Düzen partilerinin inandırıcılığı kalmadı, mücadele etmenin tek çare olduğu görülüyor

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, iç ve dış gündemdeki konuları, soL'a değerlendirdi. Yeni Zelanda'daki katliamdan Türkiye'deki yerel seçim sürecine dek pek çok başlığa değinen Okuyan, düzen partilerinin inandırıcılığının radikal bir biçimde gerilediğini, insanların daha iyi bir dünya için mücadele etmenin tek çare olduğunu görmeye başladığını belirtti... 

Geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda’da bir katliam yaşandı. TKP konuyla ilgili yaptığı açıklamada, katliamı kapitalizmin içinde bulunduğu çıkmazın bir yansıması olarak değerlendirdi. Biraz daha açabilir miyiz bu konuyu?

Yeni Zelanda, Almanya, ABD, Türkiye, Hollanda, Hindistan veya Mısır, hiç fark etmiyor. Kapitalizm hiçbir yerde insanlara umut vermiyor, tersine herkes kaygılı. İşsizlik ya da işsiz kalma korkusu, hayat pahalılığı, çalışma saatlerinin uzaması, evsizlik... Böyle sürüyor. Birilerinin korkunç boyutlarda zengin olduğu bir dünyada çok açık ki isyan nedenidir bu tablo. En itaatkar zihinlerde bir isyan nedenidir. O halde ne yapacaksınız, yoksulları, ezilenleri, hoşnutsuzları böleceksiniz, onlara öfkelenecek başka çelişkiler sunacaksınız. Etnik ve dinsel ayrımcılık, fanatizm bu ihtiyacı karşılamak için çıkmadı ortaya ama bu ihtiyaç doğrultusunda kullanılıyor, besleniyor, şekillendiriliyor. Göçmenlere karşı düşmanlıkta da aynısı var. Bir tarafta ucuz işgücü kaynağı diğer tarafta işçi sınıfının bölmek için mükemmel bir fırsat. Çok basit bir denklem bu; Pakistanlı yoksul ile Hindistanlı yoksulu birbirine düşürmenin, düşman etmenin kime yaradığı sorusuna yanıt vereceksiniz. Kime yarıyor? Pakistan'daki büyük patronlara yarıyor, Hindistan'daki uluslararası tekellere yarıyor. İnsanlar sınıf çelişkilerini unutuyor, Hindular Müslümanları Müslümanlar Hinduları öldürmek için diş biliyor. Burada bitmiyor, silah tekelleri bu çatışmalar sayesinde milyarlarca dolarlık silah satıyor, her durumda kazanan sermaye. Bunun yanı sıra emperyalizm içi rekabette devletler etnik ya da dinsel fanatizmi istedikleri gibi kullanıyor. Yeni Zelanda ve ardından Hollanda'daki katliamda istihbarat örgütlerinin parmağı olmadığını söyleyebilir miyiz? Son olarak... Etnik ve dinsel fanatizm işçi hareketine, devrimcilere, komünistlere karşı önlem olarak hazırda tutuluyor. Etnik ve dinsel fanatizmin etkisi altına giren gruplara ya da toplumsal kesimlere her tür kötülüğü yaptırabilirsiniz. Örnek vereyim Avrupa Birliği "aşırı sağ"ın yükselmesinden sürekli şikayetçi ama başta Almanya olmak üzere Avrupa'daki hemen bütün devletler neo-Nazi örgütlenmeleri el altında tutuyor. Çünkü temellerine güvenmiyorlar, çünkü emekçi kitlelerin "yeter" diyeceğini biliyorlar.  

Katliam birçok boyutuyla tartışılırken Charlie Hebdo katliamıyla karşılaştıranlar oldu. Bu tür karşılaştırmaları sağlıklı buluyor musunuz?

Dinsel ya da etnik nedenlerle birileri hiç tanımadığı insanları gözünü kırpmadan öldürüyorsa, dediğim gibi bunun özü aynıdır. Irkçılığın, milliyetçi ya da dinsel fanatizmin hiçbir meşruiyeti olamaz. "Benim ırkım daha üstündür" ifadesinde rasyonel bir taraf var mı? Bu ahmaklık, emperyalizmin dünyayı hâlâ yönetebiliyor olmasının temel nedenlerindendir. Bu genellemenin dışında, her katliamın kendine özgü dinamikleri var ve hiçbiri birbirinin aynı değil. Bakın Avrupa'da, örneğin Fransa'da gerçekleşen her katliam, emekçilerin özgürlüklerinin daha da kısıtlanması anlamına geldi. Avrupalı orta sınıflar ve düzenli işe sahip emekçiler "güvenlik" kaygısıyla kazanılmış haklarından vazgeçebiliyorlar. Olağanüstü haller filan yalnız bizde değil her yerde patronlara yarıyor, grev hakkı kısıtlanıyor ya da tamamen ortadan kalkıyor örneğin. Bu nedenle katliamların arkasındaki güç konusunda hiçbir zaman emin olamayız. Önemli olan kârları için her tür kötülüğü yapacak sermaye sınıfının egemenliğini yok etmek ve her tür fanatizmin var olma koşullarını ortadan kaldırmak.

