Kendi yalanına inanma rehaveti

Gerçekten öyle mi? Avrupa sonunda sert bir tepki mi gösterdi?

Soruyu başka türlü sormak daha doğru: Avrupa bir tepki gösterir mi ve neden şimdi?

Yanıtı yok böyle soruların aslında. Çünkü çok basitler. Yıllardır adım adım yeni bir faşizmi Türkiye’ye yerleştiren AkParti, ki bu alanda AsParti üst yönetiminden epey bir destek almış olduğu biliniyor, hem ABD’nin hem de AB’nin motoru Almanya’nın yardımı olmasaydı, zaten adım atamazdı. Şimdi bu desteklerden geri mi dönülüyor ve Avrupa demokratlaşıyor mu? Eğer öyleyse, şaklaban solcularımızın baştapınağı Avrupa demokrasisi daha önce yeterince demokrat değil miydi?

Bu tür sorular, insanın aklını yediğine bir kanıt olabilir sadece. O nedenle yerleşik rejimin basındaki "sol kanat" temsilcileri, AkParti’nin şamar oğlanları yani, "Avrupa Parlamentosu’ndan sert rapor", "Avrupa’dan sert uyarı", "En sert rapor" gibi manşet ve birinci sayfa haberleriyle kendini aldatabiliyor, ama gerçekle bu başlıkların yakından uzaktan ilgisi yok.

Avrupa, orada da özellikle Almanya, Türkiye’deki dinci yeni faşizmin başından beri destekçisiydi. Yeni faşizm hiç öyle eskisinin tekrarı falan değil. Bir kere "antisemitik" değil, tersine, epey bir "semitik". Batı düşmanı falan da değil. Tersine, Batı’nın kanatları altında büyütüldüğünü iyi biliyor. Eski faşizmin çirkin yüzlerini değil, görece temiz yüzlü aptal kızlarını da ekranlardan hizmete sokabiliyor. Örnek: Eskinin faşigeleri yeni faşigelere pek benzemiyor. İnanmayan Nagehan Alçı felaketine bir göz atabilir. Yeni faşistlerin bir başka temsilcisi Kütahyalı da benzer bir resim vermiyor mu?

Yalan söylemek kolaylaşıyor. Kitleleri inandırmak ve rıza üretmek kolaylaşıyor. Kendi yalanına inanmak çok daha kolaylaşıyor.

Doğru veya hakikat başka yerde. 2002 sonundan bu yana, ABD’nin Bush’lu ya da Obama’lı versiyonları ve Avrupa Almanyası’nın sosyal demokrat veya hıristiyan demokrat ağırlıklı iktidarları, Ankara’daki dinci faşizme baştan itibaren yeşil ışık yakmışlardır. Hatta bu iktidarı bizzat tezgahlamışlardır. AkParti iktidarı, Türkiye tarihinin yabancı başkentler nezdinde gördüğü en büyük desteğin de adıdır. Değil midir?

Hadi ABD’yi bir yana bırakalım, ama tüm gözenekleriyle Avrupa’ya, orada da öncelikle Almanya’ya bağımlı bir ülke, Türkiye yani, adı geçen ülkelerdeki egemen sınıflardan kayıtsız şartsız destek almasa, başkentindeki iktidar ayakta kalabilir mi? Almanya’nın arka bahçesindeki Türkiye, Berlin’e, bu sistem içinde kaldıkça hiç kafa tutabilir mi?

Soru ve yanıtı, 12 Eylül 1980 tarihinden beri "cari"dir: Berlin-Paris’in muhalefet ettiği bir iktidarın Ankara’da yaşama şansı yoktur. Kapitalist Türkiye’de, bırakın ABD’yi, özellikle Avrupa’nın motor ülkesi Almanya’nın "Hayır!" dediği hiçbir iktidarın yaşama şansı yoktur. Tersinden ve şöyle: 31 yıldır Türkiye’deki iktidarların hiçbiri gerçi Erdoğan hükümetleri kadar büyük destek almamıştır, ama önceki iktidarların hepsi, AkParti-AsParti koalisyonu kadar olmasa bile, hep belli bir destekle varlığını sürdürebilmiştir.

O nedenle Türk gericiliğinin hırslı yüzü ve bitirilen Türkiye’nin sorumlu isimlerinden Egemen Bağış’ın, baştan aşağı şike "AP Raporu" için söylediği, maalesef tespitlerin en doğrusudur: "Seçmene selam çakmışlar." Burada soru, kimin hangi seçmene selam çaktığı olabilirdi. Ama onun arkasındaki gerçek duvarı daha önemlidir: Avrupa, daha doğru bir ifadeyle "Almanya Avrupası", Türk gericiliğinin son 30 yılına hep artan bir destekle sahip çıktı. Bu konuda en şanslı olan AkParti iktidarıdır. Alman sosyal demokratları, yeşilleri, liberalleri ve hıristiyan demokratları, el birliğiyle Türkiye’deki "islamofaşizmi" kurdular.

Ayrıca, Avrupa, AkParti’nin rejim değişikliğine, bu yeni faşizmimize neden destek vermesin? Avrupa emperyalizmine, AkParti-AsParti koalisyonundan daha büyük bir hizmet veren herhangi bir iktidar yaşadı mı? Bunlar kadar pervasızını tarih gördü mü?

Somut olsun: Yıllardır içeride olan hangi gazeteci veya yazar için Avrupa’dan bir ses çıktı? Örneğin içerideki gazetecilerin en ünlüsü Mustafa Balbay için parmağını kıpırdatan bir Batılı politikacı veya medya kuruluşu vardı da biz mi görmedik? Ya da Batı medyasında ortalık ayağa kaldırıldı da biz mi duymadık? Batı kamuoyu böyle bir gelişmenin farkında bile değil. Batı iktidarları, Erdoğan ve arkadaşlarını yere göğe koyamıyor.

Eh, doğal. Demokrasi, sonuçta emperyalizmin olağan siyasi rejimidir ve bu rejimin bizatihi kendisi, dijital olanaklarla eski faşizmin yüzünü kızartacak kadar ağır bir baskı ve köle toplumu ("1984") oluşturmayı başarmıştır. Toplumlar dinin çeşitli versiyonlarıyla, ki demokrasi de bir ahir zaman dinidir, malum, çoktan birer rıza toplumuna dönüşmüştür bile.

Böyle bir ortamda, yalan üretmek de üretilen yalanlara inanmak da kolaydır.

Bu kısır döngüyü sadece jakoben bir inadın yaratıcı çocukları kırabilir. Büyük yalanların altındaki gerçeği yığınlara anlatmak için 500 bin öfkeli adam ve kadın önemli bir ilk adımdır.

Kendisini solcu sananlar, Avrupa’nın sert tepki gösterdiğini sanıp kendini avutmaya devam edebilir.

Leyleğin ömrü laklakla geçermiş. Bunu yapmasalar ne yapacaklar? Ne işe yarayacaklar? Kendi yalanlarına kendileri inanmasalar, kimi inandıracaklar.

Bu yalan çemberini kırmak zorundayız.

Bu yalan çemberini kırabiliriz.