Yalan, sol, medya, hükümet...

Şimdi yazacaklarıma “o işler öyle yürümüyor” diye itiraz edenler çıkacaktır mutlaka. Doğrudur, “işler böyle yürümekte”. Ama biraz da dünya “böyleyi öyle yapanlar” sayesinde ilerlemiyor mu?

Hemen bir örnekle girelim meseleye… Hürriyet’in internet portalında ana sayfadan duyurulan bir haber vardı: “Türkiye’ye çirkin suçlama.” Nerdun Hacıoğlu’nun Moskova’da hazırladığı kısa haberde Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhalefete silah temin ettiği ve bu silahlar arasında kimyasallar da olduğu iddiasına yer verilmiş.

Başlık atmak editöryal bir işlem, evet. Ancak bu başlık, Hürriyet’in Esad’ın iddiasının bir iftiradan ibaret olduğuna hükmettiğini gösteriyor. Nerdun Hacıoğlu böyle düşünmekte midir, bilmiyorum. Kendisine sorulmuş mudur, hiç sanmıyorum. (Bu arada haberin Vatan’da da aynı başlıkla verildiğini belirteyim.)

Diyeceksiniz ki, ne önemi var?

Var. Her şeyden önce televizyon ve internet yayıncılığında haberin sunumu, haberin kendisini eziyor, hatta yok ediyor. Bu örnekte, okur ister istemez Esad’ın Türkiye’yi haksız yere suçlamasına odaklanıyor. Oysa ortada ciddi bir iddia var. Çirkinliğin başka bir yerde olduğuna işaret ediyor.

Kolay değil, biliyorum, bu işsizlik koşullarında resti çekip “benim haberimle bu başlık uyuşmuyor” demek. Ama yine de… “Yeter” diyenlerin sayısı artmalı. En küçük, en önemsiz gözüken konuların bile takipçisi olunmalı.

Olunmazsa, Davutoğlu’nun dünkü “hiçbir zaman savaş çağrısı yapmadık” yalanına ortak olunur. “Türkiye’ye çirkin suçlama” başlığı ile Dışişleri Bakanı’nın açıklaması yenilmiş, rezil olmuş, yerlerde sürünen bir dış politika pratiğini yansıtmakta. Aralarında tek fark var: Davutoğlu geri adım atmakta, Hürriyet’te bu tuhaf başlığı üreten kişi ise durumu hâlâ kavramamaktadır.
Daha önce de yazdım. AKP ile mücadele, yalanla gerçeğin mücadelesidir, yalanın küçüğü-büyüğü olmaz, hepsinin üzerine gidilmelidir.

Ve şu bilinmeli: Bizim bu mücadelede gerçek olmayan hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Bunu iki gün önce yaşamadık mı? Ahmet Atakan’ın öldürülmesiyle ilgili, güvenmek zorunda hissettiğimiz kaynakların ısrarlı biçimde “yanımızda vuruldu” demesi, bizi ve birçok kişiyi zor durumda bıraktı. Ahmet Atakan’ın o binadan neden düştüğünü hızla araştırmak yerine, hükümete “düşme yok” diye yanıt yetiştirmekle zaman yitirdik.

Oysa iktidarın sorumluluğu ve suçu azalmıyor ki…

Tersi olduğunda solun, hatta burada “halk”ın inandırıcılığı yara alıyor.

Bu nedenle, hem daha fazla dikkat hem de…

Kişisel onur, kişisel vicdan harekete geçsin.

Herkes bulunduğu noktada yalana “yalan”, kafasına yatmayana “bu doğru değil”, çarpıtma varsa “çarpıtmışsınız” desin.