Ne Memleket Ama…

Bir bağırtı çağırtıdır gidiyor.

Hemen her gün, yeni bir kavga sebebi yaratılıyor.

Hakaretin bini bir para.

Ülke, toplam otuz cümleyle siyaset yapmanın bedelini ağır ödeyecek gibiye benziyor.

Ama, 'dosyalar savaşına' diyecek yok!

Ankara'da iş, 'çıplak görüntülere' kadar indirilip bayağılaştırıldı.

İhaleler, arsa alım-satım yolsuzlukları, kooperatif hisseleri, ailenin mal varlıkları, şirketlerin götürdükleri, Deniz Feneri derken, arada birilerinin canları 'fena' yanıyor.

Meğer, ne kadar çok "dişli" varmış memlekette!

Ancak, bu işin sonu hayırlı değil!

Tamam, su bulanıyor bulunmasına da, balıklar ölüyor.

Bu durum, nedense kimsenin umurunda değil.

İşsizlikle birlikte yoksulluk, tüm toplumu kuşatmış durumda.

Bugün bu ülkede, şikayeti olmayan hiçbir sektör kalmadı.

Tarımsal alandaki yıkım, köylüyü ve çiftçiyi batırdı. Banka borçları yüzünden 'icralık' olmayan tarım üreticisi yok,

Küçük üretim ilişkileri, ülke ekonomisindeki yerlerini terk etmek zorunda kaldılar.

Kazançlı çıkan yine burjuvazi.

İşçilerinin haklarını da vermeyerek, kapının önüne koyup, faturanın bedelini ödemeyi de kabullenmiyor.

Ne adalet ama!

Toplumsal katmanlar arasındaki uçurum, giderek büyüyor.

Zaman işledikçe, binlerce yurttaş işsizler kalabalığına katılıyor.

Ben devletin yalancısıyım!

Yalnızca geçtiğimiz ay, 650 bin insanımız işsiz kalmış!

Yine aynı devlete göre toplam 3.5 milyon insan işsiz!

İşte seçimler sürecindeki memlekette, 'siyaset' denen cambazlık, tam da böyle bir ortamda yapılıyor.

Bu yüzden ortalarda uçuşan dosyalar, yoksullar için fazlaca bir şey ifade etmiyorlar.

Olsa olsa bu çekişmenin adı, 'birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmek' olabilir!

Bu da bu ülke yurttaşları için, hiçbir şey ifade etmez.

İstanbul'da yaşanan kapışmayla Ankara'da yaşanan kapışmanın aynı eksende, aynı içeriklerle yürütülmesi ise, kirli siyasetin nereye kadar tıkandığının belirtisi olsa gerek.

Yine de en başarılısı İ. Melih!

Adamda her tür atraksiyon var.

Son olaya bakıldığında, 'yapamayacağı yok' gibi!

Bu zatın karşısına Başbakan çıkıp deseydi ki, 'hayır, Başkanlık buraya kadar'.

Hiç gözünün yaşına bakmaz, onu da harcardı!

TV ekranlarından izliyorum.

Bütün kenti köstebek yuvasına çeviren, geçitler ve kavşaklarla övünüyor!

"Kentin dokusunu bozdunuz, sistemi kilitlediniz" diyorlar, "bu solcuların attığı çamurdur, neresini bozmuşuz" diyor.

Sayıyorlar tek tek, hepsine tuhaf gerekçeler bulup yanıtlamaktan kaçıyor.

Halkın durumu konuşuluyor, dağıtılan yiyecekler, kömürler soruluyor.

Bir pişkin cevap daha "O halk kime oy vereceğini bilir. Biz, bu kadar insan karnını doyursun diye çalışıyoruz."

Su konusunda soru yağmuru var, 'ter basıyor' adamı, ama meseleyi 'yardımlara' getirip, soruları yanıtlamaktan pişkince kaçıyor.

"Dikmen Vadisi" denince köpürüyor.

Sol ve solcu düşmanlığını, hakaretlere vardırıyor.

