'Eğer seçim filan yapılırsa, o zamana dek geçecek 11 ayın da çok hareketli olacağı kesin.'

Makedonya salatası

Diplomatik alanda çok hareketli günler geçirdik bu hafta. Eğer seçim filan yapılırsa, o zamana dek geçecek 11 ayın da çok hareketli olacağı kesin.

Haftanın gündemine dönecek olursak, hafta başındaki Tahran (Astana) Zirvesi, Zirve’nin hemen ardından Zaho’ya düşen top mermisi, Ukrayna’nın tahıl ihracatı ile ilgili olarak İstanbul’da BM hakemliğinde varılan önemli uzlaşma ve onun hemen arkasından Odessa’ya isabet eden Kalibr füzeleri var. Bunlara ek olarak, bu yıl alışageldiğimizden dahi sönük geçen 20 Temmuz “kutlamaları” konusunda Kıbrıs Türk halkında giderek büyüyen öfke, İngiltere’de Muhafazakâr Parti içinde yaşanan liderlik ve buna bağlı olan Başbakanlık yarışı, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile dünya lideri Akepe Genel Başkanı’nın görüşmesinde Rafale savaş uçakları alımının gündeme gelmesi var. Bir de yıldönümleri var: Öncelikle palavracılığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş siyasal İslamcı gelenek sayesinde yakın tarihimizin en gizemli belgesi haline gelmiş Lozan Antlaşmasının 99. Yıldönümü ve  aynı siyasi geleneğin karanlıkta oturmaktan ve karanlıkla iştigalden kan çanağına dönmüş  gözlerinin içine baka baka “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye haykırdığımız II. Meşrutiyet’in ilânının 114. Yıldönümü.

Tahran’dan başlayalım. Rusya, İran ve Türkiye arasındaki Astana formatındaki zirve toplantısı Tahran’da yapıldı.  Astana formatının varlık sebebinin Suriye olduğu malum. Zirvenin dünyadaki yankılarına baktığımızda ise Suriye konusunun kenarda kaldığını gördük. Batılı başkentler Putin’in İran liderleri ve Akepe Genel Başkanı’yla bir araya gelmesini Biden’ın önceki hafta gerçekleştirdiği Körfez turuna küresel dengeler bağlamında bir yanıt olarak yorumladılar. Bizim cenahta Zirve’nin Suriye operasyonuna yeşil ışık yakıp yakmayacağı üzerinde duruldu. Aylardır ha yapıldı, ha yapılacak diye beklenen Suriye operasyonunun şimdilik mümkün olmayacağı da sanırım anlaşıldı. Genel kanı böyle bir operasyonun olası bir seçim arifesine kadar bekleyeceği.

Suriye operasyonu derken Akepe rejiminin Irak’ta aslında süreklilik kazanmış sayılması gereken askerî harekâtı bana göre beklenmedik bir gelişmeye sahne oldu. Bana göre diyorum çünkü bölgeyi benden çok daha iyi takip eden kimi uzmanlar, Türkiye’nin bölgede geniş ve sağlam sayılabilecek istihbarat ağına sahip olduğunu, dolayısıyla Zaho’ya düşen ve piknik yapan insanların canını alan top mermisinin bir kaza sonucu oraya isabet etmiş olamayacağını, esas amacın oranın bir operasyon ya da savaş bölgesi niteliği taşıdığının ve PKK bölgeden temizlenene kadar da öyle kalacağının altını kalın şekilde çizmek olabileceğini ileri sürdüler. Bu ülkede ve bölgede hiçbir şey imkansız görünmese de, ben “terörle mücadele” konusunda kör topal işbirliği yapılabilen nadir yönetimlerden birine neden böyle bir “ceza” verildiğini, neden Irak’taki Türkiye’ye yakın sayılan siyasilerin bile isyan ettirildiğini ve böyle bir eylemin “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarının giderilmesi” bağlamında nasıl bir kazanç sağlayabileceğini anlayamadım.  

Yaşanan saldırı sonra Akepe’nin dış politikadan ve Antalya yöresi golf otellerinden sorumlu sekreterinin açıklamaları da tam bir netlik sağlamadı. İkinci bir Roboski mi yaşadık bilmiyoruz. Bu arada “CIA yaptı, İran yaptı, PKK yaptı, Miki fare yaptı” gibi parlak iddialara da maruz kaldık. İşin aslını ileride öğreneceğiz elbette. Türkiye’nin başına çöreklenmiş siyasi zihniyete bakınca uçuk bir fikir belki ama bana kalırsa en doğrusu “bir yanlışlık yaptık, özür dileriz, savaşta böyle hatalar oluyor” filan deyip sorumlular hakkında soruşturma başlatıyoruz demek olurdu. Bunun yerine “nankör Araplar, bayrağımızı yaktılar, oraya gelir kahrederiz” yollu böğürmek daha pratik geldi elbette.

