Restorasyon 25 yaşında

Boğazımızdaki ilmeği ne yapacağız? Eski ve daha tanıdık bir ilmekle mi değiştireceğiz? İyi de, bunun için devrim yapılır mı? Yoksa demokrasi tam da bu mu demek?

Şöyle başlayalım: Yeni ve ileri bir toplumun doğumu, gerileyerek oluyor tarihte bunun örnekleri çok fazla. Yeni bir toplum (devrim), eski topluma yenilerek (karşıdevrim), yani bir restorasyon sonrasında zafere ulaşabiliyor. Bir gerileme dönemeci var arada. Ama şimdiye kadar hep ileri olanın kazandığını da biliyoruz. Bu, muhtemelen reel sosyalizm için de böyle, Türkiye için de...

Nasıl mı?

Belki ilginç bir tezi bizzat sahibinden alıntılayarak anlatmak daha kolay. Bugünlerde yıkılışının 25’inci yılı “kutlanan” Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) parlak aydınlarından Jürgen Kuczynski, uzun ömrünün sonunda, kuruluşuna katıldığı sosyalist cumhuriyetin tel tel yıkılışını gözlerken, ısrarla bir yasaya dikkat çekiyordu:

“(Kapitalist toplumun da, feodal toplumun da oluşumunda) geçişler benzer tarzda. Köleci toplumun Roma İmparatorluğunda, 3’üncü yüzyılda, daha sonraki feodal dönemde olduğu gibi, toprağa bağlı küçük köylü ortaya çıktı, ama bu köylü 4’üncü yüzyılın sonunda fiilen tekrar köle oldu. Yaklaşık 2 yüzyıl boyunca tarımda feodal bir başlangıç gözlüyoruz, ancak bu başlangıç daha sonra çöküyor. Yani yakından bildiğimiz tüm yeni toplum biçimleri “zamanından önce” ve ölüme mahkum bir başlangıçla oluşuyor. Ama bu ölümcül başlangıç o toplum biçimlerini tarihten kovmuyor, sadece zaferlerini geciktiriyor.” (http://www.jungewelt.de/2014/09-17/001.php)

Sosyalist Almanya’da yönetime eleştirilerini pek saklamayan, ama reel sosyalist geleneğe bağlı olduğunu da hep vurgulayan bu ünlü iktisat tarihçisi, kapitalist restorasyon sırasındaki notlarında reel sosyalizmin yıkılışının sosyalist toplumun oluşum sürecinde belki geciktirici, ama her durumda geçici bir zafer olarak görülmesi gerektiğine dikkat çekiyordu. 1997’de geride büyük bir entelektüel zenginlik bırakarak 93 yaşında ölen Kuczynski’nin, böyle ve bugünden bakınca, bir yanıyla da Türkiye’deki ilericilik mücadelesini ve 1923 Projesi’nin çöküşünü anlamayı kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Türkiye gericiliğinin, son aşamasına gelmiş ve cehalet abidesi bir prof’un başbakanlığında ilan ettiği restorasyon, 1923’ün yerle bir edilmesi, gerçekten de bu yasanın ışığında daha rahat göğüslenebilir.

Yine de güncel kapitalizmin, insanlığı bir bütün olarak felakete götürebileceğini ve içinden bir ilerici toplum çıkarma olasılığının eskisi kadar kolay olmayacağını eklemek gerekir. Aklın tamamen silindiği tekelci dönemde, artık insanın genlerine müdahale edilebilmektedir çünkü. Peki...

Neresinden bakılırsa bakılsın, “1923 Türkiyesi”, sadece eski feodal bir siyasal rejimden değil, tarım toplumundan yeni ve daha ileri bir toplum biçimine geçişi de simgeliyordu. Türkiye, kuzeyindeki büyük sosyalist devrim sayesinde aydınlanma rüzgarını rahatça arkasına alabilmişti. Şimdi kuruluşunun ardından neredeyse asır geçmişken, bu başbakanın restorasyon ilanı, Kuczynski Yasası’nı hatırlatıyor. En azından onunla uyumludur. İkincisi bir türlü kurulamayan Birinci Cumhuriyet, reel sosyalizmin enerjisiyle dünyaya geldiği için, o enerjinin yokluğunda çökmeye mahkumdu.

