Emperyalistler arası dengeyi bozmadan, paylaştıkları rolleri değiştirmeden, patronların çarkına çomak sokmadan, suya sabuna dokunmadan, dünyayı temizlemek peşindeler. Zor. Boşuna uğraşmasınlar.

Taraflar Konferansı

Belki izliyorsunuzdur, son on gündür, Glasgow'da 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı düzenleniyor. Daha yaygın olarak bilinip kullanılan adıyla COP26, Conference of Parties, yani bizim dilde, Taraflar Konferansı.

COP26’da 2015 yılında, Paris’te benzeri bir konferans sonucu katılımcıların küresel ısınma ve sera gazı salınımını dizginlemek için bazı hedefler koyup imzaladıkları Anlaşma çerçevesinde hangi aşamada olduklarını ve geleceğe dönük planları görüşüyorlar. 

Konferansa 197 ülkeden, hükümet ya da devlet liderleri, bakanlar, teknokratlar, bürokratlar sektör temsilcileri, arabulucular, iklim ve çevre alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinden temsilciler katılıyor. Sanırım 20 bini aşkın katılımcı var. 

Katılımcı ülkeler, hedefler, yol haritaları gibi konularda fena anlaşmıyor gibiler, dün, konferansın taslak mutabakat metni duyuruldu, Almanya dışında zenginlerin uyum içerisinde olduğu ortaya çıktı. 

Yine dün, en yüksek miktarda karbon salanlar listesinde ilk iki sıradaki Çin ve ABD,  bu konuda ortaklık ve işbirliğinde olacaklarını duyurdu. Konuyu, ABD’nin İklim Özel Temsilcisi John Kerry, ellerini kollarını aça aça yaptığı açıklamada, “iklim kriziyle mücadelede işbirliği yapacağız başka yolu yok” diye gerekçelendirmiş.1

Kamuoyu ile paylaşılan taslak kararlarda özetle, küresel ısınmanın 1.5 derecenin altında tutulabilmesi için ülkelerin emisyonları nasıl azaltacağını belirleyen dönüşüm, uyum ve finansman başlıkları var. 

Konferansın, iklim kriziyle mücadele bağlamında, kendisinin ve sonrasının nasıl anlaşılması ve değerlendirilmesine ilişkin ahkam kesmek niyetinde değilim, ilgi ve bilgi alanım değil. Ben bu yazıyı hazırlarken Hızır gibi önüme düşen bir söyleşi var, sizlere de onu izlemenizi önereceğim. Önümüzdeki hafta, Türk Sosyal Bilimler Derneğinin geleneksel Çarşamba Söyleşileri kapsamında  Erinç Yeldan ve Ebru Voyvoda “COP26 Glasgow Sonrası İklim Kriziyle Mücadeleye Bakış: Dünya ve Türkiye İçin Yeşil Patikalar Nasıl Tasarlanmalı?” başlığıyla çevrimiçi söyleşiye katılacaklarmış. Dipnottaki linkte, söyleşi ile ilgili bilgiyi bulabilirsiniz.2

Gelelim COP26 ile ilgili benim ilgi alanıma. Dikkatinizi çekti mi bilmem, bu “Taraflar” Konferansında aslında basbayağı tek taraf var, çoğul eki gereksiz. Dünyanın iklim ve çevre krizini, kendi yaratıcısı olan sermaye düzeninin dolaylı, dolaysız temsilcileri tartışıyor. Aralarında farklılaşıp, çeşitlenseler de, zengini fakiri, devletlisi, hükümetlisi, sivili olsa da aslında konferans katılımcılarının tümü, bence tartışmasız sermaye temsilcileri.

Görüşülen başlıklar tüm insanlığı ilgilendirse de, gezegenin küresel ölçeğinde havadan, sudan, topraktan, tüm canlıların yaşam alanlarından söz ediliyor olsa da, alınan önlemler ve yol haritaları tek tarafı muhatap alıyor.

Kentleşme, sanayi, enerji, ulaşım, tarım gibi sektörlerde sera gazı salınımını kontrol altına almaya dönük planlar açıklanıyor. Neymiş: kömürün yakıt olarak kullanımı azaltılacak; tüm fosil yakıtlara da alternatif bulunacak; karbondioksitsiz otomobillere geçilecek.

