Senkron sorunu

Birbirlerinin ayaklarına basıyorlar diyebiliriz. Örneğin, Doğu Avrupa ve Suriye’de.

Kendisini hâlâ dünyanın efendisi ve rakipsiz bir “süper güç” sanan, oysa çoktandır büyük devletler arasında bir büyük devlet, sınırlı yaptırım gücüne sahip bir emperyalist merkezden daha fazla bir şey olmayan ABD bir yanda, Ortadoğu’nun artık önce kendisinden sorulması gerektiğini düşünen Avrupa Almanyası diğer yanda, bir huzursuzluk var.

Hafta sonunda Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in Rusya ile Ukrayna nedeniyle yaşanan çekişmelerin yeni yaptırımlarla daha da keskinleştirilmesine karşı çıkması, demokratlığına falan değil, çıkarların farklı olduğuna ve bunların senkronize edilemediğine işarettir. Avrupa Almanyası veya Almanya Avrupası, Rusya’ya Washington gözlükleriyle bakamıyor ve bu, yeni dünya düzensizliğinin göstergelerinden sadece biri.

Bunun dışında, Avrupa içinde de birbirini etkisizleştiren güç ışınları, dar nüfuz alanları işliyor.

Dünyanın egemenleri belki geniş halk yığınları nezdindeki propaganda faaliyetlerinde bu sürtüşmeleri gizleme konusunda başarılı kabul edilebilirler. Kitlelerin barış talebi öyle sokaklara falan taşmıyor. Tık yok!

Ama siyaset, görece kapalı mahfellerde planlanan bir şeydir bu “yeni ortaçağda”, dolayısıyla kapalı kapılar ardındaki komplocu süreçler için ek bir entelektüel çaba gerekiyor.

Şunu biliyoruz: Dünya emperyalist sisteminin efendileri, dünya politikası yaparken her şeyi uluorta söylemezler. Kuşkusuz çok konuşurlar ama açıklamayı değil yığınları sersemletmeyi ve ilgili çevrelere de saklı mesajlar göndermeyi hedeflerler. Solun bir de bu nedenle efendilerin dilini çözümleme ve yığınlara “hakikati” aktarma görevi vardır. Solun basit bir pleb şiddeti olmadığını, bir bütün olarak entelektüel şiddete karşılık geldiğini buradan hareketle de hatırlayabiliriz. Sol, en önemli silahı olan “entelektüel aşkınlığını”, egemenlerin dilini geçersizleştirdiği oranda kazanır ve kabul ettirir.

Böyle bir kuşkuyla genel havaya baktığımızda, gizlemeye de çalışsalar, örneğin eski süper güç ABD ile Avrupa Almanyası’nın Doğu Avrupa politikalarının örtüşmediğini görüyoruz. Rusya ile yeni bir ilişkiler ağı geliştiren Berlin’in, uzantısı Paris ile birlikte, Washington pervasızlıklarına katılmaya pek öyle hevesli olmadığı ortada. Bunu Siemens gibi bir dünya devinin başı, Joe Kaeser, Alman devlet televizyonunda (ZDF), ayrıntılı gece haberlerinde Soğuk Savaş damgalı Rus düşmanlığını gazetecilik sanan ABD hayranı ünlü Alman sunucunun saldırgan sorularını göğüslemeye çalışır ve diyalog çağrıları yaparken birkaç hafta önce yeniden yaşadık. Kaeser, Rusya ve Ukrayna’daki Alman ekonomik varlığına dikkat çekmek zorunda kaldı. 6400 Alman şirketi Rusya’da, 400 adet de Ukrayna’da bulunuyordu ve sadece Siemens’in Rusya’daki cirosu yıllık 2 milyar avro düzeyindeydi. Yarım akıllı ve düşkün Amerikalıların kızıştırmalarına, enerji sorunu büyüyen Alman sermayesi nasıl onay versin?

Benzer bir sıkıntı Suriye’de de var. Ama kimi ortak saptamalar da yok değil: Nitekim, devlete çalışan Berlin’deki ünlü siyasal araştırmalar kurumu SWP, son bir raporda Suriye ve Türkiye’yle, daha doğrusu Erdoğan ile ilgili sert uyarılarda bulundu. Bir ara Alman hükümetine danışmanlık da yapmış SWP uzmanlarından Guido Steinberg, önceki gün Handelslatt gazetesinde Türkiye’nin ve Ankara’nın çözümü engellediğini savundu. Erdoğan’ın “cihatçılara”, daha doğrusu İslamcı teröristlere verdiği desteklerin bölgeyi çıkmaza sürüklediğine işaret eden “ortadoğu uzmanı”, Berlin’i de göreve çağırdı: Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelede güvenilir bir partner olması gerekiyordu!

Birbirlerinin ayaklarına basıyorlar, dedik. Ama bazı konularda da uzlaştıkları anlaşılıyor.

Tayyip Erdoğan’ın bölgedeki İslamcı teröre destek verdiği açıkça yazıldığına göre, bu politikacının suyu ısınmış demektir. Fakat burada bile bir senkron sorunuyla karşı karşıya kalacağımız kesindir.

Erdoğan’a ya da cemaate gizli veya açık destek veren “muhalifler” düşünsün bakalım.

Hepsinin suyu ısınıyor.