Yeni Osmanlıların cumhuriyet cinayeti: Öfke ektiler

Son aşamadayız. Ama bu aşamanın ne zaman büyük bir altüst oluşa  evrileceğini bilemiyoruz. Biriken enerjinin, kapıdaki Marmara-İstanbul depremini aratmayacak boyutlar aldığını ezbere söyleyebiliriz. Ne zaman patlayacağını bilemeden.

Farkı yok gerçekten. Misal: Dünya finans sistemindeki çöküşün de, şu bizde beklenen büyük deprem gibi, elinin kulağında olduğunu en antikomünist iktisatçılar bile bağırıyor, hatta “en geç 2023'te bu sistem çöker” diyen kitaplar var piyasada artık, yüz binler satıyorlar, fakat -dedik ya- bombanın ne zaman patlayacağını kimse bilmiyor.

Peki, ne mi oluyor?

Sosyalizmden arta kalan, emperyalist-kapitalist sistemin elinde çürüyen dünyanın efendileri “ha babam” öfke ekiyor. 2007-2008 dönemecinden beri finansal krizin derinleşip reel ekonomiyi de avuçları içine almasına engel olamayan bir dünya bu. Artık biraz olsun aklı eren her iktisatçının büyük bir “crash” beklediği dünyanın sokaklarında, emekçi yığınları da etkisi altına almaya başlayan bir öfkenin sinyalleriyle yüz yüzeyiz.

Kuşkusuz görmek isteyenin gördüğü, duymak isteyenin duyduğu bir öfke bu. Aynı ölçüde de reel.

Belli bir coğrafyayla sınırlı değil.

YENİ OSMANLICILARIN KORKUSU DERKEN...

Türkiye'ye bakalım: Yönetemez hale gelen, cumhuriyetin yeminli düşmanı şu “Yeni Osmanlıcı” yönetenleri (“AKP Ankarası”) bile korkutmaya başlamış bir öfke yığışması karşısındayız. Hızla toplumsallaşıyor ve nasıl bir gerekçeyle (depremden mi, soğan fiyatlarındaki artıştan mı, hastane çilesinden mi, yeni bir kadın cinayetinden veya çocuk istismarından mı) toplumsal patlamaya dönüşeceğini henüz kimse bilmiyor.

Ama sadece bizde ve dünyanın diğer yoksullarında değil, bu işin kaymağını yiyen metropollerde de öfke birikiyor. Fokurdama, suçluların telaşı içindeki “en zengin yönetenleri” çok tedirgin ediyor. Tedirgin olmasalar, hatta korkudan titremeye başlamasalar, böyle büyük hatalar yaparlar mı? Hiç bizdeki hırsızların telaşını giyinirler mi?

Cumhuriyeti yıkanlar, Türkiye'de bir yönetim felciyle yüz yüze.  Yönetemiyorlar.  Ama yönetilenler henüz, eskisi gibi yönetilmek istemediklerini açıkça sokaklarda haykırmaya başlamadılar.

Fakat emperyalist başkentler de, eğer Türkiye çökerse o coğrafyadaki hiçbir soruna çare bulamayacaklarını anladılar.  En az badem bıyıklı tüccar imamlar kadar, çıkmazdalar. Ama onların hatalarını aynen yinelemiyorlar tabii. Biraz daha eğitimli olduklarını düşünebiliriz. Türk-İslam cehaletinin Anadolu'yu parçaladığını ve parçaların birbirinin boğazına sarılacağını zaten biliyorlar. Bu felaketi İslamofaşistler ve onlara tüm kapıları açan cumhuriyet düşmanı liberaller birlikte ektiler. “Türkiye 1923” bunlar için hep bir anomaliydi.

Berlin, Paris, Viyana, Roma, Londra...  Tuhaf bir iyimserlikle gelişmeleri seyrediyorlar. “Üzerimize sıçramaz” diye düşünüyorlar. SSCB, Doğu Avrupa, Balkanlar, hatta Arap dünyasında ülkeler ortadan kalktı, savaşlar patladı, milyonlar göçtü ve bu metropol kuşlarının üzerine son birkaç yıla kadar pek bir şey sıçramadı ya... Aynı havadan çalıyorlar. Buna temelsiz iyimserlik diyebiliriz.

