Krediler ve ücretler (II)

Genel olarak hane halklarının finansal piyasalara geçmişten daha fazla kredi yoluyla bağlandıklarını belirtmiştik. Bu hane halklarının büyük bir bölümünün emekçi kesimler olduğunu da söylemiştik. Bugünkü yazımızda emekçilerin finansal piyasalara yönelik bağımlılık ilişkisinden bahsedeceğiz. Hane halklarının piyasalara bağımlılık oranlarını ölçmek için aldıkları tüketici kredilerinin vadelerine bakmak yeterli olabilir. Vade dilimlerini özetle kısa ve uzun vade diye ayırıp göz attığımızda, uzun vadeli olanların kısa vadeli kredilere nazaran hem miktar açısından hem kullandırılan kişi açısından arttığını görüyoruz. 1997-2010 yılları arası artan kısa vadeli tüketim kredileri toplam tüketici kredilerinin yarısı oranında artarken uzun vadeli krediler ise toplamın beşte bir üzerinde artış göstermektedir. Kişilere baktığımızda ise kısa ve uzun vadeli kredilerin artış oranları arasında ikincisi lehine uçurum daha da büyümektedir. Kısa vadeli kredi kullananlardaki artış, toplam artışın 1/3 altında kalırken, uzun vadeli kullananlarda ise toplamdan 2/3 daha fazla artış göstermektedir. Bütün bu sonuçlar 1997’den günümüze kişilerin daha uzun vadelerle tüketim kredileri için borçlandırıldıklarını göstermektedir. TBB’nin yukarıdaki verileri kişilerin mali piyasalara bağımlılığını gösterir. Tüketici kredileri vade dilimlerinin uzaması hem bankalar ile kredi kullananlar arasındaki ilişkilerin uzamasına hem de borç-alacak ilişkileri çerçevesinde tüketici kredisi kullananların mali piyasalara daha fazla oranda bağımlılığını göstermektedir. Kısa ve uzun vadeli kredilerin toplam krediler içindeki payına baktığımızda ise uzun vadeli krediler lehine bir gelişme görmekteyiz. Kısa vadeli kredi kullanan kişi sayısı 1997 yılında toplam kredilerin %57,5’unu temsil ederken bu oran 2010 yılında %18,3’e düşmüştür. Bir başka değişle2010 yılında uzun vadeli kredilerin toplam içindeki payı %81,7’dir. Miktar olarak ise 1997 yılında kısa vadeli kredilerin toplamın %57,3’ünü temsil ederken bu oran 2010 yılında %6,5’a düşmüştür. Yine aynı yıllar arası kişi sayısı olarak kısa vadeli krediler - %8,4 düşerken, uzun vadeliler ise %9,1 artış göstermektedir. Aynı şekilde kredi miktarları da yine aynı yıllar arası sırasıyla - %15,4 ve %7,5 olmuştur. Bu bahsettiğimiz veriler zaman içinde hane halklarının mali piyasalara bağımlılığının arttığını göstermektedir.

Peki, bu her yıl daha fazla ve daha uzun vadede kredi kullanan kişiler kimlerdir? diye sorduğumuzda ilk olarak bu kişilerin eğitim bakımından ilk ve ortaokul mezunu kişiler olduklarını görürüz. Bu demektir ki, 1997 yılından bu yana eğitimsiz diye nitelendirebileceğimiz kişilerin daha fazla tüketici kredilerinden yararlandığını görmekteyiz. Az eğitimli kişilerin büyük çoğunluğunun emekçiler olduğunu söyleyebilmemize neden olan gelişme ise bu kesimin kullandığı kredi miktarı ile ilgilidir. Çünkü 1997 – 2010 yılları arası tüketici kredisi kullanan kişilerde ortalama %15’lik bir artış sağlanırken, aynı kredilerden yararlanan az eğitimlilerde bu oranın %20 olduğunu görmekteyiz. Yani kişi sayısı bakımından kredilerden yararlanan az eğitimlilerin sayısı toplam ortalamanın üzerinde çıkmaktadır. Ama buna mukabil kişi başına düşen kredi miktarını ele aldığımızda bu sefer az eğitimlilerin aldıkları kredi miktarı ortalamanın altında kalmaktadır. Yani bu aslında az eğitimlerin sayıca daha fazla tüketici kredisi kullandıklarını ama miktar artışı olarak genel ortalamanın altında kaldığını gösterir. Bu az eğitimli kesimi sermayedar olarak adlandırmak pek mümkün gözükmemektedir. Bunlar dediğimiz gibi çoğunlukla emekçilerdir. Sayıca gittikçe çoğalmaktadırlar ama aldıkları kredi miktarları göreceli olarak düşük çıkmaktadır.

