İntihar eden her kişi bir başka yaşamda, bir başka zamanda, bir başka toplumda hayatta kalabilirdi. Bu anlamda her intihar o yaşama çok özgü gibidir ama bir o kadar da o yaşamdan bağımsızdır.

Kara, kapkara bir hafta

Sanırım bu köşede daha önce de belirtmiştim, intihar psikiyatri için de öyle, kolay bir konu değildir. Bir kere tüm psikiyatrik durumlar gibi çok boyutludur. En kişisel göründüğü anda bile çok toplumsaldır, en toplumsal olduğu yerde bile mutlaka kişiseldir. Bazen ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir; bazen de nedenler, sebepler açık ve anlaşılır biçimde ortadadır. Ama her halükarda zordur. Öncelikle de geriye kalanlar için. Hatta yalnızlığın baskın olduğu toplumlarda sadece onlar, yani varsa kalanlar için zordur. Diğerlerinin ruhu bile duymaz...

Çok boyutlu demiştim. Ama çok boyutlu olması intiharı salt bir “kişisel” mesele haline de getirmez. Ne de olsa intihar eninde sonunda biyolojik değil toplumsal evrimimizin bir sonucu. İntihar eden bir başka primat bulamayız mesela! Ya da tersinden söylersek insan intiharı düşünen, ve intihar eden primattır. Ve bu özelliği mutlaka ama mutlaka toplumsaldır. İnsanın kendine değil, insanın insana çektirdiği bir acıdır intihar.

Konuya biraz uzaktan ve yukarıdan baktığımızda dönemsel ve toplumsal özellikleri belirginleşiverir intiharın. Bazı ülkelerde, bazı dönemlerde, bazı kesimlerde birikir. Dünyanın çelişkileri gibi... Kuzeye gittikçe artar, güneye indikçe azalır. Ama güneyin içinde de bir yerlerde yoğunlaşır. Koruyucu ve kollayıcı bir ortamda azalır; dışlayıcı, tehditkar ve yabancı bir ortamda fazlalaşır. Boş kalabalıkta yaşamak da ıssızlığın ortasında yapayalnız kalmak da intihara pek iyi gelmez. Kucaklayıcı, kabullenici ve açık insan ilişkileriyle azalır. Baskı, korkutma sadece bastırmaya ve yok saymaya yarar. Bastırılan ise mutlaka bir başka şeye dönüşür: öfke, vazgeçiş, tükenme gibi. Bir yere gitmez.

Klasik psikiyatri bilgisinde “yok edici öfkenin kendiliğe yönelmesi”dir intihar. Yani bir anlamda kişi tüm o öfkeyi kendi varoluşuyla özdeşleştirir. Yani intiharı düşünen ya da intihar eden kişi öfkelidir ama çoğu zaman öfkesinin de farkında değildir. Çok çok az örnekte ise öfkesinin nedenlerini, kökenlerini, dinamiklerini bilir, görür, anlar. Gerisinde ise tam bir muamma var gibidir. Bu anlamıyla intihar bir soru işaretidir. Ama aynı zamanda bir ünlemdir; dikkat çağrısıdır. Bir şeylerin ters gitmekte olduğunun işaretidir.

Kendiliğe yönelen öfke demiştik. İşte o öfke öyle durup dururken değil çoğu zaman insan ilişkilerinin içinden çıkıp gelir: aile, akranlar, geçmiş, baskı, bir türlü tam olamayış, hep eksik kalış! Anlaşılamayış ve anlayamayış! Öfke ise her şeyden önce engellenmenin biçimidir. Bu nedenle örneğin işsizlikle artar intihar; göçle artar; bu nedenle örneğin kriz dönemlerinde artar! Engellenme, insanın en temel ihtiyaçlarını bile yerine getirememesidir mesela. Herkesin aç kaldığı bir sofradan aç kalkmak değildir bu; bazılarının tıka basa doyduğu bir masada azla ve hatta hiç bir şeyle yetinmek zorunda kalmaktır. Engellenme, eşitsizliktir en başta.

Eşitsizliğin ise binbir gölgesi ve binbir şekli vardır: kötü bir çocukluk, erken kaybedilen bir anne, okulda sesinizin bir türlü yankı bulmaması, arkadaşlar arasında anlaşılmamanız, hep çabalamanız ama hep takılmanız, kendinizi çok bastırmak zorunda kalmanız, kendiniz olamamanız. Ve söylemeye gerek var mı bilemiyorum ama tam da bu nedenle en kişisel görünümlü öyküler bile çok toplumsaldır. Eninde sonunda toplumsaldır.

Yani... Yanisi şu: İntihar eden her kişi bir başka yaşamda, bir başka zamanda, bir başka toplumda hayatta kalabilirdi. Bu anlamda her intihar o yaşama çok özgü gibidir ama bir o kadar da o yaşamdan bağımsızdır. Tanımlanabilir, değiştirilebilir koşulların sonucudur.

Ve tam da bu nedenle öngörmek de önlemek de mümkündür. Tarih, zaman, toplum imkan tanıdığı ölçüde. Ve o yok edici öfke kendini anlatmak için aslında bambaşka yollar da bulabilir kendine. Bir şarkıya dönüşebilir: sert, gürültülü, ağıtsal ve belki de coşkulu, görkemli. Bir resimde vücut bulabilir: çağlar boyu yankılanır. Bir kitaba akabilir ve belki de kabına sığmaz, toplumun da tarihin de sesi olur.

İntihar, yaratıcı da olabilecek olan o yok edici öfkeden kurtulmanın ne yazık ki en işlenemez yoludur. Kişi için işlenemez artık; bir kapı kapanmıştır. Toplum ise dönüp bakabilir kendine; isterse, niyetlenirse, cesaret ederse ve her şeyden önemlisi cesaret edenleri varsa.

Bir toplumun bir intiharla sarsılması, karışması, afallaması, belki tuhaf olacak ama, canlılık, yaşam belirtisidir. İntihar yardım arayan bir çığlıksa eğer, toplumun intiharı konuşması, üzerine düşünmesi, nedenlerini, sonuçlarını tartabilmesi de o çığlığın bir anlamda yankı bulmasıdır.

Örtbas etmek, yasaklamak, tehdit etmek, yersiz bahanelerin arkasına sığınarak konuşturmamak ise engellenmenin bir başka biçimidir. Evet, doğrudur, intiharlar intiharları çağırabilir, örnek olabilir. Ama intihara götüren nedenler ortadan kalkmadıktan sonra intihar da ortadan kalkmaz. Sadece konuşulmamış olur; ta ki bir sonraki kayba kadar.

Ve bir titizlik gerekiyorsa eğer o titizlik en başta günlerimizi karartan her şeyden kurtulmak için gösterilmelidir. Yoksa...

Yoksasını, işte siz de biliyorsunuz: kara, kapkara haftalar yaşıyoruz; daha da yaşarız.