1 Mayıs 2016’ya giderken…

Her zaman gerçek mücadele dinamiklerinin içinde değerlendirilmesi gerektiğini söyledik 1 Mayısların. Kendi başına bir fetiş değil, öncesi ve sonrası olmayan bir didişme platformu hiç değil.

1 Mayıs, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinden güç alacak, ona güç verecek. Bu basit formülasyonda yer bulamayan bir 1 Mayıs algısıyla işimiz olmaz.

Bu yıl 1 Mayıs’a geçtiğimiz Kasım’dan bu yana psikolojik üstünlüğü elinde tutan siyasi iktidarın bir kez daha inisiyatif yitirmeye başladığı, sarsıldığı, dayanaklarının zayıfladığı bir dönemde giriyoruz.

Bu iyi, her durumda iyi.

Efendim, emperyalist merkezler Erdoğan’la bir kez daha uğraşmaya başlamış, AKP’nin içi cadı kazanıymış, muhalefete birileri “dik dur” diye fısıldamış… Bunları takip ederiz, inceleriz, ama bir yerden sonra bizi ilgilendirmez.

Bizi ilgilendiren, halkın yeniden öfke biriktirmesi, insanların “acaba” diye kafasını dışarıya çıkarmaya başlaması, örgütlü mücadeleye katılım kanallarında bir canlanmanın kendini hissettirmesidir.

Bunlar var.

Eksik olansa Türkiye işçi sınıfı hareketidir. Türkiye’de işçiler var. Sömürülüyor, değer yaratıyor, en temel haklarından yoksun bırakılıyorlar. İşten atılıyor, çalışırken “kaza” adı altında öldürülüyor, uzun saatler ve daha az ücretle çalıştırılıyorlar.

Direniyorlar bölük pörçük. Bunlar küçük imzalardır tarihe, bir sınıf böyle yaratılır, ancak yetmez.

Evet, Türkiye’de işçiler var ve Türkiye işçi sınıfı yeniden yaratılmalıdır, yaratılacaktır.

Sendikalar, birkaç onurlu-enerjik yapı dışında bitmiştir; işin gerçeği Türkiye’de işçi sınıfı hareketini “bitiren” nedenlerden biri “bitik” sendikaların ihanetidir. Bitebilirler…

Bununla ilgileneceğiz, ama kendimizle ilgili olanı başa koyarak: Türkiye işçi sınıfı hareketini yaratacak olan, işçi sınıfının siyasi hareketinin çabalarıdır ve bugüne kadarki eksikliğimiz doğrudan bizim sorunumuzdur. Ülke koşulları, ideolojik açmazlar, liberal kuşatma, Kürt hareketinin şu ya da bu etkisi… Bunlar var, ama biz de vardık!

Türkiye işçi sınıfı hareketi yeniden yaratılmalıdır.

Sermaye düşmanlığı, hatta daha somutu zengin düşmanlığı demiştik; şimdi daha güçlü bir sesle bunu dillendireceğiz. Türkiye’de emeğiyle geçinmekten, yoksul olmaktan değil, zengin olmaktan utanılacak bir kez daha… Bu bizim görevimiz. Bu ancak bir işçi sınıfı partisinin göze alacağı, ama toplumdaki bütün kaynakları kullanarak hayata geçirebileceği bir görev. İdeolojik bir görev. İşçi sınıfına alan açmak için.

Genel, hiçbir ayrım gözetmeksizin birleşik, kolektif bir sınıf kimliğinin yaratılmasının tek koşulu, işçi sınıfının tek bir tarihsel çıkarı olduğunun bilince çıkarılmasıdır. İşçi sınıfının iktidarı alması; sosyalizmin kuruluşu için tüm toplum adına üretim araçlarına el koyması; giderek sınıfsız-sömürüsüz bir toplumun inşası. Bu iddia, bu misyon, bu seçenek güncellenmek zorundadır. Siyasal bir görevdir, siyaset alanı dışında bu görevin yerine getirilmesi olanaksızdır. İşçi sınıfı partisine burada da gereksinim vardır. İşçi, sınıfını kendisi için bir sınıf haline getirmek yolunda.

İşçiler var yurttaş olarak, mahallelerde, yaşam alanlarında. İşçi sınıfının yaratılması, yaşamın bütün alanlarına sınıf kimliğinin yerleşmesi olmadan mümkün değil, ama işyerlerinde örgütlü olmadan hiç mümkün değil. Türkiye devriminin emekçi mahallelerinde mi işyerlerinde mi yükseleceği tartışması başka bir şeydir, işçilerin işyerlerinde örgütlü kılınması için yaygın bir çaba olmaksızın işçi sınıfı hareketinden söz edilemeyeceği ayrı bir şey. Bu da nihayetinde örgütsel bir görevdir ve işçi sınıfı partisinin artık sendikalara bırakamayacağı türden yaşamsal bir görevdir.

1 Mayıs 2016’ya giderken ideolojik, siyasal ve örgütsel boyutlarıyla işçi sınıfının yeniden yaratılması görevine odaklanmak durumundayız.

Yalıtık bir görev değil bu. Memleketin siyasal fay hatlarında yerine getirilebilecek bir görev. Erdoğan’la, gericilikle, sistemi restore etme girişimleriyle, ABD planlarıyla, Alman emperyalizmiyle mücadelenin işçi sınıfına ait kılınmasıyla omuzlanacak bir görev. Sermaye imparatorluğuyla padişah bozuntusuna birlikte vurarak başarılabilecek bir görev.

Erdoğan’la mücadele, cemaatlere, ABD savcılarına, sistem partilerine, AKP’nin iç çekişmelerine terk edilemeyecek kadar ciddi bir iştir. Erdoğan’la mücadele işçi sınıfının yeniden yaratılmasında zorunlu bir uğraktır. İşçiler Erdoğan’la mücadelede öne geçmeli, ona yeni bir içerik katmalıdır.

Türkiye işçi sınıfının yeniden yaratılması, Türkiye işçi sınıfının yeni özellikleri dikkate alınmadan yerine getirilebilecek bir görev değildir. Sınıfın yeni özelliklerinden başlıcası bir bütün olarak kentlileşmesidir. Sanayi sektöründe de, hizmet sektöründe de kentli bir emekçi toplam çalışmakta ve bundan 15-20 yıl öncesinden daha farklı ideolojik-kültürel özellikler taşımaktadır.

Türkiye’de gericilikle mücadele, kentli karakteri güçlenen işçiler bir sınıf olarak devreye girmediği sürece başarılı olamaz. Laiklik ve aydınlanma mücadelesini yerlerde sürünmekten kurtaracak olan bu sınıf aşısıdır. İşyerlerine nüfuz eden bir kavgadan söz ediyoruz.

Ama bu tersinden de okunmalıdır. Gericilikle mücadelenin rüzgârını taşımayan bir sınıfsal varoluş Türkiye’de mümkün değildir. Ya aydınlanmacı bir işçi sınıfı ya da dağınık, sınıf olamamış işçiler toplamı!

1 Mayıs bu nedenle önemli. İşçi sınıfı öne geçmeli 1 Mayıs’la beraber. Neyi tartışıyoruz biz diğer türlü? Akşener MHP’ye kişilik kazandıracakmış, Davutoğlu diktatörün altını oyacakmış, Kılıçdaroğlu sert yapacakmış, Amerikalı savcı Rıza’yı ısıracakmış…

Bizi çok ilgilendiriyor, ama bize ne!

İşçiler sınıf olmak zorunda, işçi sınıfı yeniden yaratılmak zorunda.

1 Mayıs 2016’nın anlamı budur.