Sosyalizm istemek hayalcilik mi?

“Devrim” diyen de var, “karşı devrim” diyen de. Ülkede olağanüstü gelişmeler yaşandığında herkes birleşiyor. Çok değil bir yıl önce “abartmayın” diyenlere rastlardık, neyse ki fazla inat etmediler ve onlar da teşhis koyma derdine düştüler. Biz ise “felaketin eşiği” dedik, “Amerikancı büyük dönüşüm” dedik, “Yeni Osmanlı” dedik.

Her birinin bir anlamı var. Başka şeyler de söylenebilir elbet. Ama biz bunları bırakalım ve “özel” dönemde solun nasıl bir strateji geliştirebileceği sorusuna verilen yanıtlarla ilgilenelim.

Hangi sol mu? Kendine “sol” diyenler ve hatta sol demekten utanıp da sol olarak algılanmaktan kurtulamayanlar, hepsi...

Soldan anladıkları farklı her birisinin. Kimi için sol demek sivilleşme demek... Biraz daha solcusu için demokrasi demek.

Kimi “Kürtlerle dayanışma”ya indirgemiş durumda solculuğu. Biraz daha radikali, aynı noktada “enternasyonalizm” adına duruyor.

Solu “bağımsızlık” tutkusuna indirgeyenler de var. Bunların bir bölümü, “Mustafa Kemal bayrağı” sol için yeter de artar noktasında...

Solu tek başına laisizmle anlamlandıranlar... Onlara da rastlıyoruz. Bir bölümü asker üniformasıyla dolaşmayı pek seviyor.

Hep söyledik, bunların sol olup olmadığından daha önemli olan, toplumsal algıda sol olarak nitelenip nitelenmemeleri, bugünkü çarpılmış siyaset dilinde “sol” kapsamına sokulup sokulmamaları.

Tartışmayalım ve varsayalım ki sol bunların hepsi!

Ne öneriyorlar, nasıl bir strateji geliştiriyorlar?

Stratejik kodlama: “AKP hükümetine destek”
Liberal gerekçelendirme: On yıllardır egemen olan bürokratik elit tarafından savunulmakta olan statükonun bozulması. (“Yeni sol” yapılanma, Ahmet İnsel, Ufuk Uras ve diğerleri)
“Devrimci” varyant: İşçi sınıfının kendi başına geriletemediği devlet iktidarının liberaller tarafından dağıtılmasının yaratacağı olanakları işçi sınıfı, Kürtler ya da sol adına kullanmak. (Devrimci demokrasinin bazı unsurları, “emekten yana” bazı partiler)

Stratejik kodlama: “ABD’ye oynamak”
Laisist gerekçelendirme: AKP’ye asıl gücü veren ABD’nin başka seçenekler olduğuna ikna edilmesi, bu seçeneklerin ABD açısından cazip hale getirilmesi için cesur bölgesel açılımlar geliştirilmesi. Böylece temel öncelik olan AKP iktidarından kurtulunması. (Soldan feyz alan bazı sivil bürokratlar, CHP yörüngesindeki “ilerici” aydınlar, Cumhuriyet gazetesi)
Kürt varyantı: Kürt sorununda hegemonik güç olan ABD’nin PKK’siz bir çözümün mümkün olmadığını kabul etmesi, bunun karşılığında İran gibi kritik başlıklarda ABD’ye bazı olanaklar sunulması. (Bazı PKK yöneticileri, kimi “sol” hareket ya da aydınlar.)

Stratejik kodlama: “Direnç hattını TSK’da örmek”
Ulusalcı gerekçelendirme: Ordu her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünün temel güvencesidir. Bugünkü tehditleri bertaraf edecek asıl güç de TSK’dır. (Freni patlamış orducular)
Sol kemalist varyant: Bugün emperyalizmin ve AKP’nin temel saldırısı, kendisine en büyük engel olarak gördüğü TSK’ya yönelmiştir. Bu saldırılara karşı direniş de temel olarak TSK’yı savunmaktır. (Kimi MDD’ciler, Aydınlık geleneği)

Stratejik kodlama: “Kürtlerle dayanışmak”
Demokrat gerekçelendirme: Kürt sorunu, Türkiye’yi kilitleyen temel meseledir. Ezilen Kürtlerin kendi kaderlerini ellerine almalarını savunmak ve onların her tür talebini meşru görmek ahlaki ve insani sorumluluktur. Bu talepler aynı zamanda ademi-merkeziyetçi, özgür bir Türkiye’ye yolculuğu kolaylaştıracaktır. (Akın Birdal ve kimi aydınlar, bazı DTP yöneticileri)
“Devrimci” varyant: Kürt sorununun hangi biçimde olursa olsun çözüme kavuşması Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatacağı için olumlanması gereken bir gelişmedir. (Devrimci demokrasinin bazı unsurları)

Biliyorum, bu sınıflandırma çok eksik ve fazlasıyla köşeli.