Temelsiz? Öyle tabii: İngiltere'yi neyin beklediğini bilen var mı? Fransa'da, İtalya'da, Avusturya'da , Macaristan ve Polonya'da  açık faşizmin soluğunu duyanlar tedirgin. En önemlisi de Angela Merkel'den sonra Avrupa'nın efendisi Almanya'nın nereye evrileceğini kimse düşünmek bile istemiyor.

Metropoller, dedik. Oralardaki öfkenin, ilk etapta, kendiliğinden büyük sonuçlar doğurmayacağıını biliyoruz: Berlinʼde, Parisʼte, Viyana, Amsterdam ve Brükselʼde... Ama bir şeyler birikiyor işte sokaklarda.

EMEKÇİNİN ÖFKESİ, AYDININ ÖFKESİ

Zayıf halka kaderi daha farklı. Eşitsizlikler ve yoksunluklar, emperyalizme bağımlı Türkiye veya Latin Amerika tipi bölgelerde ve günlük yaşam kavgası içindeki emekçi sınıflarda yönetilmesi zor bir yıkıcı enerji biriktiriyor. Yönetilemez bir öfke tetikleniyor. Bu, “aşağıdakilerde” böyle. Hadi, “plebler düzleminde” diyelim. Modern zamanların işçi sınıfında yani...

Peki, ya düşünsel düzlemde ne oluyor? Entelektüel arenada?

Pleblerden çok daha duyarlı bir kesimi ele alalım. Bilgiyi “emeğin mal olarak alınıp satıldığı” piyasaya düşman sosyalist bir toplum kurmak için üreten ve taşıyan aydınlarla aydın adaylarını, ya da bilgiyi piyasa için üretip yayan teknokratları birlikte masaya yatıralım. Entelektüel çerçevede, sokaktaki plebyen öfkeyi aynen yansıtan bir üst düzey öfkeyle, yani entelektüel öfkeyle karşılaşamıyoruz. Birebir yansıyan bir paralellik göremiyoruz.

Bir örtüşmezlik var.

Üretim sürecinde, emekçi insanların sırtında şaklayan kırbacın sonucu doğan çıplak öfke (“pleblerin öfkesi”) ile entelektüel (“düşünsel”) öfke, birbirlerine eş ağırlıkta bir gelişme göstermiyor. Daha acısı, entelektüel öfkenin mülkiyet sistemini sürdüren bir yatıştırıcıya/uyuşturucuya dönüştürülme (“manipülasyon”) çabaları, mülk sahipleri lehine sonuçlar verebiliyor. Medya sadece bir örnek: Sermaye, bu alanda gerçekten başarılıdır.

Başarılı, çünkü çalışan sınıfların büyük öfkesini sonuçsuz bırakacak bir yatıştırıcı bulup tabandaki o basıncın gazını alabiliyor. Bunu da 1945 sonrasında özellikle ve öncelikle liberal dolayımlar üzerinden yapıyor. Ankara'daki İslamofaşist iktidar (“Yeni Osmanlılar”) bu liberal dolayımın gübreliğinde serpildi ve cumhuriyetten aydınlanma ve ilericilik adına ne kaldıysa kazıyabildi. Türkiyeʼde buna bugün itiraz edebilen tek istisna TKPʼnin genç ve entelektüel öfkesidir.  Entelektüel bir hegemonya hattının kurulduğuna burada daha önce de dikkat çekmiştik.

Bu kadar lafın özeti şu. Benzer ışıkları Avrupaʼnın merkezinde göremiyoruz. Ancak, bir telaşın yayıldığının da farkındayız.

Kötü mü? Değil. Zayıf halka kaderi.

Hadi biz yine Edip'in şiirinden el alalım: İyimser her duvarcı, böyle bir sahneyi, elinden her gün bir tuğla düşürerek değil, “devrim kelebeğinin bizim toprakların üzerinde uçtuğunu” mırıldanarak izler.

Cumhuriyeti kazıyanlar, insanı da kazırlar; biliyoruz.

Fakat biz de iyimser duvarcılarız...  Gözü biriken öfkeye, devrim kelebeğine kilitlenmiş iyimser duvarcılar...