Kısır döngü!

Dış ve iç politika iç içe geçmiş durumda; birbirini besliyor. Dünyanın büyük çoğunluğu böyle, Türkiye’deki duruma bakalım.

OHAL üç ay daha uzuyor, bir yıla sarkacağı söylentileri doğru çıkabilir.

İktidar ne yapmak istiyor?

15 Temmuz’dan bugüne iktidar “FETÖ ile başkası mücadele edemez; bugünkü iktidar alternatifsizdir” görüşünü insanların beynine çivilemek istiyor.

İktidar Gülen cemaati soruşturmasının kendi mensuplarına bulaşmasından korkuyor, ihtimaldir ki çorap söküğü gibi durduramayabilirler. İktidar klasikleşen yöntemine başvuruyor: Gülen cemaatinin yalnızca kendi içlerinde olmadığını, muhalefet partilerinin içinde de bulunduğunu bu nedenle sorumluluğun paylaşılması gerektiğini dile getirerek muhalefet partilerine aba altından sopa gösteriyor.

Öte taraftan ise tekrar bir “Dava” söylemine başvurulduğu görülüyor, peki ama bu dava nedir? Tek cümle ile günümüz koşullarında kapitalizmin İslami modelini hayata geçirmek olarak tarif edilebilir. Böyle bir dava tanımı ve benzer bir epistemolojinin iktidar ve eski ortağının ortak noktaları olduğu söylenebilir. Bu benzerlikler farklı cemaatleri bir araya getirebildiği gibi, aralarında çok sert çatışmalara da yol açabildiğine bu ülkenin yurttaşları olarak çoktandır şahit oluyoruz. Cemaatleri şöyle tanımlamak mümkün: İlahi bilgilerle donanımlı çıkar grupları. 15 Temmuz akşamında, aralarından ilkokul mezunu bir vaizin liderliğini yaptığı bir cemaat bu davanın ruhuna ve epistemolojisine uygun, fakat diğerlerini ikincil konuma düşürecek, hatta bazılarını yok edebilecek, yeni bir Türkiye’yi inşa etmek için bir darbe girişiminde bulundu. Herhangi bir cemaat grubunun gücü ele geçirdiğinde nasıl faşizan olabileceğine son 15 yılda bütün bir ülke olarak maruz kaldık. Karşı karşıya oldukları zillete dayanamayıp intihar edenlerin, suçsuz yere içeride yıllarını kaybedenlerin, işini ve maruz kaldıkları haysiyet cellatlıklarına karşı itibarlarını yitirenlerin ülkesi haline geldik.

İktidarın eski ortağının başarısız kalkışma girişiminin blok içi sürtüşmeyi kanlı bir güç çatışmasına çevirdiği anlaşılıyor. Gülen cemaati arkasına ABD’yi alırken, iktidar taraftarlarını pekiştirmeye, muhalefeti karşısına almamaya, sermayenin bir kısmını tasfiye ederek kendine sadık yeni girişimci sınıf üretmeye yönelik projeler üretiyor.

İktidar partisi içinde ise tedirginlik var: Eski ortakları şimdi hasım. Kim kimi ne zaman ve nasıl gammazlayacak korkusu içinde bulunanlar azımsanmayacak sayıda. İktidarın üst yöneticileri ve il ilçe yönetimlerinde bulunanlar FETÖ soruşturmalarının kendilerine yönelmesini istemiyorlar. Mensuplarının çoğunun şöyle ya da böyle etkileneceğinin farkındalar; ne de olsa on yıl fiili ortaktılar.  Öküz de halen yaşıyor; bazıları ortaklığın niçin bozulduğunu anlamakta zorlanıyor. İktidar 17/25 Aralık 2013’ü milat ilan ederek kendi tabanını tamamen karşısına almamaya özen gösteriyor. İlerde geçmişe yönelik af çıkartırsa şaşırtıcı olmayacaktır. Gerçek o ki, iktidar bütünüyle Gülen cemaati ile ilişki içindeydi. Bu gerçeği önce ikrar, sonra inkâr ederek veya hukuki olmayan milat tanımlaması yaparak kapatmak pek mümkün görünmüyor. İktidar ilişki gerçeğini yaygınlaştırarak sorumluluğu paylaşmak istemektedir.

İktidar, “FETÖ ile başkası mücadele edemez; bugünkü iktidar alternatifsizdir” görüşünü kanıksatmaya çalışsa da iktidarın bu tür sorunları çıkaranlar arasında bulunduğu gerçeği iktidarın söyleminin sınırlılıklarını da göstermektedir. İktidarın çelişkilerinin üzerine gitmek elbette önemli, fakat esas mesele alternatifsizlik söylemine karşı alternatifi sunmak ve bunun gerçekleştirilebilir olduğunu gösterebilmektir. Kapitalizmin krizleri elbette devam edecektir, sistem içi krizler üzerinden muhalefet yapmak iktidarın ve kapitalizmin çelişkili yüzünü sergilemek için oldukça anlamlı, fakat sorunları çözmüyor. Karşı hegemonya ancak alternatif sistem üzerinden kurulabilir, bunun ne olduğunun içi iyi doldurulmalı ve anlatılmalıdır.