Ama büyük ölçüde gerçeklere dayanıyor.

Bir de “ilgilenmeyenler” var... Onları saymıyorum, sermaye egemenliğinin iç dünyasında olup bitenlerin devrimci mücadelede küçük bir ayrıntı olduğunu yazıp çizmeye devam ediyorlar. Kendileri ayrıntı kalmaya mahkum! Geçiyoruz...

Sayısız itiraz gelecek, kimsenin meseleleri bu kadar basitleştirmediği söylenecektir. Doğrudur, siyasal aktörler, en iddiasızları bile, kendi stratejilerini saf hale getirmeyen, kendilerini bile bile zayıf düşürmeyen ve başka olasılıklara hazırlayan öznelerdir. Onları yerli yerine oturtma işlemi genellikle dışarıdan yapılır ve kaçınılmaz olarak indirgemeci yöntemler içerir. Bütün bu işlemlerin hakkaniyetten uzaklaşıp uzaklaşmadığını zaman ve sınıf mücadelesinin seyri gösterecektir.

Lakin yukarıda özel bir haksızlık yaptığımı düşünmüyorum. Örneğin “emekten yana” bir partinin üst düzey yöneticilerinden biri 2002’de değil de 2010 yılında “AKP geniş bir demokrasi cephesi oluşturmalı” diyebiliyorsa, biz haksızlık yapsak ne olur, yapmasak ne olur!

Evet, yukarıda sıralanan stratejiler, hangi “ek”lerle zenginleştirilirse zenginleştirilsin Türkiye’nin emekçi sınıfları için, Türkiye solu için bir çıkış yolu olamaz.

“Bunların dışında bir politikanın şansı yok” gerekçesiyle sosyalist seçeneği küçümsemek ne kadar doğru?

Sosyalist seçenek, işçi sınıfı temelinde yeşerir. Türkiye’de işçi sınıfının örgütlü gücüne inanmak, bu gücü hızla geliştirmeye çalışmak, işçi sınıfının bütünüyle sermayenin belirlediği bir siyasal alana etkili müdahalelerde bulunmasını istemek hayalcilik midir?

Sosyalist seçenek, kendi karşıtını sermaye sınıfının ve emperyalizmin temel yönelimlerine göre belirler. Şu anda bu temel yönelimleri AKP hükümeti temsil ettiği oranda güncel konumlanışını AKP’ye karşı kurmak bütünü görmemek midir?

Sosyalist seçenek, Türkiye’de nüfusun büyük bölümünün emperyalist dayatmalardan, emperyalist merkezlerin siyasal ve ekonomik açılımlarından rahatsız olduğu gerçeğinden hareket edeceği, bağımsızlık, egemenlik ve özgürlük tutkusundan vazgeçemeyeceği, bastığı ve mücadele ettiği toprağa ilişkin gelişkin bir sahip çıkma kültürüyle davranacağı için yurtseverdir. Bu kapsamda yurtseverlik milliyetçilik ya da sınıf uzlaşmacılığı, dolayısıyla gericilik midir?

Sosyalist seçenek, dincileşmenin ve siyasal-toplumsal yaşamın din kurallarına göre düzenlenmesinin insanların inanç özgürlülüğüyle bir ilgisi olmadığı, bunun, çağdışı ideolojilerle emperyalist projeler ve kendi başına zayıf düşen liberalizmin ortaklaştığı bir yönelim olduğundan hareketle özgün ve yeni temellere oturan aydınlanmacı bir tavır içindedir. Burada belirtilen anlamıyla dincileşmenin emekçi halkın iradesini tamamen ortadan kaldırdığını söylemek burjuva despotizmi midir?

Bütün bu sorulara açık bir “hayır” ve daha önemlisi, sosyalist seçenek, toplumu emek-sermaye çelişkisi üzerinden taraflaştırmaya eğilimlidir. Bu taraflaşmanın etrafında başka karşıtlıkların, önceliklerin de kümeleneceği ve kümelenmesi gerektiği anlayışındadır. İttifaklar politikasını kendi sınıf merkezli doğrultusu ile bütünlüklü projelerden yoksun arayış ve tepkileri birleştirecek şekilde geliştirir.

Emek-sermaye çelişkisinin bağımsızlığa, aydınlanmacılığa, Kürtlerin eşitlik taleplerine “yetmeyeceği” iddiası ise yüzyıllık arsız bir yalandır.

Yetenleri gördük!

Yetmiştir gari...