ODTÜ tek kelime ile "düşman", ne yapıp edip içinden yol geçirmenin hesaplarını anlatıyor.

İşini biliyor.

Sıkıştıkça vurduğu yer hep aynı, sol!

İstanbul'da ise durum, at yarışı gibi.

Adaylar turnikelere girmişler, spikerlerin elinde mikrofonlar, anlatıyor da anlatıyorlar.

Evinizde oturduğunuz yerden, çirkin bir komedinin orta yerine düşüyorsunuz!

"İki gün mühlet veriyorum, iki gün sonra açıklayacağım"

Yahu niye kardeşim. Nedir seni bekleten. Varsa söyleyeceğin söyle işte.

İki gün geçiyor. Paketten belediye şirketlerinin hesapları çıkıyor.

Şimdiye kadar neredeydiniz be kardeşim?

Madem bu yolsuzluk dediğiniz namussuzluk, ur gibi sarmış bu memleketi, bu belgeler daha önce niye açıklanmadı da, seçimler beklendi?

Bu ülkenin yurtseverleri, sosyalistleri, namuslu aydınları, sanatçıları avaz avaz 'bunlar, kara akıllı' diye bağırmıyorlar mıydı, neredeydiniz?

'Yolsuzluk' deniyor aldıran yok, 'bu kent can çekişiyor' deniyor dinleyen yok, 'su-temizlik-trafik-eğitim-sağlık' deniyor, soruları yanıtlamak kimsenin işine gelmiyor.

"Olası bir İstanbul depreminde 4 milyon yurttaş zarar görecek.

En az 70 bin insan ölecek.

110 bin konut ve işyeri, yerle bir olacak.

Köprüler, viyadükler, kavşak bağlantıları yıkılacak.

Hastahaneler, okullar ve ibadet yerleri büyük zararlar görecek.

Tarihsel kalıtlar, enkaz altında kalacak.

Su ve doğalgaz şebekeleri, kanalizasyon, iletişim ve ulaşım hizmetleri çökecek."

Tarafların ağzını bıçak açmıyor.

'Kentsel dönüşüm projeleri, kentlerin merkezlerini uluslararası ranta hazırlıyor, yoksullar kent yaşamından uzaklaştırılıyor, bir arada yaşama kültürü hançerleniyor.'

Sus-pus.

'Sanat alanları yok edildi. Kentlerin merkezlerindeki opera, bale, tiyatro ve senfoni, yerlerinden koparılıp, işlevsizleştirildi. Sanat yaratıcıları ve alımlayıcılar, sahnesiz ve salonsuz kaldılar.'

Uzunca bir kem-kümden sonra, zoraki verilen yanıtlarda gerekçeler var ama gerçek yok.

O küçük, zavallı '2010' yalanına güvenerek, yeni açılımların rüyalarını kuruyorlar!

Bunlar, koca koca adamlar.

Arkalarında koca koca bütçelerle, koca koca partiler var.

Nasıl olur da, ülkenin sanatsal geleceğini bile, 2010'a havale ederler, anlamak mümkün değil!

Sonunda bunca karmaşa içinde, biraz da bunalmış, daralmış iken, 'hepsinin köküne kibrit suyu' deyince, ohh rahatlıyorsunuz.

Dönüyorsunuz yüzünüzü ülkenin yurtsever-sosyalist belediye başkanları adaylarına biri Hopa'dan ses veriyor, bir diğeri Samsun'dan. Bir başkası İzmit'den.

Ülkenin dört bir yanından sesler yükseliyor.

Bugün Anadolu'da birçok il, ilçe ve beldede, farklı partiler ve yapılarda siyaset yapan sosyalistler, 'birlikte davranma kültürü' konusunda bir sınav veriyorlar.

Bunun iyi sonuçlar oluşturmasını umuyorum.

Ortaklaşmış akıllar, farklı kapılar aralarsa buradan sanat alanları ve aydın tartışmasına da yeni görevler çıkar.

[email protected]