Avrupa’nın 
muz cumhuriyetleri

Meselenin adını koymak gerekir: Bütün bir Soğuk Savaş boyunca, dünya kapitalist sistemi, sosyalizm tehdidine karşı ana muharebe alanı Avrupa’da sosyalizme karşı iki cephe ülkesini özellikle kullandı. Bunlar Birinci Dünya Savaşı’nda da, tabii daha büyük versiyonlarıyla, müttefiktiler: Almanya ve Türkiye.

Berlin, daha önce Bonn, bu cepheleşmeden kârlı çıkan taraftır. Ankara ise bitişi yaşıyor.

Bu iki ülkede de Amerikan istihbaratının cirit attığı malumdur. Büyük patron ve “süper güç” ABD, Avrupa’nın iki önemli noktasında sosyalizmi göğüslüyordu madem, buralara yığınak yapması kaçınılmazdı. Sonuçta, Almanya ile Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, antikomünist histerinin elinde iki cephe ülkesi halinde, 1914-18 ittifakını bu kez Soğuk Savaş koşullarında sürdürdü. Kaderleri yine birleşmişti.

İki ülke de egemenlik haklarını askıya almıştı. Ancak Almanya, korkunç boyutlarda palazlanan sanayi merkezi olarak, bu süreçten bir hegemon ülke kimliğiyle çıktı. Türkiye’nin ise artık bu sistemde küçülmemesi bir mucizedir.

Son skandal, yani gizli servis (NSA) tarafından adım adım izlenen Alman siyaset sınıfı, ama özellikle de sanayi kuruluşları, bir şeyi gösterdi: Almanya Başbakanı Angela Merkel, tabii sadece o değil tüm “rical” ve diğer Avrupa büyükleri, Washington tarafından yakın takibe alınmıştı. Hazretlerin “nefes alışlarını bile” kaydediyormuş ABD. Berlin’in hiçbir inandırıcılığı olmayan “Dostlar birbirini dinlemez, ayıptır!” mealindeki tepkisi, kamuoyundaki endişeyi yatıştırma dışında bir hedefe sahip değildi. Çünkü Avrupa’nın sahibi sayılan bu ülkenin, obez bir muz cumhuriyeti muamelesi gördüğü ortaya çıktı. Berlin’in yaşadığı meşruiyet krizinin orta ve uzun vadede etkisiz kalması mümkün değil.

NSA Başkanı Keith Alexander’ın önceki günkü “Avrupalı müttefikler de ABD’de casusluk yapıyor” çıkışı, ihtilafın ve çıkmaz sokağın boyutları hakkında bir fikir veriyor. Bunlar birbirlerinin ayağına basmaya mahkumdur ve kurtlukta düşeni yemenin kanun olduğunu iyi bilirler.
Başka bir şey oldu: “Yakalanan” NSA, Avrupa ve Almanya’yı dinlerken, süper güç ABD’nin artık süperliğinin falan kalmadığını da göstermiş oldu. Washington, Soğuk Savaş’tan bu yana, Avrupa’daki obez muz cumhuriyetlerini, başta Federal Almanya olmak üzere birer paravan şirket olarak görüyordu. Bunun sonuçları kuşkusuz art arda sökün edecektir. Ortada bir çözülme var. Kazananı olmayan bir çözülme bu.

Ama çok daha önemlisi, şu: Eğer ABD, Avrupa ve çevresinin nefes alışını bile izliyorsa, Ankara’nın eski ve yeni zenginleri hakkındaki bilgisi çok daha derin demektir. Yani, bu yaşanan skandaldan sonra, kim, NSA veya bir başka istihbarat kurumunun, Recep Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül ile yakınlarının bütün dış veya iç siyasal-parasal vs. bağlantılarını bilmediğini iddia edebilir? NSA etkinlikleri, ABD’nin Federal Almanya diye egemen bir ülkeyi pratikte tanımadığını gösterdi, tamam, ama ondan çok daha önemlisi, Türkiye’deki siyaset sınıfına, özellikle Erdoğan-Gül ve çevresine “Hepinizin her şeyini, ciğerini bile biliyoruz” mealinde bir mesaj uçurulmuş oldu.

Avrupa’nın sahibi konumundaki bir hegemon ülkenin başbakanını bile dinleyen bir ülke, Ankara’nın badem bıyıklı tüccar imamlarını mı izlemeyecek? Bunların bütün bağlantılarını mı kayda geçirmeyecek ve zamanı gelince de kullanmayacak? Bu, işin bir yanı.

İşin Berlin ve Ankara vehametinden daha önemli yanı ise şu: İş bu noktaya gelmişse, ortada bir süper güç değil, gücünü yitirmiş “bir kocamış kurt” veya epey yaralı bir “arslan” durmaktadır. ABD her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmaya başladı ve bizdeki uşaklarının işi çok zor...