Şeytan ve İktidar Ayrıntıda Gizlidir

Kriz ve siyasetin iç içe geçtiği, birinin diğerinden ayrılamadığı, birinin diğerini tetiklediği veya düşürdüğü zamanlardayız. Krizin siyaset, siyasetin de kriz anlamına geldiği bir zamandır bu. Aydemir Güler, makaleleriyle geliştirmenin dışında, kitap halinde de uzun bir süredir "Son Kriz" çözümlemeleri sunuyor. Son krizdeyiz. Tamam.

Ama buraya kolay gelmedik. İlle gelmek de istemedik aslında. Sonuçta buradayız: Kriz. Buradan geriye dönüş yok.

Eski iyi zamanlara, mutlu veya mutsuz bir biçimde geçtiğimiz ve geçiştirdiğimiz dönemlere ricat olasılığı artık sıfırdır.

İleriye sıçramak dışında hiçbir çıkış şansı bulunmuyor.

Demek ki tarihimizdeki o büyük acılara rağmen, geçmişte hiç ödemediğimiz kadar büyük bedelleri ödemeye hazırlanmamız gerekiyor. Tasfiye sürecindeyiz: "Türkî" ve "Kürdî" bir dünya batıyor. Eski solumuz dahil, halkımız da öyle, bundan sonra ödenecek bedellerin hiçbirini eski zamanda tanımış değildir.

Siyaset artık krizin bir parçasıdır ve kriz de siyaset anlamına geliyor.

Kaçış yok.

Yeni sahnemiz böyle.

Yeni sahnede eski solun yeri karşıdevrimdir.

Daha önce bu ölçülerde bir yıkım ve beraberlik yaşamamıştık. Dolayısıyla geçmişteki bazı zamanlara dönüş umudu da bulunmuyor. Yeni'lik biraz da burada: Krizde.

Bu topraklara, Türkiye denilen bu acılı yurda ve onun halkına sevdalı devrimcilerin tarihine bakarak da söyleyebiliriz: Türkiye'nin devrimcileri, kriz yaratmaktan hep uzak durdular. Bugün krizin artık bir yaşam biçimine dönüştüğü ve ricatın da olmadığı noktada, bunu söylemek, belki haksızlık gibi görünüyor, ama öyle değil. Onların kavgalarına çok şey borçluyuz, bize insan olma şansını o kavgalarıyla verdiler. Ama eski solumuz, bugün her şey fazlasıyla yeni olduğu için daha rahat görebiliyoruz, eski kavgacılarımız, krizden biraz çekindiler. İstemediler. Kriz çıksın istemiyorlardı, ama zaten bir krizin içinde olduğumuzu, halkımızın da bu çıkmazın dışına taşınabileceğine inanıyorlardı. Dışarıda ve içeride, insanlara, tek derdi kafayı bulmak olan "bağımlılar" gibi görünmekten çekindikleri için de olabilir. Kriz yaratan, dolayısıyla halkımıza acı veren "ötekiler" gibi damgalanmak istemiyorlardı. Eski solumuz...

Ama kavgacı ve devrimci solumuz, krizin üzerine geldiği zamanlarda da, ki 12 Eylül tam da öyle bir kesittir, iktidar sorumluluğundan kaçmayı seçti. Demokrasinin acı vermeyeceğine inanmış olmalıydı. Devrimciler, demokrasinin kendi başına ve belli zamanlarda acıların en büyüğü olabileceğine hiç inanmadı. Oysa demokrasi, büyük yıkımın içinde, vücudu ve aklı lime lime olmuş insanlar için acımasız bir uyuşturucuydu. Tedavi etmiyor, sadece uyuşturarak acının duyulmasını engelliyordu. Bünyeyi çürütüyor, sessiz ve kepaze bir ölüm hazırlıyordu.

Bu ilacın, bu uyuşturucunun saklayamayacağı kadar büyük bir krizin içindeyiz artık. Kapının önündeki değil, evin içindeki büyük yıkımdan söz ediyoruz.

İstemedik, ama geldi.

Hiçbir suçumuz yok bu yıkımda.

Halkın da bunu görmediğini söyleyemeyiz.

Halkımız, Türkiye halkı, solun bu büyük yıkımda hiçbir suçu olmadığını, ama henüz acıları dindirecek bir gücü bulunmadığını düşünüyor.

Sadece Türkiye'de değil, her yerde böyle bu. Küreselleşmenin cilvesi işte... Bizi aklıyor, istemeden...

