Devrimci mücadelede hedef her şey midir?

“İşçi sınıfı iktidarını, sosyalist devrimi hedeflemeseydi, komünist partiye ihtiyaç olmazdı.” Bunu sık sık vurgulamakta haklıyız. Çünkü siyasi iktidar, önündeki bir dizi engelin temizlenmesiyle ulaşılacak bir nihai uğrak değil, bütün mücadele başlıklarının içine sinen temel bir perspektiftir.

Dolayısıyla, komünistler, her sorun, her an, verili güç dengeleri ne olursa olsun, sermaye egemenliğini sona erdirme iradesi ile hareket ederler.

Bu anlamda fazlasıyla hedef belirlenimlidirler.

Peki pragmatist?

Reel politikaya yatkınlık evet ama “pragmatist” hayır. Komünistler pragmatist değildir. 

Daha açık bir ifadeyle, komünistler devrim ve iktidar vurgusu yaparken, siyaseti bu hedeflere ulaşmak için kat edilmesi gereken dolambaçlı yollar manzumesi olarak görmez, bu anlamda faydacı bir siyaset kültürünü savunmazlar.

Çünkü devrim mücadelesi, dün-bugün-yarın bütünlüğünün yeniden ve yeniden üretilmesidir. Çünkü devrim mücadelesi araç ve amaç arasında mutlak bir ayrımı olanaksız kılmaktadır. Çünkü devrim mücadelesi öz ve biçim arasında asgari bir uyum tutturmadan başarıya ulaşamaz.

Komünistlerin yaklaşımı budur.

Sürekli eleştirdiğimiz “aşamacı” eğilimler, istemeden de olsa, farklı bir siyaset kültürünün sola yerleşmesine, giderek de onu çürütmesine yol açmıştır.

Nedir aşamacılık?

Aşamacılık, sosyalist iktidar öncesinde her bir ülkede emekçi sınıfların ulaşması gereken ön hedefler olduğu, öncelikle bu hedeflere odaklanılması gerektiğini söyler.

Farklı ülke ve zamanlarda toprak reformu, parlamenter rejime geçiş, demokrasi, barış, bağımsızlık, ulusal kurtuluş, ileri demokrasi gibi hedefler kondu sosyalizmin önüne. Burjuvazinin henüz iktidarını sağlamlaştırmadığı, hatta bazı ülkelerde burjuva devrimi henüz barutunu atmadığı dönemlerde aşamacılığın bir mantığı vardı.

Şimdi hiçbir biçimde yok.

Aşamacılık artık çürütmekte, siyaseten ahlaksızlaştırmaktadır.

Aşamacılık, sosyalizmsiz bir sol anlamına gelmektedir. Demokrasi ya da barış ya da bağımsızlık ya da ulusal kurtuluş ya da özgürlük…

Böyle bir şey yok ki. Bunun olanaksızlığı bilimsel bir veri. Kapitalizm tek tek bütün bu “aşama”ları dışlayan bir sistem. Gerçek karşılığı olmayan ve yalan üzerine kurulu bir strateji, nasıl çürütmesin ki?

Balık baştan, stratejiden kokuyor ve devamı geliyor. Her ön hedef ya da ara uğrak kendi ittifak sistemine, kendi araçlarına sahiptir doğal olarak. Sosyalizm hedefi el çabukluğuyla devre dışı bırakıldıktan sonra, sınırsız bir özgürlük elde edilmekte ve herkes aynı anda dost ve düşman olarak tanımlanabilmektedir.

Herkesle dost olabilen bir devrimci hareket, ahlaken düşüktür.

Daha da vahimi, bugün Türkiye’de aşamacılık devrime giden yolun önünü dikey değil yatay engellerle kesmiş durumdadır. Bir yanda barış mücadelesi, bir yanda Kürt ulusal kurtuluşunun gerçekleşmesi için mücadele, bir yanda demokrasi mücadelesi, bir yanda bağımsızlık mücadelesi, bir yanda özgürlük mücadelesi, bir yanda aydınlanma mücadelesi…

Bunların hepsini aynı anda düşünen, birden fazla cephede mücadeleyi marifet gibi savunanlar var. Bu kavramların hepsine bir değer biçebilirsiniz elbette; sosyalizm hedefine içerirseniz…

Oysa bunların her biri stratejik hedef durumuna getirilmiştir. 

Barış mücadelesinde müttefik bugün liberaller, PKK ve ikna edilmiş AKP’dir.

Kürt ulusal kurtuluşu mücadelesinde bugün müttefik PKK ve Kürt unsurunu kabul eden uluslararası güçlerdir.

Demokrasi mücadelesinde bugün müttefik liberaller, mağdur cemaatler, batılı devletlerdir.

Bağımsızlık mücadelesinde bugün müttefik Kemalistler, Avrasya ekseninde kümelenmiş ülkelerdir.

Özgürlük mücadelesinde bugün müttefik tüm “muhalefet”tir.

Aydınlanma mücadelesinde bugün müttefik Kemalistlerdir.