Son olarak tüketici kredisi alanların aylık ücretlerine baktığımızda emekçilerin sermaye’ye nazaran gittikçe daha fazla mali piyasalardan borçlandığını daha iyi görebiliriz. Yine TBB verilerinden hareketle aylık 0 ile 1000 TL geliri olanı fakirlik sınırında yaşayan asgari ücretle çalışan emekçi olduğunu varsayarsak ve +5000 TL’lik geliri olanı da zengin olarak alırsak o zaman şu sonuçları buluruz. İlk olarak 2006 – 2010 yılları arası (neden bu yıllar? diye soracak olanlara daha önceki yıllardaki ücretler sınıflandırmasında oluşan yetersizliklerden kaynaklanmaktadır) miktar olarak toplam krediler %25 artarken en fakirlere yönelik artış %28 ile ortalamanın üzerinde çıkmaktadır. Buna mukabil aldıkları ücret bakımından en zenginlere yönelik artış ise %19,5 ile ortalamanın altında kalmaktadır. İkinci olarak kullandırılan kişi sayısı olarak baktığımızda ise aldıkları ücret bakımından fakir emekçi diyebileceğimiz kişiler yine aynı yıllar arası toplam ortalamanın neredeyse bir misli üzerinde daha fazla kredi kullanmışlardır. Buna mukabil en zenginler ise toplam ortalama artışın yarısı kadar kredi kullanmışlardır.

Bütün bu verilerden ne gibi sonuçlar çıkartabiliriz? İlk olarak Avrupa’da da hali hazırda gördüğümüz borç sorunu bir kamu borcu krizi ötesinde bir krizdir. Çünkü kamu ile berber toplumun en fakirleri, en az eğitim almış olanları, en genç emekçileri gittikçe daha fazla mali piyasalardan borçlanmaktadır. Onların bu durumu yine onların esnek iş piyasalarına en iyi şekilde uyumunu da berberinde sağlamaktadır. Borçlu ülkeler borçlarını ödeyebilmek amacıyla mali piyasaların denetiminde merkez ülkelerin baskısıyla acı reçeteleri uygulamaya zorlanmadan önce kendi emekçileri zaten baskı ve kriz koşullarında bulunmaktaydı. Türkiye için konuştuğumuzda gittikçe daha fazla emekçiyi daha uzun vadelerle kendine bağlayan mali sermaye, bu şekilde emekçileri daha fazla borçlandırmaktadır. Böylece onları daha fazla zoraki tasarrufa teşvik edip esnek iş piyasalarının her türlü zorlu koşullarına mahkûm etmektedir. İkinci olarak banka kredileri sisteme direnme gücü, sistemi sorgulama gücü zayıf olan kesimlere yönelmektedir. Daha fazla genç, daha fazla asgari ücretle geçinen, daha fazla ilkokul ve ortaokulu mezunu olanlar daha fazla kredi almaktadır. Mali sermayenin risk algılamasında önemli olan kredinin geri ödenip ödenmemesinden daha çok, sistemi tıkamayacak olanları, yani borç almayı ve ödemeyi benimseyenleri bulup seçmektedir. Çünkü mali sermayeye göre krediler borçlanma sürecini eleştirmeyenlere hatta benimseyenlere ve onu ödeyebilmek için her türlü koşulda çalışabilecek olanlara verilmesi gerekir. Kişilerin gelirlerinin az ya da çok olması artık o kişinin kredi almasında önemli bir rol oynamamaktadır. Asıl mesele borçlanmayı kendine dert etmeyecek, borçlanmanın nimetlerinden yararlanmayı kendisi için daha fazla önemseyecek ve borcunu geri ödeyebilmek için her türlü işte çalışabilecek dinamizme sahip kişiler olmalıdır. Bunlarda gençlerdir, az eğitimlilerdir, düşük ücretlilerdir. Mali sermaye ile uzlaşmaya itilmiş emekçiler, karşılığında daha fazla çalışacak ve semeresini hem bankalardan daha fazla kredi alarak hem de daha çok uzun vadeli krediler alarak görecektir.