Zaho’ya düşen 155 mm’lik top mermisinden Odessa’yı vuran Kalibr füzelerine geçelim mi? Rusya, Ukrayna, BM ve Akepe rejimi İstanbul’da  bir süredir devam eden bir diplomatik çalışmayı sonuçlandırdılar. Her ne kadar Rusya ve Ukrayna aynı masaya oturmadılarsa da aynı belgeyi ayrı ayrı imzalayarak Kiev yönetiminin silolarında bekleyen 20 küsur milyon ton hububatın Rus ablukası altındaki Karadeniz limanlarından dünya pazarlarına sevkinin önünü açtılar. Uzmanlara bakılırsa imzalanan belge aynı zamanda Rusya’nın tahıl ve gübre sevkiyatının önündeki engelleri de kaldırdığı için başta Afrika olmak üzere yükselen emtia fiyatlarından eni konu zarar gören gıda ithalatçısı ülkelere bir süreliğine nefes aldıracak nitelikteydi. Anlaşmanın hayata geçip geçmeyeceği tartışılırken bu defa da sevkiyatın yapılması beklenen üç limandan biri olan Odessa vuruldu. Önce haberin doğruluğu yanlışlığı, eskiliği yeniliği gündeme geldi. Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcından beri devam eden yalan haber bombardımanı yüzünden itiraf edeyim ki ilk başka ben de kuşku duydum. Üstelik Rusya açısından “diplomatik kazanım” olarak nitelenen bir anlaşmanın orta yerine neden bir Rus füzesi atıldığına anlam verememiştim. Acaba İngilizler mi yaptı, dünyayı kontrol eden 5 aileden biri mi bu işi tezgahladı soruları kafamda dönüp dururken saldırıyı biz yapmadık diyen Putin rejimi, ertesi gün “aslında bir gemiye ateş etmiştik ama..” diyerek sorumluluğu üstlendi. Böylelikle Putin rejiminin farklı nedenlerle gönüllü savunuculuğunu üstlenen resmi ve gayrı resmî kimi odakları da açık ofsaytta bıraktı.

Şimdilik anlaşma uygulanacak gibi görünüyor. Görünen bir başka husus ise Rusya ile Ukrayna arasındaki sıcak savaşın da buna paralel devam eden çift yönlü yalan haber bombardımanının da bugünden yarına bitmeyeceği.

Kıbrıs ve 20 Temmuz konusuna bu yazıda değinmeyeceğim. Merak edenler T24’te bu hafta katıldığım programa bir göz atabilirler. Orada Kuzey Kıbrıs’ta özelde Akepe’ye genelde ise Türkiye’ye karşı artan tepkileri anlattım.

Kuzeyimizde süren savaşın başlıca sponsorlarından Birleşik Krallık’ta Boris Johnson’un havlu atmasının ardından başlayan liderlik yarışında iki isim finale kaldılar. Mevcut kabinenin Dışişleri Bakanı Liz Truss ve Maliye Bakanı Rishi Sunak. Yarışın galibi Eylül ayının başında Muhafazakâr Parti’nin 160 bin üyesinin vereceği oylarla belirlenecek. Aileden milyarder ve Hint kökenli Sunak yakın zamana dek net favori gözükürken son birkaç gün içinde Truss’un şansının arttığı görülüyor. Elbette daha Eylül ayına çok var. Truss, Muhafazakâr Parti militanları bakımından yarı-tanrıça mertebesindeki Thatcher’a benzeyebilmek için elinden geleni yapıyor. Thatcher’ın nasıl biri olduğunu anımsıyoruz. Emek ve sol düşmanı, faşizan, küstah ve her yönüyle çirkin bir siyasetçiydi. Sağlık sisteminden demiryollarına, Bugün İngiltere’de kamu hizmeti namına ne varsa içinde bulunduğu sefaletin, baş mimarıdır kendisi. Yalnız Truss ölçeğinde cahil ve pespaye değildi. Yine de Batı emperyalizminin evrildiği noktaya bakarak  savaş tamtamlarıyla tempo tutan Britanya sermayesinin bugünkü ihtiyaçlarına en iyi yanıtı verebilecek siyasetçinin Truss olduğuna kuşku yok.

Haber kalabalığı içinde kaynadı gitti sanki. İki taraftan da resmi bir teyit ya da yalanlamaya rastlamadım ama Fransa’nın zenginsever Cumhurbaşkanı Macron ile Akepe Genel Başkanı’nın hafta içinde yaptıkları telefon görüşmesinde Fransız yapımı Rafale uçaklarının gündeme geldiği söylentisi çıktı. İlk bakışta olmayacak iş gibi görünüyor. Bununla birlikte Fransa’nın silah satışına dair “yüksek” ilkelerinin satılacak silahın toplam değerine göre 180 derece değişebildiğini bildiğim için böyle bir ihtimali tümüyle dışlamak da zor.

II. Meşrutiyet ve Lozan Antlaşması. 1908 ve 1923. İkisi de bizimdir. İkisi de bu ülkenin ilericileri için bayramdır. Birisi Cumhuriyetin ayak sesi, ikincisi temel taşıdır. Geleceğin Sosyalist Türkiyesi bu tarihsel olguların berkittiği kaidenin üzerine inşa edilecektir.

Başlıktaki  “Makedonya salatası” ne? Başka dillerde benzeri var mıdır bilmiyorum ama Fransa’da karışık, içinde bir çok malzeme bulunan bir tür salataya Makedonya salatası derler. İki buçuk yıllık efsanevi bir savunmadan sonra nihayet Covid “mağduru” olan yazarın bu haftaki yazısı da öyle oldu işte. Sağlıkla kalın.