Sema Karadal İstanbul Sözleşmesi'ni yazdı.

AKP İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirse ne olur?

Geçen yıl yine Temmuz ayındaydı, AKP içinden İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alan sesler yükselmeye başlamıştı. Akit yazarı Abdurrahman Dilipak 18.07.2019’daki köşesinde “Tekrar söylüyorum: Bakın bu sözleşmeyi insanlar 15 Temmuz ile kıyaslıyor!” diye yazmıştı. Sümeyye Erdoğan’ın kurucusu olduğu KADEM’i sözleşmeye destek olmakla eleştiriyor ve “aile dağılıyor” diye isyan ediyordu. 

Gerçekten de sözleşmeyi 15 Temmuz ile kıyaslayanlar vardı: “İstanbul Sözleşmesi, 15 Temmuz hain darbe girişiminden daha güçlü ve sinsi bir tehlike” olarak ilan ediliyordu. Erdoğan’a yanlış bilgiler verildiği, hata yapıldığı söyleniyordu. Araya başka gündemler girdi, kadınlar bu arada şiddet görmeye, ölmeye devam ettiler ve ne olduysa geçtiğimiz günlerde AKP’liler sözleşmeye karşı seslerini tekrar yükseltmeye başladılar.

AKP’lileri, cinsiyeti, dini, ırkı ve cinsel yönelimi ne olursa olsun insanı her tür şiddete karşı korumayı öngören maddedeki “cinsel yönelim” ibaresi rahatsız ediyor gibi görünse de aslında kadının yerinden tutum da, aile içi şiddete, namus-töre cinayetlerine ve erken yaşta evliliklere kadar pek çok başlıktaki içeriği sindirmeleri mümkün değil. AKP siyasetinin, bir bütün olarak insanı ve toplumu algılayışı ile ters düşüyor sözleşmenin hükümleri. 

Süreci hazırlayan davayı artık hepimiz biliyoruz. Her gün duyduğumuz örneklerden sadece biriydi Nahide Opuz. Kocası tarafından bıçakla saldırı ve arabayla ezme girişimi dahil olmak üzere defalarca şiddete maruz kalıyor, şikayetlerine rağmen kocası bir şekilde paçayı yırtıyordu. Sonunda çareyi annesi ve çocuklarını alıp kaçmakta bulmuş ancak kocasının hedefi bu kez annesi olmuştu. Annesinin ölümü üzerine 2002 yılında AİHM’ne başvurdu. O günlerde Avrupa’nın gözüne girme çabasındaki AKP için sonuç hiç de iç açıcı olmadı. Türkiye Cumhuriyeti suçlu bulundu ve 36 bin 500 euro tazminat ödemesine karar verildi. Kadına yönelik şiddet önlemlerini almayan ve hatta teşvik eden uygulamaları nedeniyle hüküm giyen AKP için bu, oldukça önemli bir prestij kaybı anlamına geliyordu. 

AKP’nin uluslararası mecrada kendini temize çekmesi gerekiyordu ve gereken neyse onu yaptı. Kadına yönelik şiddete karşı eğitimden yasaların gözden geçirilmesine, kolluk kuvvetlerinin sorumluluklarından korunma tedbirlerine kadar pek çok başlıkta adımlar atılmasını öngören sözleşmenin imzacılarından biri bu nedenle AKP oldu. Bugün nasıl bir ikiyüzlülükle sözleşmenin maddelerini çarpıtıyorlarsa o günlerde de kadına yönelik şiddeti önlemekteki kararlılıkları üzerine atıp tutuyorlardı. 

Bu kez Numan Kurtulmuş’un hatırlamasıyla yine gündeme oturan sözleşmenin, Erdoğan tarafından da masaya yatırıldığı ve iptal edilebileceği konuşuluyor. Erdoğan’ın fikrini değiştiren ne oldu acaba? Halbuki sözleşmenin imzalanması pratikte öyle büyük değişimler de yaratmadı, altına imza atılanların neredeyse hiç biri uygulanmadı. Sadece “alo şiddet hattı” çalışıyor haksızlık etmeyelim ama başvuruların akıbeti ortada. Kadınlar uzaklaştırma sürecinde bile öldürülüp, barınma evlerinde türlü baskılara maruz kalırken, şiddet uygulayıcıları için ceza indirimleri sürüyor. Din adamları, şiddet gören kadına susmayı öğütlemek ve kız çocuklarının kaç yaşında evlendirilebileceğini hesaplamakla meşgul.

Önce Ayasofya ardından İstanbul sözleşmesi…Biri Cumhuriyet’in aydınlanmacılığının elimizde kalan nadir miraslarından öbürü bugüne ait ilerici ancak bizzat AKP tartından işlevsizleştirilmiş bir adım. Ülkenin bataklığa sürüklendiği ve AKP’nin iyice güven kaybettiği günlerde hem kendi tabanlarını memnun etmek hem de düzen muhalefetini bölmek için oldukça elverişli başlıklar. Ve tabii ki bu hamleler, AKP’nin inşa etmeye çalıştığı Türkiye’de, ne laikliğe ne de kadın erkek eşitliğine yer olmadığının ispatı. 

Ayasofya’nın ibadete açılması ya da Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi girişimi mevcut koşulları daha da görünür kılmış oldu. Zaten laiklik elden gitmiş, kurumlar topyekün gericileşmiş, kadınlar yüzyıl öncesinden bile geri bir konumda baskı ve şiddetle başbaşa bırakılmışlardı. AKP sözleşmeden çekilirse, kendi siyasetine ters düşen ancak koşullar dayattığı için attığı o adımdan kurtulmuş olacak. Yasaları keyfince uygulama sürecinde ayağına dolanan pek çok pürüzden de…Aslında imzalarını geri çekerek, eserleri olan yeni Türkiye’ye kendi imzalarını atmış olacaklar. 

İstanbul Sözleşmesi, kadınları şiddeten korumaya yönelik yaptırımları olan ileri bir kazanım olmakla birlikte maalesef ne şiddeti ne kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği var eden koşulları sorgulamıyor. Devletler sözleşmede geçen maddeleri uyguladıkları takdirde kadınların korunacağı öngörülüyor. Oysa gelinen nokta bunun bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Kapitalizm ancak bu kadarına izin verir. Yasayı düzenlese uygulatmaz, uygulasa kadının gideceği yeri olmaz, gidecek yeri olsa orada da onu bekleyen sıklıkla yeni bir şiddet olur. Ve AKP’nin buna bile tahammülü yok!

İnsanın insanın sömürdüğü bir düzende eşitsizlik de, baskı da, şiddet de kaçınılmaz. Sömürü koşullarında elde edilen kazanımlar elbette çok değerli ve bugün onlardan vazgeçmek, tamamen teslim olmak anlamına geliyor. Ancak derdimiz teslim olmamak değil, hakkımız olanı bir daha geri vermemek üzere kazanmaksa İstanbul Sözleşmesi’nden fazlasına ihtiyacımız var.