Bunların hepsini aynı anda yapmaya çalışan solcular mevcut.

Buradan gerçekten hiçbir şey çıkmaz, ahlak da çıkmaz. Gelinen noktada cemaatçilerle ortak platformlara giren mi ararsınız, ağırlıklı gündem neyse ona göre kıyafet giyen mi, Rojava’ya yerleşen ABD askerlerine iyimserlikle bakan mı…

Bu tablo vahimdir ve sadece stratejik bir doğrultma, programatik bir müdahale ile düzelmez. Anlaşılıyor ki, biçimle, araçlarla ilgili radikal bir hesaplaşmaya gidilmeksizin önümüzü açamayacağız.

Komünist Parti, “yeni bir ahlak” dedi, şimdi bunun unsurlarını geliştiriyor. Yeni bir siyaset kültürünü, onu var edecek tek özne olan komünistler güçlendirmeli, yaymalı, kirli siyasetle hesaplaşmalıdır.

“Kirlenmeden siyaset yapılmaz” önermesi doğru okunmalıdır. Burada kir risk almaktır, burada kir emektir, burada kir mücadeledir, burada kir steril ve sadelikten uzak bir iklimde yola devam etme iradesidir.

Ve tersi de geçerlidir, “kirlenmeye meydan okumadan devrimci siyaset yapılmaz”.

Sahtekârlık, ikiyüzlülük, yalancılık, dedikoduculuk, rüzgâr gülü misali her gün başka bir yöne dönmek, nabza göre şerbet vermek, herkese mavi boncuk dağıtmak… Bu kirden uzak durulmalıdır.

Komünist Parti’nin ilan ettiği KİRLİ SİYASETİ REDDEDİYORUZ belgesi bu gözle okunmalı, gereken yapılmalıdır.

***

DEVRİM STRATEJİSİ NEDİR?

“Marksizm-Leninizm, hedef belirlenimli bir teoridir; düzleyici, sadeleştirici ve dedüktiftir ve onun standartları vardır.

Emek-sermaye çelişkisinin her sorun ve konjonktürde temel çelişki olarak merkeze yerleştirilmesi gerektiği örneğin…

Sömürücü sınıflardan ideolojik ve siyasal açıdan mutlak bağımsızlık gerektiği örneğin…

İşçi sınıfının, genel olarak emekçi halkın siyasal yetersizliklerinin bir öncü örgütlenme ile kapatılması gerektiği örneğin…

Devrimci mücadelede kullanılacak yöntem ve araçların devrim hedefine içkin olan siyasal, ideolojik ve etik değerler dışında hiçbir sınırlamaya tâbi tutulamayacağı örneğin…

Çok genel gözükse de bu sıralananlar, daha şimdiden sayısız pozisyon alışı sorgulamamızı, dışlamamızı gerektirecek bir kapsama alanına ulaşıyor.

O halde bir devrim stratejisi, güçler dengesini işçi sınıfı lehine değiştirmeyi gözeten adımlar silsilesi olarak değil, siyasi iktidar hedefine ulaşmaya dönük siyasi-ideolojik müdahaleler sistematiği olarak görülmelidir. İkisi arasındaki fark tahmin edilenin de ötesindedir. Sözgelimi, işçi sınıfına bazı açılardan soluk aldıran, sendikal hak ve özgürlükleri genişleten, burjuva parlamenter sistemde emekçi halka alan açan bir burjuva hükümet, güçler dengesini işçi sınıfı lehine değiştireceği gerekçesiyle, komünist hareket tarafından pekâlâ desteklenebilir. Buna karşılık, kalkış noktası sosyalist iktidar olan bir özne aynı hükümeti “düşman” olarak da tanımlayabilir. Takınılacak tutumla ilgili ayrıntılar bir yana, komünistlerin yaklaşımı, ikincisidir. Sosyalizm mücadelesi, işçi sınıfının adım adım güçlendiği ve yeni mevziler elde ettiği bir seyir hiçbir zaman izlemez. 

Neden izlemez?

Çünkü devrim, tarihsel olarak mutlak anlamda gerici ve çürümüş bir düzen haline gelen kapitalizmin krizinin yoğunlaştığı ve sermaye egemenliğinde derin çatlak ve boşluklara yol açtığı bir anda gerçekleşir. Dolayısıyla her bir ülkede komünist partileri, birbirine benzeyen ve evrensel bir “güçlenme” stratejisiyle mutlu sona ulaşamaz; öncü parti sermayenin çarkının teklediği, arıza yaptığı noktaya çomak sokmaya odaklanmak, bu işlem için hazırlanıp güçlenmek durumundadır.

Devrimci bir strateji tam da buraya oturur; “bu ülkede devrim hangi fay hatlarında olgunlaşır, bu fay hatlarına yerleşmek, orada tetikleyici bir unsur olabilmek için ne yapmak gerekir” sorusuna yanıt verir.”
(Stratejik düşünmenin zamanı mı?, Gelenek 127, Kasım 2015)

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme’nin 10.sayısında yayınlanmıştır