Şiddet videoları yasal olarak da sosyal medyada yayımlanamazken katliam videosu  şirket tarafından 3 saat sonra kaldırıldı. Dahası aynı görüntüler AKP mitinginde yayımlanabildi, dolayısıyla canlı yayında olan tüm haber kanallarında da...

Türkiye'de tek bir kural geçerli şu anda: Siyasi iktidar hiçbir biçimde kısıtlanamaz. Gayet açık ve hiç şaşırtıcı değil. Ancak hatırlatayım. Bir siyasi iktidar ayakta kalmak için "mutlak özgürlük" kullanmak zorunda kalıyorsa, bitiyor demektir.

Bağlantılı olarak “Ezanı ıslıkladılar” söylemi Türkiye’de başka tehlikeli gelişmelere neden olabilirdi ki hemen sonrasında Beyoğlu’nda gericilerin yürüyüşü bunu kanıtlar nitelikte. İktidar tarafından hala sorumsuzca bu yalan tekrarlanmaya devam edilmekte...

Defalarca tekrarlandı bu. Sürekli yalan söylüyorlar. Açık açık, hiç çekinmeden. Bu son yalandan sonra kuşkusuz çok vahim gelişmeler yaşanabilirdi. Her zaman kontrol edemezsiniz fanatizmi. Ancak genellikle ediyorlar. Yürü deyince yürüyen, kır-dök-öldür denince bunu yerine getiren, dur deyince duran bir kesim yarattılar. Bunun anlamı, yaşanan her olayda sorumluluğun iktidarda olduğudur.

Yalan söylemek düzen siyasetinin vazgeçilmezlerinden, buna düzen medyasının bir yalan makinesi olması eklenince ülkedeki gelişmeleri sadece yaygın medya araçlarından takip edenler için endişeleniyor musunuz? 

Açıkçası bütün yurttaşlarımız için endişeleniyoruz. Çünkü bu çürüme yalnızca bir kesimi değil, toplumun tamamını tehdit ediyor. Siyasi iktidarın etki alanında olmayanlar da benzer davranışlar sergileyebiliyor. Kuşkusuz burada zaman zaman aynı yöntemleri kullanan düzen siyasetinin diğer bileşenlerinin payı da var. Bu anlamda Türkiye'de bir siyaset kültürü taraflaşması da yaratmak gerekiyor. Karşıtlarına zarar verecek ama çarpıtma, yalan, iftira ya da hastalıklı kimi değerleri kaşıyarak, o duyarlılıklara hitap ederek geliştirilen siyaset dilinin mutlak olarak mahkum edilmesi gerek. Ne yazık ki sosyal medya çürümeye ciddi bir zemin sunuyor.

Düzen partileri şu sıralar bir de miting katılımcılarıyla dikkat çekiyorlar. Para karşılığı sayı artırmaya çalışmanın yanı sıra öğrencileri de bazen veli izniyle bazen de açık bir şekilde “park açılışına götüreceğiz” gibi yalanlarla miting alanlarına taşıyorlar. Bu bir çaresizlik göstergesi olabilir mi?

Bunları daha önce de yapıyorlardı. Ancak şimdi ihtiyaçları daha fazla. Çünkü ilgi yok. İnsanlar bu ekonomik krizin ortasında tuhaf atışmaları dinlemekten bıktı. Bir de iktidar partisinin temsilcilerinden azar işitme tehlikesi var. Kim fırça yemek için mitinge gönüllü gitmek ister ki!

Siz de önceki hafta sonu bir miting gerçekleştirdiniz, mitinge katılanlar arasında “ilk TKP mitingim” diyenlerin sayısı dikkat çekiciydi, mitingi nasıl değerlendirdiniz? TKP’nin seçim çalışmaları nasıl gidiyor?

Kartal'da yapılan miting coşkulu, katılım açısından sevindiriciydi. Ancak TKP'nin son dönemde yarattığı ilginin çok küçük bir bölümü yansıdı mitinge. Düzen partilerinin inandırıcılığı ekonomik kriz ortamında radikal bir biçimde gerilerken, geçtiğimiz yıl almış olduğumuz kararlar doğrultusunda attığımız adımlar bizi çok daha geniş halk kesimlerine taşıdı. Bu daha başlangıç ama 31 Mart seçimlerinde bu başlangıcın dahi ne kadar anlamlı olduğunu göstereceğiz. İnsanlar birlikte hareket etmenin, dayanışmanın, çözüm üretmenin, örgütlenmenin, daha iyi bir dünya için mücadele etmenin tek çare olduğunu görmeye başladı.