Kuşkusuz komünizm devasa heykellerle, mumyalarla, anıtsal törenlerle kurulmayacak. Ancak komünizme giden yolda zaman zaman bu ve benzer ritüellerden yararlanmak gerekecek.

Lenin’i mumyalamak

21 Ocak 1924’te, uzun süren bir rahatsızlığın ardından öldü Vladimir İlyiç Lenin. Bugünse doğum günü. Rus işçi hareketinin ve Bolşevik Parti’nin lideri 22 Nisan 1870’de dünyaya gelmiş, bugünkü standartlarla oldukça kısa sayılabilecek yaşamına muazzam bir siyasi başarı ve benzersiz bir kuramsal yaratıcılık sığdırmıştı.

Lenin öldüğünde Sovyet iktidarının birkaç hafta ya da ay içinde çökeceğini umanların yanıldığı ortaya çıkmış, emperyalist müdahale püskürtülmüş, karşı devrim en azından askeri açıdan yenilgiye uğratılmıştı.

Ancak asıl mesele orta yerde duruyordu. Sömürüden arındırılmış, toplumcu bir düzenin kurulması görevi ne olacaktı?

İşin gerçeği, Lenin öldüğünde, sosyalizmi kurma iradesine sahip ama bunun çok uzağında olan bir ülkeydi Sovyetler Birliği.

Çok büyük bölümü eğitimsiz milyonlarca işçi ve yoksul köylü bu zorlu görevi kendilerini iktidara taşıyan hareketin liderinden yoksun olarak yerine getirmek durumundaydı.

Uçsuz bucaksız topraklar... Sanayinin yoğunlaştığı birkaç merkez dışında ağırlıklı kırsal nüfus... Geniş coğrafya ve sert doğa koşulları nedeniyle her daim mistik bir kültürel iklim... Böyle bir ülkede yoksul kitleler nezdinde kısa bir zaman diliminde büyük bir prestij kazanan Lenin’in otoritesinin sürmesine ihtiyaç vardı. Lenin’den sonra öne çıkan ve bir süre sonra ülkenin tartışmasız yeni lideri durumuna gelen Stalin böyle düşünüyordu.

Çarlık Rusyasında yıllarca yok sayılan, horlanan, ezilen, acımasızca sömürülen milyonlarca kişi örgütlü mücadele ile tanışmış, başarmış, kendi geleceğini eline almıştı. Ancak yeni zorluklar kendini gösteriyordu. Zafer havasının kısa sürede bozguna dönüşmesi pekala mümkündü. Rus İmparatorluğu’nda geçmişten bugüne sembollerin ne kadar önemli olduğunu bilen Stalin, Lenin’in ölümünü ölümsüzlüğe çevirmek konusunda hiç zaman yitirmeyerek yoldaşının cansız bedenini mumyalattı ve bir mozoleye yerleştirdi.

Çok sayıda bilim insanının yıllara yayılan çabasıyla bugün hâlâ Kızıl Meydan’daki mozolede sergilenebilen mumyalanmış Lenin’i protokol zorunluluklar nedeniyle iki kez görme fırsatım oldu.

Zorunluluk diyorum çünkü tarihin bu en büyük devrimcisini mumyalanmış olarak görme fikri beni bir materyalist olarak rahatsız ediyordu. Nitekim her defasında canım sıkıldı.

Ancak siyaset her zaman felsefi bir onay aramaz kendisine.

Bugünkü aklımla 1924 yılına geri gitsem, Lenin kültü yaratmak için atılan adımların hepsini desteklerdim. Doğrusu buydu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluşu için kaynaklar sınırlıydı, emperyalizmin kuşattığı bu ülkede elde ne varsa kullanıma sokulmalıydı. Lenin’in düşüncesi ve eylemi bir büyük kılavuzdu kuşkusuz ama buna kültürel bir dokunulmazlık katmanın ek yararı olacaktı. Küba’da Fidel’in tek bir heykelinin olmaması ile mumyalanmış Lenin arasındaki çelişkininse üzerinde durmaya değmez. Kübalı komünistlere büyük saygı duyuyorum, çok gelişkin bir devrimci kültür yarattılar. Bunu her zaman ve koşulda önemsediler. 

Lakin koşullar farklıydı. Sovyetler Birliği ile Küba’da ölçekler karşılaştırılamayacak kadar farklıydı. Lenin Rus Devrimi’nden 6 yıl sonra ölmüştü, Fidel ise ülkesine birden fazla dönemeçte liderlik eden bir ihtilalciydi. 

Kuşkusuz komünizm devasa heykellerle, mumyalarla, anıtsal törenlerle kurulmayacak. Ancak komünizme giden yolda zaman zaman bu ve benzer ritüellerden yararlanmak gerekecek.

Sovyetler Birliği’nin 1991’de yıkılmasından sonra yaşadığımız dünya, nasıl bir çürümüşlük ve zalimlikle baş etmemiz gerektiğini bir kez daha ortaya çıkardı.

Bu mücadelede gelişkin bir ahlak ve gelişkin bir kültür mutlaka gerekiyor ama bunun ön koşulu her şeyden önce devrimci hedefler koymak ve kapitalizm denen alçaklığı ortadan kaldırma iradesini zayıflatan her tür siyasi korkaklıktan uzak durmak.

Asıl mesele bu.

Asıl mesele devrimci düşünce ve eylemi mumyalatmamak.