'Kayıkçı kavgası yalnız iktidar kanadında sürmüyor. Düzen içi muhalefet de, siyasal mücadelesizlik örnekleri sergilerken düzeni koruma yönünden kayıkçı kavgasıyla oyalanıyor, halkı oyalıyor.'

Kayıkçı kavgası

Bir yanda eski AKP milletvekili Resul Tosun'un Star gazetesinde laikliğin anayasadan çıkarılması çağrısı, diğer yanda AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in laiklik konusunda tutumlarının belli olduğu, laiklik prensibini güçlü bir biçimde savundukları, anayasada korunması gerektiğini düşündükleri üzerine sözleri.

Çelik, sözlerini güçlendirmek için de konuyu 15 Temmuz’a getirerek, "Fethullahçı terör örgütünün hedef aldığı prensiplerden bir tanesi aynı zamanda laiklikti. Sapık bir din adamı gelip, Türkiye'nin başına geçmek istiyordu. Sapık bir ideolojiyi Türkiye'nin resmi ideolojisi yapmak istiyordu. O gece demokrasi gibi Türkiye'nin laik, sosyal bir ülke olması da korunmuştur" diyor.

Bu tür örnekler çok. Abdullah Gül’den Erdoğan’a kadar neler söylenmedi ki… Sapık dedikleri din adamı yıllarca ortakları oldu. Şimdi o yok ama aralarında olan birçok din adamı sapıklıktan kurtulma peşinde, yargının önünde. “Müslümanlık bu değil” diye diye sürüyor kayıkçı kavgası, günlük siyasetin çıkarlarına göre biçimlendirilerek, lastik gibi bir o yana bir bu yana sündürülerek, gerçeklerin tartışılmaması için kullanılıyor.

Kayıkçı kavgası yalnız iktidar kanadında sürmüyor. Düzen içi muhalefet de, siyasal mücadelesizlik örnekleri sergilerken düzeni koruma yönünden kayıkçı kavgasıyla oyalanıyor; oyalanırken de halkı oyalıyor. Al gülüm ver gülüm, düzen sürsün…

Oğuz Oyan’ın 14 Eylül Salı yazısındaki “AKP'nin iç ve dış sermayeye sürekli olarak kendini vazgeçilmez gösteren hamlelere ihtiyacı doğmaktadır” saptaması, muhalefetin iç ve dış sermayeye sürekli olarak kendisini seçenek olarak göstermesinde de geçerli. Oğuz Hoca’nın söylediklerinden devam edersek, “bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanının bu denli fütursuzca kullanılmasının, siyaseti bir din gerilimi eksenine çekmekten öte anlamları” siyasal iktidar için olduğu kadar muhalefet için de var. Mahcubiyet içinde bir iki söz söylemek dışında laiklik kavgasından çekilmeleri, AKP’nin ürettiği “laiklik din özgürlüğüdür” tanımına saplanıp kalmaları, bunu açıkça dile getirmeleri ortada.   

AKP’nin, “mevcut sosyal ve ekonomik ilişkilerin sürdürülebilmesinin ancak dinin kültürel hegemonyası altında mümkün olabileceğini” göstermesi kadar, “bunun başka iktidar alternatiflerince bu kadar pervasızca yapılamayacağını göstermesi”, muhalefeti de laik olmayan batak içine itiveriyor.

“Hangi laiklik” sorusunun sorulmasını ya da emekçiler yönünden laikliğin sorgulanmasını kendileri de istemiyor. Bu nedenle AKP sözcüsünün laiklik ilkesinin anayasada korunması gerektiği sözleri bir yandan kendi siyasal çevresi ve ortakları yönünden kayıkçı kavgası olurken, muhalefetin de yüreğine su serpiyor.

Aslında durum çok açık. Bir kere Anayasa’nın koruyucu ve buyurucu hükümlerine, bu hükümlerin yargı tarafından ve kurulduğu 1962 yılından başlayarak 2010’a kadar Anayasa Mahkemesi tarafından söz ve öz olarak yapılan yorumlara ve karar gerekçelerine karşın, AKP ve yargısı laiklik tanımını tersyüz etti; din özgürlüğünün kaynağı olan laiklik din özgürlüğüne esir oldu. 

İkincisi de zaten Anayasadaki laiklik ilkesi burjuva düzeninin, devletinin ve hukukunun içinde biçimlenip, kemirile kemirile yaşamını sürdürüyordu. Sermaye sınıfı içinde bir kesim Anayasa'daki laiklik ilkesini savunurken, bir kesimin AKP’nin din özgürlüğünün çemberi içindeki laikliği, bir kesimin de tarikat ve cemaat örgütlenmesiyle birlikte laikliğin anayasal güvenceden çıkarılmasını istemesi çelişkiyi değil tam da dinselliğin sınıfsallığını, araç olarak kullanılmasını vurguluyor.

“Bütün inançlara ve inanmayanlara eşit yaklaşması gereken devlet” diyerek laiklik Anayasa'da tutulmaya çalışılıyor ama bu yapılırken de bir dinin bir mezhebi için ayrımcılık tavana vurduruluyor.

Laiklik ne düzen anayasası ve hukuku ne de düzen yargısıyla korunabildi. Anayasal denetim mekanizmalarının, düzen içi siyasetin gözleri önünde, kayıkçı kavgalarıyla yıkılıp yok edildi. 

Kapitalist düzenin gerekleri neyse laikliğe ona göre kılıf dikiliyor; laikliğin kılıfları değiştiriliyor ama dinin sömürücü düzenin istikrarı için ve de emekçilerin bu düzene uyumlaştırılması için kullanılması değişmiyor. 

Sorun laikliğin özünü yok eden oyunlar oynamak, onu kılıktan kılığa sokmaktan öte… Sorun dinin eşitsizliği, adaletsizliği ve sömürüyü kabul aracı olarak kullanılması; sömürülenleri uyuşturan, sömürü düzenine uyumlaştıran dinsellik… 

AKP’nin “ayağımızda prangalar olmadan yönetelim” derken itirafı net: Din, sermayenin emek üzerindeki denetiminin, devletin ve hukukun emek üzerindeki baskısının hem destekçisi hem de boşluk doldurucusu.

Kapitalizm/emperyalizm, -aslında hiç bırakmadığı- dine 21. yüzyılda daha sıkı sarıldı. Bu ortaklığa karşı laiklik için mücadele, sermaye ve gericiliğin sınırsız sömürüsüne karşı sınıf mücadelesinin temel, vazgeçilmez başlıkları arasında ve kaybedilecek zaman yok.