İktidar dış politikada da alternatifsiz olduğu kanısını yaymaya çalışıyor. Bunu şöyle bir döngü içinde yapıyor: Dış ilişkisinde bir aktör ile sürtüşmeye girdiğinde hemen başkasına yanaşmaya çalışıyor, orada da yaşanan krizden çıkmak için diğer aktörlere yöneliyor. Her yeni yönelimde karşı tarafa bir şeyler vererek kriz sarmalı içinde kendi iktidarını sürdürebilir kılmayı hedefliyor.

Örneklere bakalım: ABD ve AB ile gerginlik yaşadığında Putin’e Şanghay İşbirliği Örgütü’ne bizi alın diyen yaklaşım, hızla Rusya Federasyonu ile çatışma sürecine girdi ve yanlış düşman edindi. Davutoğlu’nu uzaklaştırıp Rusya ile ilişkisini yeniden düzeltiyor, karşılığında Rusya’ya ve ABD’ye bir şeyler veriyor. Elbette karşı taraftan da bir şeyler alabiliyor. Dış politikanın rasyonel al-ver ilişkisi olduğunu düşünüyorsanız işte büyük yanılgı burada. İktidar al-ver ilişkisini tasarlarken alternatifsizliğini kanıksatmak istiyor. İncirlik üssünün kullanımı bunun için net bir örnek; önce ABD’nin sonra Almanya’nın da kullanımına açıldı. Ne karşılığında? Irak’ta sınır ötesi operasyon yapılması ve YPG’nin Fırat’ın Batısına geçmesine izin verilmemesi karşılığında. Peki, bu durum Fırat’ın doğusundaki durumu kabul etmek anlamına gelmiyor mu?

Musul krizi önemli bir örneklem sunmaktadır. Bir yıl önce Türkiye’nin Musul’da bulunan askerlerinin geri çekilmesi gerektiğini Irak merkezi yönetimi dile getirdiğinde, bunu Rusya açıktan desteklemişti; Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri kriz içinde olduğu için. Bugün ise Türkiye’nin Musul’dan askerini çekmesi gerektiği görüşüne gönülsüzce de olsa destek veren aktör ABD. 9 Ekim’de ABD başkanlık tartışmasında Hillary Clinton Kürtlerin hem Irak hem de Suriye’deki en iyi ortakları (our best partners) olduklarını ifade ederken, Kürtleri silahlandırmayı da düşüneceğini belirtti. Görüldüğü üzere Obama yönetimi gibi Clinton da eğer başkan seçilirse, bu iki ülkeyi dizayn çabalarında Türkiye’den çok Kürtlerle çalışacağını belirtmektedir. Yaklaşan seçim öncesi süreçte, Musul operasyonu ABD yönetimi için önemli; Hillary Clinton’ın ABD başkanı seçilmesi için destek olacağı varsayılıyor. Amerikan yönetimleri başarı hikâyelerinden beslenir; başarı hikâyesinin kimlere nasıl pahalıya mal olduğunu örter. ABD Musul operasyonu üzerinden orada iplerin elinden çıkmasını önlemeyi de hedefliyor. Musul’da üstesinden gelemeyeceği bir çatışma içine düşmemeye özen gösteriyor.

Ancak Musul sadece ABD için önemli değil, Musul Türkiye’deki iktidar için de önemli. Eğer Musul’dan asker çekecek olursa iktidarın hamasi-hegemonik söylemi büyük yara alır. Başika’daki askerler üzerinden iktidar kendilerini oyunun içinde tutmaya çalışırken, emperyalistler bu askeri varlığı Türkiye’ye karşı bir kaldıraç olarak kullanacağı görülmektedir.  Yani ABD ve diğer ortakları açısından Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığı Türkiye’den istediklerini almak için kullanabileceği araç-varlıktır. Dolayısıyla Irak’tan Türk askerinin bu noktada tamamen çekilmesini emperyalizmin istediğini söylemek anlamlı değildir; zayıf konumda ve kol mesafesinde tutmak isteyecektir.

Buradaki askeri varlık ve bunun üzerinden giderek artan Irak-Türkiye restleşmesi de ABD açısından Türkiye ile Rusya arasında yakalanan şimdilik geçici uzlaşıyı da zayıflatabilecek ve ikili oyunlar ve krizlerle istediğini alabileceği bir zemindir. Muhtemeldir ki ABD Türkiye’den belli tavizler aldıktan sonra Türkiye’nin Musul’da asker bulundurması devam edebilir; aksi halde yeni bir krizin yükseleceği söylenebilir. Ne ABD ne de Türkiye böyle bir krizi isteyecektir. Musul operasyonunda Türkiye’ye kenarda durması veya ABD komutası altında rol alması istenebilir veya orada kalıp Musul operasyonu sonucuna göre yeni eğitim görevleri tevdi edilebilir. Bütün bunlar şaşırtıcı olmayacaktır, çünkü iktidar uzak yakın komşularla müzakere döngüsünü sürdürmek ve alternatifsiz olduğu görüşünü pekiştirmek istemektedir.