Bugün neredeyiz?

Siyasetin krizden ayrı kaldığı ve anıldığı zamanlar, artık tarihtir. Bundan sonra sadece kriz, acı ve iktidar mücadelesi var. Halk iktidarı mı dersiniz, ilerici iktidar mı, halkçı ve devrimci bir iktidar mı, sosyalist yönelişli hükümet mi... Adı ne olursa olsun. Yüzyıllar önceden Shakespeare'in Romeo ve Jülyet'teki vurgusundan hareket edelim: İsmin ne önemi var gerçekten de, gülün adı başka bir şey olsaydı bile o yine hoş kokmaz mıydı?

İsimlerde takılıp kalmayalım.

Kriz, bir halk iktidarını, halkçı ve devrimci bir siyaseti iktidar alternatifi haline getiriyor.

Kriz artık siyasetin kendisidir ve siyaset de kriz demektir.

Kriz realitesi, siyaseti değiştirmiş bulunuyor.

Dolayısıyla, yeni solumuzun anlaşıldığını düşünmek durumundayız.

Sinyaller o yönde.

Ya egemenler?

Başka bir zamanda değinmek üzere veya asıl soL yazarı Galip Munzam'dan bir yazı ricasıyla örnekleyelim ve bitirelim: Avusturyalı ve solculuğa yakışmadığı kesin, Hitler politikalarına uzak durmadığı Marx'tan da haberdar olduğu iyi bilinen Schumpeter'in ünlü "yaratıcı yıkım"ına bel bağlayanların tersinden gidiyoruz. İstanbul doğumlu MIT profesörü Daron Acemoğlu'nun da, Nobel Ekonomi Ödülü'nü alacak ya, araya sıkıştırdığı bir "yaratıcı yıkım" karşısında mıyız? Yanıtı, Acemoğlu'nun "Marx'lı" son kitap ve makalelerini bu gazetede tartışmaya açmasını umut ettiğimiz Galip Munzam'ın keyifli yazılarına bırakalım.

Biz, burada şunu söylemiş olalım: Kriz istemedik, ama bu yıkımın altında kalacağımızı iyi biliyoruz.

Neden mi? Yaratıcılığımız başka yerdedir de ondan. Kriz ve siyasetin böyle iç içe geçtiği zamanlarda, eski deyimler ve kavramlar da deri, hatta anlam değiştirir. "Şeytan ayrıntıda gizlidir", malum, bir işi konuştukça ayrıntılarda birçok sorunun ortaya çıktığını düşünenler, bu sorunların o işin yapılmasını engellediğini ifade için kullanırlar bunu. İktidar ittifakları için de öyle değil midir?

Değildir.

Çünkü biz, krizde, galiba farklı düşünüyoruz: Ayrıntılara girdikçe, Türkiye solunun bir iktidar seçeneği çıkarabileceğini biliyoruz. İktidar denemesi, somut ve güncel ayrıntılarda konuştukça, günlük yıkıma karşı çıkış yollarını solun tarihsel kazanımları çerçevesinde tartıştıkça mümkün olabilecek.

Hangi ayrıntıda farklı düşeceğiz? Bu krizin babaları tarafından ortaya saçılan değerlere -demokrasi, dincilik, liberallik- sahip çıkanlara solcu denmeyeceğini bilerek mi? Dış ticaret sistemini, bankaları, sigortaları, sermaye hareketlerini kamu zoruyla denetime almadıkça, solculuk olmayacağını hangi dürüst solcuya anlatamazsınız ki?

"Taraf"ın her nasılsa sol içinde kalmış temsilcilerine elbette anlatamayız.

Ama devrimci-ilerici solumuzun bu yıkıma karşı ve krizin içindeki ayrıntılardan, sermayenin korkulu rüyası bir iktidar olanağı çıkarması mümkündür.

Orhan Pamuk'a verdiler, MIT'ten Daron Acemoğlu'na da verirler. Nobel ne ki, biz, eğer sol bir iktidar denersek, bunlar bizi vuracak herkese her şeyi verirler.

Üzülmeyiz.

Başarılı olduğumuzu, halkçı bir iktidar yolunda, doğru yolda yürüdüğümüzü düşünürüz.

Şeytan, yani emeğin halkçı iktidarı gerçekten de ayrıntıda gizlidir.

Konuşalım. Ne olur, ayrıntılı konuşalım...