Flamasız Gezi'nin dayanılmaz ağırlığı

Gezi'nin kahramanlarını hatırlıyor musunuz?

Gezi'nin yarattığı kahramanları.

İsimsiz milyonlardan söz etmiyorum. Gezi'den önce de ülkenin ünlülerinden olan, “tanınmış” kişiler olan kahramanlardan, hani Şafak Sezer'in bile az daha listeye dahil olacakken hızla dışına kaçmış olduğu “gemilerini yakmışlar”dan söz ediyorum.

Aralarında dizi oyuncuları, tanınmış müzisyenler, “televizyoncu”lar vardı.

Bir kısmı, politik eğilim olarak solda olduğu zaten bilinen, son yıllarda “muhalif duruş” sergilemiş kişilerdi. Siyasi tercihleri belirgin, örgütlü mücadele geçmişi olan, ve hatta belirli bir siyasi çizgide örgütlü mücadele vermekte olanlar bir yana...

“Muhalif olduklarını, özgür düşünceli, çağdaş kafalı kişiler olduklarını biliyorduk ama gaz maskeleriyle falan önlerde görünce başka bir güzel oldular” denilenlerden söz ediyorum.

Aralarında “fazla” öne çıkan, “fazla” göze batanlar oldu.

Örgütçü değillerdi ama Gezi'nin gündelik örgütlenmesinde oldukça etkin rol aldılar, çalışkanlık gösterdiler.

İsim saymaya kalkmayacağım.

Kınamak, teşhir etmek gibi bir derdim de yok. Zaten bir kısmı için açıkça “peki şimdi nerdeler” sorusunu sorarken, kişilerle uğraşmak niyetinde de değilim.

Ama çıkartılması gereken dersler var.

Ve toplumsal mücadelenin yasası, ders çıkartmamak sadece bir eksiklik, bir boşluk, bir bilgi ve görgü yoksunluğuna neden olmuyor. Alınmayan derslerin yeri boş kalmaz, yanlışlar, yanılsamalar, hayaller, paranoyalar doldurur boşluğu.

Gezi'nin isim sahibi kahramanları, o günlerde gözünü kırpmadan gemilerini yakmış olanlar, şimdi ne haldeler, nerede, ne yapıyorlar?

“Sanatlarıyla devam ediyorlar mücadeleye, insanları aydınlatmaya” gibi kalıplar çok anlamlı değil. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, bu cümlenin doğru olabilmesi için bile belirli bir politik tavrı ve cüreti gösteriyor olmak gerekiyor. “Üretmeye devam edebilmek için militan politika ile arama mesafe koydum” cümlesinin eskimiş bir yalan olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve tersine değerlerinden ödün vermeyen, “böyle bir zamanda sessizlik bana yakışmaz” diyenlerin ancak, gerçekten üretmeye devam edebildiklerini de...

İsim vermeyeyim dedim ama mesela sanırım Levent Üzümcü iyi bir örnek. Üstelik çok cesur olduğu, gözünü budaktan sakınmayan bir kabadayı ruhuna sahip olduğunu düşünmek için hiçbir neden yok. Zaten kendisi de gördüğüm kadarıyla “kuru cesareti” kutsayanlardan değil. Ama sessizliğe gömülmeyi kabullenmedi. Hakaretlerle, tehditlerle karşılaştığındaysa, bunları duyurmayı, teşhir etmeyi tercih etti.

Ama ya başkaları...

“Sektörde” dedikodu çok yaygındır. Ve zaman zaman “tencere dibin kara” meselesine döner.

Fakat, görünen köy dedikodu da istemez.

Bu isimlerin bir kısmının aldıkları tehditlerden sonra büyük bir korkuya kapılıp geri bastıkları, “aman” dilemek değil ama araya konulan olmadık tanıdıklar aracılığıyla “tamam rakip olabiliriz ama öldürmek falan gibi şeyler de nereden çıktı” gibi mesajlar yolladıkları söyleniyor.

Yine fren! Cesaret üzerine, dik duruş üzerine ders verecek değilim.

Ama bunlar doğruysa burada korkaklık değil aptallık vardır bence.

Ve bu aptallığın kaynağını ben biliyorum.

Gezi'ye uygun bir manevra arandığında bula bula “flamasız Gezi”yi bulan arkadaşlar, sular geri çekildiğinde “flamasız” bir başlarına kalmanın trajedisini yaşadılar.

“Örgütlü olmak bir sığınaktır aynı zamanda” demiyorum. Öyledir elbette. Ama bu bir “hayatta kalma” (survival) stratejisi/matematiği olarak görülemez. Çünkü çoğu zaman örgütlü bireye düşen davayı ya da sığınağı korumak adına ortaya atılmaktır. Yani örgütlü olmak, örgütü korur, örgütlü bireyleri değil.

Ama örgütlü olmak, akıl sağlar. Sağduyu sağlar. Paniğin, dehşetin, ani tansiyon değişikliklerinin ilacıdır.

Örgütlü olmak, “boşversene, kılına dokunsunlar ortalığı ayağa kaldırırız” diyebilen yoldaşlara sahip olmaktır. Ve bunu duyanın “kılıma dokunduktan sonra onlar, ortalık ayağa kalkmış bana ne” diye değil, “benim kılımdan bile insanlık için bir hayır çıkartacak yoldaşlarım var” diye düşünmesidir.

“Baştan söyleyeyim” denir ya, ben de sonda da olsa söyleyeyim: Bu yazı, öyle hesaplı kitaplı bir yazı değil. “Tam yerine rast getirip manzara koymak” gibi bir planın ürünü değil yani.

Dün, Haziran Direnişi'nin bize bağışladığı yoldaşlarımızdan biriyle konuştuklarımızın tamamladığı bir devrenin ürünü.

Flamasız Gezi dediniz.

Flamasız olur. Yeri gelir indirirsin flamanı. Biz de indirdik. Hatta, örgüt adlarını koca koca yazıp hiçbir şey söylememektense, bazen sadece bir şey söylemek en doğrusudur. “Boyun Eğme” dersin mesela. “Komünistlerin sözü olduğunu zaten herkes biliyor” diye değil, “boyun eğmeyenler sonunda birbirini bulur zaten” dediğin için imzanı da atmayıverirsin. Flamanı indirirsin.

Ama kafandaki flamaysa mesele...

Yani örgütsüzlüğü bir erdem olarak görmemiz isteniyorsa...

Yok, o flama inmez.

İnerse sadece örgüt değil, insan küçülür.