Tüccar sermayesinin hedefindeki ‘Paşa’

Türkiye’de dinci tüccarların iktidara gelmesi, sanayi sermayesinin, daha doğrusu “sınaî zihniyet ve üretimin” tasfiyesiyle hızlandı. Sadece Türkiye’de değil, bütün bir Doğu Avrupa ve Balkanlar’da da yaşanıyor. Dolayısıyla, misal, komşumuzun resmen iflas etmesi, “finans kapitalizmi” de denilen sanal bir sistemin ürünüdür. İflas etmeyip de ne yapacaklar?

Biz, bu işi iyi tanıyoruz. 12 Eylül, Türkiye kapitalizmine gerçekten de bir müdahaleydi. Ama sadece temel düşman sol’a karşı değil, Türkiye kapitalizmini “ağır sanayi” falan diyerek bir tehdit merkezine dönüştürmeye meraklı adamlara karşı da alınmış bir önlemdi. Sol, bir sanayi ülkesi yaratmakta kararlı olduğu için ezildi. Bazı şeriatçı beyin fukaraları da arada, “kurunun yanında yaş da yanar” misali, gürültüye gitti. Hapis yattı, falan filan...

Türkiye’nin, kapitalist bir zihniyetle ağır sanayi hamlesi geliştiremeyeceğini herkes biliyordu. Biliyoruz. Ama bu zihniyetin ve temelinin tasfiyesi için, bazı kıt zekalı sağ siyasetçilere bile ot yoldurulması, emperyalist sistemin neoliberal dönüşümü ne kadar ciddiye aldığının da göstergesidir. Her şeyiyle karikatür bir Erbakan, dünyanın ve Türkiye’nin yeni egemenleri tarafından en çok “ağır sanayi” bağrış çağrışları nedeniyle tasfiye edildi. Bunu, Erbakan zekasının algılaması elbette mümkün değil.

Ama bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş oldu ve Türkiye’nin sermaye yapısında, tüccar imamları (“Calvinistler”) iktidara çıkaran bir dönüşüm gerçekleştirildi. Onun verimlerini yaşıyoruz. Türkiye’de, ithal ikamesi döneminde birikmiş ne kadar –üstelik kamu ağırlıklı- sanayi girişimi ve üretimi varsa, apar topar, hadi diyelim 30 yıllık bir dönemde tasfiye edilmiş oldu. Dinci sürülere demokrasi, bu dönemin çimentosudur.

Buraya kadar önemli değil.

Önemli değil, çünkü bu gelişmeyi üç aşağı beş yukarı benzer bir ışıkta görmeyen, en azından tartışılabilir bulmayan bir okurumuz herhalde yoktur.

Başka bir şey var: Bu tasfiye, Türkiye kapitalizmindeki yapısal dönüşüm, reel üretimin ticari bir zihniyetle ambalajlanması ve ülkenin dinci tüccarların egemenliğine itilmesi sonucunu doğuruyordu ve buradan tüm Doğu Avrupa’daki tasfiyeye paralel bir süreç çıkarabiliyoruz.

Bazı çıktıları sıralayabiliriz...

Bir: Tüm bir Doğu Avrupa’dan Afganistan’a kadar uzanan, İran’ı da içeren bir coğrafı koridorda, egemen ekonomik güç Almanya’dır. Bunun siyasete henüz aynı ağırlıkla tercüme edilmemiş olması, ileride tercüme edilemeyeceği anlamına gelmez. O tercüme, sürtüşmeli de olsa, bir biçimde gerçekleşir.

İki: ABD, bu koridorda istediği gibi at oynatabilir mi? Bölgede, hangi paranın (ABD Doları mı, Avro mu?) ağırlık kazanacağına, hangi malların piyasaları dolduracağına, dünyadaki sarsılan hegemonyal askeri güç mü, yoksa reel ekonomiyi belirleyen ve sürükleyen üretim merkezi mi karar verecektir? Burada da bir sürtüşme olmaması mümkün değil.

Üç: Türkiye’de “sanayici kapitalizmin”, teknoloji türetebilen bir kapitalizmin ciddi darbeler aldığını söyledik. Başlangıç tarihi, ille gerekirse, 12 Eylül 1980 olarak verilebilir. Ondan 9 yıl sonra, 1989’da, Türkiye’nin batı komşularında çok daha ağır bir tasfiye, “yerle yeksan” edici, sıfırlayıcı bir fırtına yaşanmıştır. Sosyalist Doğu Avrupa bir sınaî üretim merkeziydi. Sovyetler’in belini bükecek yükler oluşturmasına rağmen, bir büyük sistematiğin, iç bağlantıları güçlü bir uluslararası üretim şebekesinin parçasıydı. Tasfiye, çevreyle birlikte merkezi de vurdu. Kolay oldu.

