslında tek taraflı, yani sadece laiklerce denendiği için tam bir “değiş tokuş” sayılamaz belki ama, türbanla laik mekanlara dalan Ayşe Arman’ın yaygınlaştırdığı, “şöyle bir girip çıkayım” tarzı bir empati çabası sanki bu. “O tarafta da korkacak bir şey yokmuş”un altını fazla çizen, “yaşam biçimlerini” birbirleri için tahammül edilebilir hale getirme amacı taşıyan girişimler bunlar. Bunda kötü bir niyet olmayabilir, ama gerçekten gerek var mı sorusu da yanlış olmaz. Karşıt olduğu varsayılan kesimlerin birbirlerini anlamaları için geçici de olsa birbirlerinin yaşam tarzlarını kuşanmaları mı gerekiyor? Empati’nin çok bireysel bir tavır alış olduğunu bilenler, Özkök’ün ya da Arman’ın empatilerinden aynı sonucu çıkarabilirler mi her zaman?

Bu “yaşam tarzı değiş tokuşu”nun –yine tabii ki tek taraflı- en tuhaf örneği eşcinsel modacı Cemil İpekçi’dir gibi geliyor bana. İpekçi’nin kendisini “muhafazakar” olarak tanımlaması, gittikçe İslamileştiğine inandığı bir toplumda, “belki hoş görülürüm”, fırsatçılığı taşıyor bana sorarsanız. Elbette eşcinseller de imanlı olabilir ama İpekçi, kimseye gösterilmesi gerekmeyen, gösterilmesi de zaten zor olan imandan daha çok “muhafazakar” olmanın altını çiziyor. İmanlı olmak, kimseye gösterilmeden de yaşanılabilen bir tarz, kanıtlanması kolay olmayan bir tutum. Oysa muhafazakarlık, hal ve tavırlarla da yansıtılabilinen bir disiplin. İpekçi’nin “muhafazakar” tutumu nedir bilemesek bile, toplumun kodlarına uygun bu sıfatı üstlenmekte kendince bir yarar görüyor belli ki.

Farklı yaşam tarzlarının, karşıtlarca asla benimsenemeyecek kadar korkunç olduğunun zihinlerde yer etmesinden kaynaklanan çabalar bunlar. Aslında o korkunçluğu yaratanlar, şimdi bu empati komedisini yapanlar zaten. Kendi yarattıkları korkudan kurtulmak için yapmadıkları şaklabanlık yok bunların. Mezarlığın yanından ıslık çalarak geçen korkaklar durumundalar. Umre ziyareti de Özkök’ün “ıslığı”dır, bu kesin. “Umre’de namaz kılmadım, oruç tutmadım” deyişi “ıslık” çalmakla eş anlamlıdır benim gözümde. Bu “ıslık”, korkusundan değil, misyonunu yerine getirirken, kendi mahallesinin bireylerine durumu anlatma çabasından .

Misyonu var Özkök’ün. Kendi kendine görev yüklemiş bir “kanaat önderi” pozuyla, büyük gazetenin genel yayın yönetmeni postuyla sürdürüyor bunu

Siyah beyaz televizyon döneminde, şimdiki kuşaklar nasıl bir şey olduğunu asla canlandırmayacaklar kafalarında maalesef, ekranlara takılan renkli camlar vardı. Neden takılırdı, ne işe yarardı hala bilemem. Uyanık bir tüccarın, takıldığı zaman televizyonu renkli yapacağına inandırdığı bir dolu insan almıştı bu camlardan. Kırmızı, mavi, yeşil olmak üzere üç renk vardı o camda. Ağacı kırmızı, insanları mavi gösterdiği oluyordu ama renkliydi işte. Umre’nin önüne konmuş “renkli cam”dır bu Özkök. Yazdıklarında ağacı da, hurmayı da farklı anlatma ihtimali çok yüksek bu yüzden. Bize, kendince renklendirdiği bir Umre yolculuğu anlatacak, çok belli.

Aylar önce, Başbakan Erdoğan’ın, eşi ile birlikte gittiği bir lokantada, önlerindeki su dolu kadehi, yan masada içkilerini yudumlayanlara kaldırmalarının, Türkiye’yi gerginlikten kurtarabileceğini yazmıştı Özkök. Bu simgesel tutumlara çok bel bağlamış, “naif bir kanat önderi” gerçekten de.

Umre’ye giderek karşıt gruplar arasındaki gerginliği kaldıracağını da düşünüyor olabilir bu nedenle. İnanması şart değil. Nasıl, Erdoğan çifti içki içenlerle, su dolu bardağı kadeh gibi kaldırıp “mey” ortaklığı yapabilirse, inanmadığı halde Umre’ye de gidebilir insan. Maksat gerginlik ortadan kalksın.

Medyada da bir hayli gürültü koparan bu Umre yolculuğuyla ilgili en ilginç ayrıntıyı, Özkök’ün yol arkadaşı Ahmet Hakan yazdı. Özkök Umre’de alkolsüz şampanya içmiş meğer. Suudi Arabistan’da üretildiğine göre, dinen bir sakınca yok demek ki. İçen de zaten şampanya diye içmiyordur herhalde. Ama Özkök, gerçeğini, yani alkollüsünü içen biri olarak neden ihtiyaç duyar alkolsüz şampanya içmeye?

Demek ki Özkök, sadece empati yapmıyor. Bir şeyi yapar gibi yapıyor. Namazsız, oruçsuz Umre yolculuğu yapabildiği gibi, alkolsüz şampanya da içebiliyor.

Kendi kendine üstlendiği misyonun altından ezilen kaç adam var dünyada Özkök gibi?

Bilmek isterdim doğrusu.