Hans Heinz Holz ve biz

Bu yıl büyük yapıtının son cildi de çıkmıştı, herhalde görmüştür. Bir kitap delisi olduğu söylenirdi. Son yıllarında, geçirdiği bir kaza sonrasında, evinden çıkamaz olmuştu. Ama 1927 Frankfurt doğumlu bu güzel inadın son sağlıklı döneminde bir Türkiye gezisi ve konferansları olduğunu da biliyoruz.

11 Aralık’ta Avrupa komünist hareketinin yetiştirdiği büyük devrimci beyinlerden biri, Hans Heinz Holz aramızdan ayrıldı. Yordam Kitap sayesinde ("Sosyalizmin Yenilgisi ve Geleceği") Türkçenin tümüyle yabancı olmadığı bu marksist felsefecinin "opus magnum"u, üç cilt halinde güzel bir baskıyla okurun önüne çıkarıldı: "Aufhebung und Verwirklichung der Philosophie" (Felsefenin Kaldırılması ve Gerçekleştirilmesi) ortak başlığı altındaki bu kitaplarında Hegel’den Fidel’e çok geniş bir alanda akıl yürüten Holz, Alexander Herzen’in haklı vurgusuyla cebir denklemlerine yakışan devrimci pratiği, "maddi bir şiddet olarak teori"nin parçası saymaktadır ve ayırt edici özelliği, herhalde, dünyada atılan devrimci adımların, kurulan sosyalizmlerin, uzun bir süredir çok sık küfredilen reel sosyalizmin tarihsel haklılığındaki ısrarıdır. Buna elbette Çin de dahildir.

Neyse...

Belki bu "en büyük yapıtı" da genç kuşak marksist düşünce insanlarımızın ilgi ve görev alanına girer. Umutsuz olmak için bir neden bulunmuyor.
Fakat Hans Heinz Holz, insana, biraz da Türkiye devrimcileriyle arasında ne kadar güçlü paralellikler bulunduğunu hatırlatıyor: Prof. Dr. Holz, herkesin bıraktığı ve kaçtığı yerde davaya sahip çıkan, zor göreve talip olan insanlar soyundandı. 1989 sonrasındaki karşıdevrimci akımlarla reel sosyalizm ve SSCB tarihe karışınca gerçek renkler ortaya çıkmış, döneklik bir övünç vesilesi halini almıştı. Kaçmak ve bırakmak, devrimci mücadeleye küfretmek modaydı.

Holz, burada komünizmi ve komünist olmayı ısrarla savunanlar safına geçiş yaptı. 1994 yılında Alman Komünist Partisi’ne üye oldu.

Türkiye’nin genç komünistleriyle bir kader birliği yaşıyordu. Bugün genç TKP’nin bu topraklarda temsil ettiği bir çizgiyi sahipleniyordu. Sanki sağa ve sola, "Siz cahilliğinizden, korkaklığınızdan ve entelektüel yetersizliğinizden ötürü bırakıyorsunuz, ben de tam tersi gerekçelerle sahip çıkıyorum" diyordu. Türkçedeki yapıtı, o döneminin bir ürünüdür.

Herkesin bıraktığı bir ismi, bir tarihsel kazanımı, komünizm, "koşullar uygun değil, halk bizi anlamaz" gerekçesiyle çöpe atmaya kalkan cahil ve satılmışlara genç TKP ve kurucularının verdiği yanıt, demek bir başka düzlem ve dilde böyle bir kimliğe bürünmüştü.

Düşünceyle uğraşan her marksist devrimci gibi Holz da neredeyse bir yazı makinesiydi. Bir düşünce jeneratörü.

Bize benziyordu.

Bize yakışıyordu.

Celil Denktaş’ın yeni basılan "Berceste Mısraı Yazan Komünist - Enver Gökçe" kitabında Mihri Belli’nin Enver Gökçe’nin hapisane macerasını anlatırken yaptığı -biraz acımasız, ama sevgi yüklü- bir saptama gibi: Bizde, yanımızda, gerçek yerini bulmuştur. Bu yeri genişletmek ve zenginleştirmek, genç arkadaşlarımızın görevleri arasında sayılmalıdır.

Frankfurtlu bu devrimci, Frankfurt Okulu ile reel sosyalizmin sağlamlığı, yeterlilikleri ve açıkları üzerine sert polemikler yürütmüştü. Çok hoş biri de Herbert Marcuse üzerinedir: "Utopie und Anarchismus - Zur Kritik der kritischen Theorie Herbert Marcuses" (Ütopya ve Anarşizm - Herbert Marcuse’nin Eleştirel Kuramının Eleştirisi Üzerine). 1968 baskısı bu küçük kitabı boyunca neredeyse boğaz boğaza geleceği bu parlak "anarşist" üzerine yaptığı değerlendirmelerine "Herbert Marcuse ile bir tartışma, bir hasma karşı polemik değil, dostlar arasında bir söyleşidir" diye başlamaktadır. Burada riya yoktur, burada düşünceye ve devrime aşk vardır. O aşk, birçok düzlemi birbirine yaklaştırabilir. Reel sosyalizm yıkılmadan önce böyle iyimserlikler belki mümkündü. 1989, bu iyimserliği gömmüştür. Bir dahaki reel sosyalizmlere kadar...

Soylu bir devrimciyi yitirdik: Israrıyla ve kavgasıyla, entelektüel zenginliğiyle, bizim düşünce fabrikalarımızı, sevgili Nâzımlarımızı, Dr. Hikmetlerimizi, Doğan Avcıoğlularımızı, Behice Boranlarımızı, Yalçın Küçüklerimizi, Metin Çulhaoğlularımızı, Taner Timurlarımızı, Kemal Okuyanlarımızı, Aydemir Gülerlerimizi ve özellikle soL’un taşıyıcısı genç kuşak devrimci yazarlarımızı hatırlatan Hans Heinz Holz, yukarıda sözü geçen küçük kitabını bitirirken, Marcuse ve türünün yer yer devrimci mücadeleye karşı çalışan etkisiyle ilgili çok tatlı bir anekdota da yer verir. Walter Benjamin "bir yapıtın alımlanma tarihi, yani yarattığı etkiler de o yapıtın tamamlayıcı parçası olarak kabul edilmelidir" diye yazmıştır ve Hans Heinz Holz buradan hareketle, Goethe’nin "Genç Werther’in Acıları" kitabından sonraki intihar salgınına işaret eder: "Marcuse’nin yapıtı, onunla bağlantı içindeki hareketten ayrı tutularak incelenemez." Dağıtıcı ve zararlı etkilerini imlemek zorundadır.

Ama aynı Holz için, Herbert Marcuse, sonuçta "yapmaya devam, inatla yapmaya devam" satırlarıyla özetlenebilecek bir zenginliktir.
Devrim ve devrimci inat, insanı, sevgiye mahkum kılıyor.

Çok güzel bir insanı yitirdik.

Yapıtlarıyla, Türkçemizde çiçekler gibi açacağı günler gelecektir.