Türkiye’ye Stauffenberg mi aranıyor?

Tarihte hiçbir şey yinelenmez. Tamam. Ama tarihsel süreçler birbiriyle karşılaştırılabilir. Ana hatlarıyla bazı paralellikler kurulabilir.  O halde, Hitler’e 20 Temmuz 1944 tarihinde yapılan suikast girişiminin, 70 küsur yıl sonra bambaşka bir sahnede, bambaşka renklerle, ama benzer bir anlayış ve arayışla, başka bir formatta siyaset sahnesine çıkabileceğini düşünebiliriz.

Hitlercilik, karşılaştırılamaz bir şey değil. Döktüğü kanın berzersizliği ve dünya emperyalizminin yoldan çıkmış bir çocuğu olması, onunla ilgili bazı analojiler kuramayacağımız, bunun yasak olduğu anlamına gelmemeli. Misal, “Hitlercilik, Avrupa’nın ayrışmasına değil bütünleşmesine yönelik bir siyasal tutumdur” demek, bir katili abartmak veya “anlayışla karşılamak” anlamına gelmiyor. AB ile klasik faşizmlerin Avrupa anlayışı/arayışı arasında uçurumlar olmadığını söyleyenler, bir tarihsel bilgiden hareketle böyle soyutlamalar yapıyorlar.

Bize dönelim: Bazı çağdaş ve törpülenmiş “Türksel” Hitlercilerin, ülkemizde benzer bir çözüm aramayacağını söyleyemeyiz. Mümkündür. Hitlercilik, sadece kan dökmek demek değildir. Bir sermaye mantığının hizmetkârı ve öncüsüdür. Sadece şovenizm ve Yahudi veya Slav düşmanlığı demek hiç değildir. Onu aşar.

Her neyse… Tarihsel birikim nedeniyle, ortada bazı benzemezliklerin olduğu açık. Ama yeni koşullara uygun yeni giysili arayışlar olduğu da açık.

O zaman, eğer tarih iyice sıkışmışsa, toplum bir delilik içinde korkunç sonuna doğru koşuyorsa, sermayenin bazı kesimleri bile bu gidişten endişelenmeye başlamışsa, her şey mümkündür. Belki farklı tarihsel koşullarda ve kan dökmeksizin icra edilecek bir “tiran cinayeti” için de sahne ve aktörler hazırdır. Değil midir? Türkiye’yi dinci/etnik/liberal bir felakete sürükleyenler, eski cumhuriyeti yerle bir edenler -ama yenisini kuramayanlar- her türlü acımasızlığın tohumunu serpmiş demektir: Kendi içlerinde acımasızca hesaplaşacaklardır. Bunu düşünmek zorundayız.

AKP’ye ve AsParti’ye bakarak, tiranlar ve uşaklar çerçevesinde bir yıkımın içinden bulunduğumuz yeri anlamaya, bunun için analojiler kurmaya çalışıyoruz: Nazizmden ayrılamayacak bir Carl von Stauffenberg’in işler iyice kızışınca ve çöküş görünür olunca bizzat meseleyi ele alıp, Hitler’i 20 Temmuz 1944’te bombayla ortadan kaldırma ve Almanya’nın önünü açma girişiminden söz ediyoruz. Gerçi Tom Cruise'un  alay konusu filmi işi iyice bozdu, belki gören vardır, ama Stauffenberg tarihsel bir kişilikti. “Büyük bir Alman milliyetçisi” idi. İşler sarpa sarınca, yani ülke yakılıp yıkılınca ve SSCB ile komünistlerin bu yıkımdan alternatif olarak çıkacağı anlaşılınca, ruhsal dengesi de sorunlu 36 yaşındaki bu malul kurmay subayın, Claus Philipp Maria Schenk Graf von Stauffenberg, Hitler’siz bir “Kutsal Almanya” için harekete geçtiği biliniyor. Aslında nazizm, savaş bitmeden, Hitler’siz bir Almanya’nın mümkün olduğu, yeterince kadronun bulunduğu mesajını dünyaya verme gereği duymuştu. Churchill’in bu mesaja pek meraklı olmadığı biliniyor.