Her şey bitmiş değildir kuşkusuz, Avrupa’nın geleceğinin bile tümüyle karardığından söz edemeyiz ama biz Türkiye’ye bakalım. Dincilerin, her türden milliyetçinin, bazı ticari yeniliklerin gölgesinde bütün bir toplumun aydınlanmacı kazanımlarını 1923 öncesine kovması, ancak kara cahillerin ve “para cahillerin” cüret edebileceği bir adıma karşılık geliyor. Tarihsel rollerini yerine getiriyorlar. Başarıya, eski karşıdevrimcilerden çok daha yakın olduklarını eklemek zorundayız.

Fakat bazı ışık parçaları yok değil.

Dostu Prof. Dr. Georg Fülberth gibi Jürgen Kuczynski de 1989’daki büyük restorasyon sonrasında, sık sık Kuzey İtalya’da 13-14’üncü yüzyıllarda ilk kapitalist toplumların nüve halinde ortaya çıkışını örnek vererek, bu geri dönüşlerin anlamına dikkat çekti. Biz böyle bir geri dönüşün, bugün, benzer acımasızlıkla, ama her an da bitebilecek bir hızla, elbette başka koşullar altında Türkiye’de de yaşandığına tanık oluyoruz. Kuczyinski, Fülberth ve benzeri Avrupalı aydınlar, olumladıkları reel sosyalizmin ani çöküşünü, olgun sosyalist topluma giderken geçilmesi gereken gerici bir ara dönem olarak çizmeyi tercih ettiler. Bu, bilimsel sosyalizmdeki iyimserliğin ve yasallığın korunmasıydı. Anlaşılabilir. Tıpkı 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde bir başka devrimci aydının, Yalçın Küçük Hocamızın, tarih ırmağında akıntıya kapılmış dev ağaç gövdelerinin bir süre suyun altına zorla batırılabileceğini, ama bunların sonra hep daha ileriden su yüzüne çıktığını hatırlatıp yazması gibi.

Devrimciler, birbirlerini tanımasalar da, birbirlerine benziyorlar.

Daha ileriden ve daha büyük bir enerjiyle su yüzüne çıkacağız demek ki. Tarihte örnekleri var çünkü. Ama...

Ama kapitalizmin tüm dünyayı Orwell’ın 1984 kitabına kapatabildiği bir toplum biçiminde, bu konuda yine de eskisi kadar iyimser olmak doğru değildir. Devrimci beyinler daha ileriden bir yükseliş bekleseler de tarihsel akış içinde, yaşadığımız gericilik dönemi, insanın tümüyle yitirilmesine yol açabilecek bir şiddet ve başkalık içeriyor.

Türkiye’ye bakalım. Tarih hızlanmıştır. Geçmişimizdeki tüm karanlıkları aratacak bir yeni tür faşizmin kucağında debeleniyoruz: Restorasyon. “Erdoğan-Davutoğlu Türkiyesi”ni 1923’le göğüslemeye kalkanlar, olmayacak duaya amin demeyi siyaset sananlardır. Çünkü bu adamlar, zamanla sosyalizme kapanmış ve düşmanlaşmış bir 1923’ün meşru evlatlarıdır. Tıpkı Hitler’in de, en az sosyalizm kadar, aydınlanma çağının meşru çocuğu olması gibi. Sosyalist bir hükümet ve sosyalist bir plan dışında, artık bu büyük restorasyonun önünü hiçbir güç kesemez.

Neden mi?

Geçmişi tümüyle ellerine geçirdiler, sadece geleceği karartmayı henüz başaramadılar da, ondan. Türkiye toplumuna 100 yıl önceki başarıları hatırlatarak falan bu saldırının altından kalkamayız.

Geçmiş bize hiç yardımcı olmadı, bundan sonra da olmayacak.

Jürgen Kuczynski’nin iyimser saptamalarını bile tehdit eden bir modern gericilikle karşı karşıyayız. Onun içinde yaşıyoruz. Ancak, Türkiye’deki karanlık, ani bir patlamaya ve sosyalizme de gebe galiba bu yüzden Batı’dan farklı.

Her ne ise, Türkiye “asırlık bir çınar gibi” büyük bir ihtimalle sıfırlanışa, küçük bir ihtimalle de sosyalist yeniden doğuşa kapaklanıyor. 25 uzun restorasyon yılının en önemli dersi herhalde şudur: Yeni doğumları geçmişle anlamak da, anlatmak da, yaşamak da mümkün değil.

Bunu, yeni ve toplumcu bir düzen için hep birlikte plan yaparken çok daha hızlı ve iyi anlayacağız.

Ya “Sol Türkiye”yi kuracağız ya da “Yok Türkiye”ye gömülüp gideceğiz.