Mahkeme mi tiyatro mu?

Osman Çutsay'ın “Mahkeme mi tiyatro mu?” başlıklı yazısı 4 Nisan 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bir şeyi çok açık söyleyelim de, çağdaş faşizmin tanımı konusunda neden yeni adımlar atmamız gerektiği, yenisinin eski giysilerle piyasada olamayacağını neden vurgulamak istediğimiz ortaya çıksın: Bir şeyi sürekli tekrarlar ve tek doğru ya da alternatifsiz olduğunu iddia ederseniz, bunun için çıplak silah şiddeti değil medya şiddeti (Adorno-Horkheimer meftunlarının beğeneceği kavramla söylersek, “kültür endüstrisini”) kullanmanız gerekir. Gericilik ancak bu “entelektüel şiddet” yardımıyla sonuç alır. Türk medyasına egemen olan dinci baskının ve izleme-tiraj rakamlarının anlamı da burada: Silah sonuç vermez, aslolan zihinlere entelektüel müdahaledir.

20’nci yüzyıl, sosyalizmin kuruluşu ve yıkılışında buna tanık oldu kapitalizm, 1989’da alternatifini içeriden ve bu yolla çürütmeyi başardı.
Dil, sürekli tekrarla öğreniliyor.

Rejimler de sürekli tekrarlarla yerleşiyor.

Sadece Türkiye’de değil “demokrasinin göz bebeği AB”de de durum aynı. AB üyeleri ilan edilmiş veya edilmek üzere olan iflaslar eşiğinde ve Avrupa Bölgesi’nde 19 milyon “resmi işsiz” varken, böyle bir medya gücü olmazsa olmaz. Rejimler medyanın üzerinde yükseliyor.
Münih’teki tartışmalı mahkeme süreci de öyle, neredeyse medyanın üstüne atladığı bir işe dönüştü: Münih’teki “NSU Duruşmaları” göstermelik bir halkla ilişkiler veya propaganda muharebesi halini alıyor. Burada önemli olan, böyle bir “çatışmaya” neden ihtiyaç duyulduğudur.
İki sağcı hükümetin, Berlin ve Ankara, olaya başlarda pek karışmamaları, ama şimdilerde açık bir çekişme örgütlenmesine “müdahil görünmeleri”, kitle tabanı konusunda ciddi sorunlar yaşadıklarının kanıtı değil midir?

Türk gazetecilere kolaylık sağlamadığı için katı Prusya bürokratizmi (“Alman adalet sistemi”) uyguluyor diye sözde eleştirilen Münih’teki Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin tutumu, Ankara için bir nimettir. Ayn şekilde, dinci Ankara’nın, İsrail ile şike çekişmesini andıran bir tutumla, şimdilerde Alman hükümetini hedef alıp “Biz niye yokuz kardeşim!” türünden “babalanmalarının”, Berlin’i fazla rahatsız ettiği söylenemez. Öyle olsaydı, Angela Merkel bir ara çözüm çıkarıverirdi. Zaten öyle de olacak. Dünyanın her yerinde siyaset ile hukuk sistemleri ve aktörleri iç içe yaşarlar sadece “tuzu kuru demokratlar” hukuk başta olmak üzere bazı kurumların “özerk” olduğunu propaganda eder. Siyaset, hukuku da belirler sokağın gücü bir biçimde etkili olur.

Güney Avrupa resmen ve için için yanıyor. Avro’nun günleri sayılı, Almanya’da “avro karşıtı” bir parti ortalığı karıştırmaya hazırlanıyor. AB’nin yoksulları, zenginlere, özellikle de Almanya’ya çalıştıklarını düşünüyorlar ve Merkel nefreti hızla yayılıyor.

Böyle bir ortamda böyle “demokratlık oynama” şansını, ikisi de birbirinden sağcı iki hükümet niye tepsin?

Ama gerçekten gazeteci Almanların müdahil olmasıyla, büyük bir devlet skandalı açığa çıkarılabilir. Türk ve Alman ana akım medyası, şimdilik duruma hakim. Yine de merkezkaç güçlerin ilk işaretlerini verdikleri “Bu olayın arkası çok pis, hepiniz sorumlusunuz!” duruşu, biri diğerini hiç aratmayacak kadar emek ve aydın düşmanı iki hükümeti de yerinden edebilir.
İnsanlarımızın kanı ve canıyla “dekorlanmış” bir tiyatrodayız sanki..