Mesele şu: Çok farklı koşullarda da olsa, Türkiye’ye özgü bir yeni faşizm içindeyiz. İktidardakilerin hak-hukuk, aydınlanma, işçi hakları vs. tanımadığı, hatta bunu gizlemeye gerek bile duymadığı bir dönem bu. Sermaye içinde de barbarca hesaplaşmalar ayyuka çıkıyor. Biat etmeyen, uluslararası bağlantılarına rağmen baskılanıyor. Aradaki paralellikler, genel çizgileriyle bakıldığında çok. Kitle tabanı da var. Yani, toplama kampları hariç, 80 yıl önceki Almanya ile bugünkü Türkiye arasında isteyen gerçekten paralellikler kurabilir.

Artık kitleselleşmiş bir çılgınlık dönemi içindeyiz. Toplum büyülenmiş gibidir. Aydınlanmanın, laikliğin tüm kırıntıları ayaklar altına alınmıştır. Tarihsel örneğinden farklılaşmış, kan içerken daha dikkatli Hitler’lerin, çok daha sığ, çok daha zavallı ve komik Joseph Goebbels’lerin, Hermann Göring’lerin, hatta -özellikle medyada- Adolf Eichmann’ların sahneye çıkması doğaldır. Elbette yeni giysi, davranış ve dilleriyle... Sokaklarda komünist ve Yahudi avı yapılmadığı bir başka doğru. Ama Kürt şehirlerinin tanklarla bombalandığı, insanların sorgusuz sualsız kitlesel biçimde imha edildiği ve ölenlerin terörist diye yutturulmaya çalışıldığı da doğru. Tekelci dönemde bir ülkenin böyle yıkılabileceği, ana hatlarıyla aklın ve bilimin ayaklar altına alındığı Türkiye'nin resmen çökertildiği, dinci-etnikçi bir cehennem yolunda ilerlediğimiz çok açık.

Hitler, Goebbels, Göring vs. varsa, kanlı ve çağımıza uygun birer karikatür olarak tabii, Stauffenberg de olacaktır. Bu yıkıcı iktidarın içinden ve dışarıdaki dostlarından çeşitli formatlarıyla Stauffenberg’ler de çıkacaktır.

Hitler ve kadrolarının yerine Türkiye’de bazı aktörleri yerleştirerek, bir başka meseleye yaklaşıyoruz. Tekrar: Türkiye içinden ve dışından, hatta AKP’den, Erdoğan'a ve/veya Erdoğan rejimine karşı, kuşkusuz bambaşka giysilerle ve görece daha az şiddet kullanarak harekete geçmeye hazırlanan Claus von Stauffenberg’ler mi aranıyor? Arınç’lar, Gül’ler ve destekçileri, acaba böyle bir role mi oynuyor? Ya da AsParti içinden kıpırdanmalar mı var? Çıkmaz mı?

Ya da: Erdoğan karşıtı bir Stauffenberg, ister tek tek politikacılar veya başkentler, ister toplu siyasal cepheler halinde, dışarıda ortaya çıkabilir mi? Berlin-Paris hattı ve Washington, Erdoğan’ı bombalayacak kadar sert bir Stauffenberg resmi verebilir mi?

Bunlar şimdilik ortada. Ama Türk ve dünya politikasında bir anakronik Stauffenberg sürprizi beklememek, içinde bulunduğumuz büyük yıkımın hakkını vermeden düşünmeye çalışmak demektir.

Artık her şey mümkündür. Bu adamların bu toplumu paramparça etmeyi siyaset sandığı, asıl acısı, Türkiye ve sosyalizme anomali olarak bakmayan bir avuç komünist ve ciddiye alınabilir ilerici dışında, bu yangına toplumun “sol liberal” teknokrat sürünün etkisiyle adeta körükle gittiği çok doğrudur. Şimdilik.