Fırat Kalkanı operasyonunda iktidar Rusya ile al-ver ilişkisine girmiş durumda, burada ABD ile ilişkisinin daha gergin olacağı aşikâr. Hatırlayalım, iktidar Rusya ile ilişkisini bozduğunda Suriye denkleminin dışına itilmişti. Rusya ile ilişkiyi düzelterek tekrar bu denklemin içinde yer almaya çalışıyor. Fırat Kalkan’ı operasyonunun ABD-Türkiye-Rusya üçlüsünün uzlaşısı olduğu açık. Türkiye’nin Cerablus’a girmesine izin verilmesi karşılığında ABD, YPG’nin Fırat’ın doğusunda varlığının tanınmasını garantiye alması, Rusya’nın ise IŞİD’in Türkiye üzerinden Kafkasya ve Rusya Federasyonu’na geçişinin önüne geçilmiş olması, ayrıca ABD’nin Kürt koridorunu tamamlamasının ötelenmesi. İlerde koridorun tamamlanması daha güneyden denenebilir. Buna Rakka’da yaşanacak çatışma ve ABD’de başkanlık seçiminden sonra karar verileceğini tahmin etmek mümkündür.

İktidarın hızla “Esad gitmeli” sözünü sarf etmesinin gerisinde yatan neden Rusya ile girdiği ilişkinin ABD’yi dışlamayacağı mesajını vermek için olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bugünkü koşullarda Esad’ın gitmesi gerektiğini dile getirmenin reel bir karşılığı yok. Bu, iktidarın ABD’ye verdiği bir mesajdır: ABD’ye karşı Rusya ile kalıcı bir ittifak içinde olmayabileceği mesajıdır.

Öte yandan, iktidarın Rusya ile yinelediği ilişkide Türk Akımı adıyla bilinen gaz boru hattı anlaşması ve Akkuyu’da yapılacak Nükleer Enerji Santrali anlaşmalarını savunma sanayii ve füze savunma sistemine teşmil etmek istediğini dile getirmesi Avrasyacıların bir kanadının iktidara yakın tutulmasıyla ilgili olabilir. Füze savunma sistemi konusunda Çin ile girdiği ilişkinin fiyasko ile sonuçlandığı gerçeği ortada iken Rusya ile füze savunma sistemi ve savunma sanayii meselesini NATO’ya rağmen gerçekleştirmesi imkânsız olmasa da olasılığı düşüktür. Emperyalizmin iktidarı sınadığı, iktidarın uzunca bir süre direndikten sonra, son kertede geri adım attığı örneklerle bilinmektedir. Bu nedenle iktidarın savunma sanayi teknoloji transferi konusunda sistematik bir çalışma yaptığını varsaymaktan ziyade Rusya ile yinelemeye çalıştığı ilişkiden yola çıkarak muhalefetin bir kanadını yanında tutmak için yaptığı bir hamle olduğu söylenebilir.

Güvenli bölge oluşturulması önerisinin yeniden gündeme getirilmesi de iktidarın ABD, AB ve Rusya’ya vermek istediği mesajlarla ilgilidir. Yap-işlet-yönet modeli üretilen muhalifler önerilen güvenli bölgeye yerleştirilerek Esad yönetimi sürekli huzursuz edilebilecek, böylece ilerde ABD ile bu hattan nikâh tazelenebilir olacak. Rusya’ya verdiği mesaj ise cihatçıların güvenli bölgeyi geçemeyeceği. Kendi iç politika malzemesi için de Kürt koridorunun öteleneceği umudu.  

İktidar kendisi ile müzakere edilebilir olduğunu yineliyor. AB ile de aynı strateji üzerinden ilişkisini sürdürüyor.

Kapitalist sistem dışında sistem tahayyül edemeyen partilerinin muhalefeti bu teranenin değirmenine su taşır.  İktidarın müzakere kodlarını çözen emperyalistler muhalefeti de aynı kefeye yerleştirip alternatiflerinden istediğini seçebilir duruma gelir. İktidar daha çok şey vererek iktidarının alternatifsiz olduğunu göstermeye çalışıyor. Muhalefetin iktidarın alternatifsizlik söylemini tersine çevirmesi ancak alternatif karşı hegemonya kurabilmesi ile mümkün olabilir. Karşı hegemonyayı aynı analiz çerçevesi içinden kurabilmek mümkün olmaktan çıktı, çünkü iktidar o alanı kapatmış ve kendini koruma altına almak için gerektiğinde zor kullanmayı alışkanlık haline getirmiş durumda.

 

Not: Geçen hafta ODTÜ Mezunlar Derneği Genel Başkanı Himmet Şahin’i sonsuzluğa yolcu ettik, üzüntümüz büyük. Himmet başkanın öğrenciler ve mezunlar için başlattığı programlar anılarıyla birlikte yaşasın…