Nasıl olacak? 

Avrupa Komisyonu, ya da BM gibi uluslararası kuruluşlar diyor ki, bu iş ancak, hükmetler, “akıllı” kentlere, alternatif yakıt teknolojilerine, çevre dostu yapılaşmaya, tasarruflu ve “temiz” sanayileşmeye yatırımlara teşvik verip destek çıkarsa olur. Yani, dönüşümden kasıt, sermaye grupları arası rol değişikliği, patronların yatırımlarında dönüşüm. Arkalarında da devletten ve uluslararası pazardan tam destek.

Konferansta, en çekişmeli görünen nokta, “fakir” ülkelerin, “zengin” ülkeler ile aralarındaki fırsat eşitsizliğinden dert yanması. Diğer yandan “zenginler” arasında da yine rekabetçilik güdüsüyle alevlenen anlaşmazlıklar ortaya dökülüyor ara ara. Ötesi yok.

Tüm bu “dünya alem” meselesinde esas taraf olanlar yok görüşmelerde, planlarda, patikalarda. Kuşları, böcekleri, gökleri, denizleri, kastetmiyorum. Tüketicileri, müşterileri, kullanıcıları da kastetmiyorum. 

Bu COP26 ve bunun gibi platformlarda, masaya yatırdıkları, ölçtükleri biçtikleri, patikalar planladıkları her bir üretim ve hizmet alanının asıl sahipleri olan, işçiler, teknisyenler, mühendisler yok. Ne kendileri ne de temsilcileri var. Dönüştürmeyi planladıkları kentlerde yaşayan, barınma, ulaşım, eğitim, sağlık hizmetlerinin müşterisi değil, ücretsiz sahibi olması gereken emekçiler, aydınlar, emekliler, işsizler, gençler yok.

Bu yıl, konferans sırasında Glasgow'da ve Britanya’nın farklı yerlerinde konferansa karşı gösteriler, yürüyüşler oldu. Britanya’da 2 buçuk milyona yakın işçiyi temsil eden sendikal örgütler konferans öncesi bir deklarasyon yayınlayıp, emekçilerin sözünü de dinleyeceksiniz dediler. Dönüşümdür, uyumdur her ne planınız varsa, o sektörün işçilerinin yaşamlarını ve işlerini güvenceye almadan olmaz diye eylemdeler dünyanın çeşitli yerlerinde emekçiler. Uluslararası sendikal platformlar “Adil dönüşüm” (Just Transition) talep ediyorlar.

Bu eylemlerden bir fotoğraf dolaştı sosyal medyada, bir gösterici elinde “Sınıflar mücadelesi içermeyen çevrecilik, bostancılıktan başka birşey değildir!” (Environtalism without class struggle is just gardening) yazan bir doviz taşıyor. Dövizde Chico Mendes imzası var, hani 1988’de Brezilya'da bir çiftlik patronunun oğlu tarafından henüz 44 yaşında katledilen, sendika önderi, çevre direnişçisi, kauçuk işçisi Chico Mendes. Söz gerçekten Mendes’ten mi alıntı bilemiyorum ama son derece isabetli bir ifade orası kesin.

Kentleşme, sanayileşme, enerji üretimi ve kullanımında, bu düzeninin nasıl güdülerle ve tercihlerle hareket ettiğini ortaya dökmeden bu dünya kurtulmaz. Sermayenin kendisini çoğaltmak ve güvenceye almak için emek sömürüsü üzerinde kurduğu bu düzen, krizler üreten niteliktedir. Krizler üretir, sonra yine sömürüyle, zorla, savaşla, türlü düzenbazlıkla bir yolunu bulup devam eder. 

Bugün kendi kiriyle, zehiriyle, iklimsel krize girdiğinde de, bu düzenin sahipleri ve bekçileri bir yolunu bulma derdindeler. Emperyalistler arası dengeyi bozmadan, paylaştıkları rolleri değiştirmeden, patronların çarkına çomak sokmadan, uzun sözün kısası, suya sabuna dokunmadan, dünyayı temizlemek peşindeler.

Zor. Boşuna uğraşmasınlar.

Bu güzelim gezegenin havasını, suyunu, taşını toprağını korumak da, sürdürülebilirliğini sağlamak da bizim tarafın işi.