Dört: Finans kapitalizmi diye anılan sanal sermayenin sanayi sermayesinden adeta koptuğu bu sürecin ne anlama geldiğini, Orta Avrupa ülkelerinden sonra, çok yakınımızdaki Yunanistan’da da yaşıyoruz. Kurtulmaları mümkün değil. Tüccar zihniyetin egemenliği, ülkenin parçalanmasına ve ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız Avrupa’nın en büyük ülkesinin veya ekonomisinin eline düşmesine yol açacaktır.

Böyle bir tablonun içine sıkıştırıldık. Çöküyoruz.

İyi de, bu tablodan çıktılar üretemez miyiz?

Birleştirerek ve pek erken de sayarak, deneyelim: Avrupa’da olan, farklıdır. Orada, sanayi sermayesi ile her şeyi silip süpüren ve reel ekonomiden kopmuş finans sermayesi arasındaki çekişmeden bahsetmemiz mümkün. Durum bizde değişik renkler içeriyor. Türkiye’de sanayi sermayesiyle ticaret sermayesi (veya “finans sermayesi”) arasında büyük bir sürtüşme yaşanmıyorsa eğer, ki sözde “laik sanayicilerin” cılız çıkışlarını ciddiye alamayız, bu normaldir. Çünkü süreç daha başından itibaren arızalıydı ve sanayi üretiminin, teknoloji üretiminin aleyhineydi. Türkiye bir ticaret merkezine dönüştürülüyordu. Tüccar, üçe alıp beşe satan ve tüm yaşam felsefesi buna sığabilecek bir kişiliksiz köylüdür. “Çağdaş” bir köylüdür. Yeni ortaçağın zengin köylüleri, ticaret sermayesi içine de sığıştırabileceğimiz finans müezzinleridir. Türkiye’de sınaî zihniyetin ve iddialı reel üretimin ortadan kaldırılması kolay oldu. Şimdi, kendisini sanayici sanan birtakım zenginler (Koç, Sabancı, Çukurova vb) yeni dinci zenginlerin sopasını yemekle meşgul. İtilip kakılacaklar... Burunları iyice kırıldıktan ve tehlike olmaktan çıkarıldıktan sonra kendi hallerine bırakılacaklardır.

Burada AsParti’nin de payına düşeni aldığına ve içeriyi temizlediğine tanık oluyoruz.

Böyle bir tablo var.

Peki, ya böyle somut bir tabloda, olmaz ya, resmen hedef alınmış “muhayyel” bir asker veya bir başkası, çıkıp da ülkenin battığını, sonumuzun, bırakın Yunanistan veya Macaristan’ı, Yugoslavya ile Irak’ı bile aratacak kadar acı olacağını ilan eder, bir kurtuluş programı aradıklarını vurgularsa, ne olur? AsParti, tüm hizipleriyle açık veya gizli programlarıyla, arayışları ve satışa teşneliğiyle Türkiye siyasetinin bir parçasıdır. Etkin bir parçası olduğunu eklemeye herhalde gerek yok.

Her şey olabilir.

Bir şey açık: Yasemin Çongar’ın neden Türkiye’ye geldiğini, bu işlere girmeden önce Washington’ın “küçük rütbeli subayların girişimi, Rusya yanlısı generaller” gibi korkularını özetlediği bir söyleşisinden hatırlıyoruz. Bunların hedefindeki “paşa”nın bugün yarın ayağı kaydırılacaktır. Ya kaydıramazlarsa?

Türkiye işçi sınıfını ve sol bir cumhuriyet programını arkasına almayan hiçbir siyasetin, artık bu ülkeyi ayakta tutması mümkün değil.

Nereden nereye geldik... Bir noktayı göz ardı edemeyiz: Son gelişmelerde en önemli konu, Almanya’nın sessiz sedasız bütün gelişmelerde bir biçimde varlığını hissetmeye başlamamızdır. Müflis Yunanistan bunun en iyi örneği. Bugün Papandreu Berlin’de, Angela Merkel’le görüşecek. Oradan da Obama ile görüşmek üzere ABD’ye geçecek.

Bir şeyi belki sonraki zamanlarda tartışmak üzere şimdiden ilan edelim: Türkiye ekonomisinin, tüccarların ayağının altına serilmesinde, Avrupa ekonomisinin sahibi Alman sermayesinin, özellikle de sanayi sermayesinin büyük rolü var.

Bu rol, siyasetsiz yürümez.

İşler iyice çatallaşıyor.