Onu görünen yüzünden ibaret görüyoruz. Gericiliğin, emperyalizm çağında basitçe bir "gerilik" olmadığını unutuyoruz. Bunun için çok nedenimiz var elbette.

Bu adamların şakası yok!

Bazen zayıf yanımız, en güçlü yanımızdan beslenir.

En görkemli hallerimiz, bir sonraki turda ayağımıza vurulmuş zincirler haline gelir.

"Gezi mizahı" adı konuldu, hep birlikte koyduk. Sadece solumuzun değil ondan ayrı düşünemeyeceğimiz toplumumuzun biraz da gericilik yıllarının baskısıyla patlamış parlak yanını yansıtıyordu.

Hem zeka hem de duyarlılık işaretidir mizah. Ülkenin belki de en ciddi, en ne yaptığını bilen aydınının taşıdığı etiketin "mizahçılık" olması tesadüf değil.

Ve fakat bugün bu güzel yanımız, neredeyse bir tür bağımlılık gibi bizi körleştiriyor.

Türkiye gericiliğini hafife alıyoruz.

Onu görünen yüzünden ibaret görüyoruz. Gericiliğin, emperyalizm çağında basitçe bir "gerilik" olmadığını unutuyoruz. Bunun için çok nedenimiz var elbette.

Gericiliğin sahnedeki isimleri gerçekten gülünçlük derecesinde aptalca şeyler söyleyebiliyor, yapabiliyor.

Ama bu işin şakası yok.

Türkiye gericiliği, kafa yapısı olarak "düz dünyacı" manyaklardan farksız ahmak yobazlardan ibaret değil.

Türkiye gericiliği, ciddiye alınması gereken bir tarihsel birikim üzerinde bugün maceradan maceraya koşmaya hazır bir arkaplanı kendine yedeklemiş, daha doğrusu gücünü ondan alarak yükselmiş bir gerçek.

Bu ülkeyi gericilikten temizleyeceksek, onu daha fazla ciddiye almamız lazım.

Erdoğan'ın "aya yolculuk" açıklamalarının cehalete yakın bir yüzeysellik taşıdığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu açıklamaların aynı zamanda ucuz bir seçim çalışması olduğunu herhalde inkar edemeyiz.

Ama bu "uzay hamlesini" sıkışmış iktidar partisinin son hokkabazlığından ibaret görmek gerçekten ölümcül bir hata olur.

Bu hafta soL "sayfalarında" Ogün Eratalay'ın, bu meselenin derin yanlarını ortaya koyan bir çalışması yayınlandı.

Bu çalışma, cin fikirli parlak bir keskin görüşlülükle filan değil, önemli bilgilerle, sahada olup bitene dair herkesin kolay ulaşamadığı deneyimlerle beslenmiş bir çalışmaydı.

Hiç tartışılmadı. Önemseyip "bu işin bu yanı da varmış dikkat" diyen de çıkmadı.

Oysa bu çalışma, "aya yolculuk" saçmalığının altında yatan ve ne Erdoğan'a ne de AKP'ye indirgenemeyecek olan bir sınıf vizyonunu deşifre ediyordu. Türkiye sermaye sınıfının aslında boyutlarını ve karşılıklarını herkesin gördüğü vizyonunu.

Eratalay, Türkiye burjuvazisinin (AKP iktidarının elbette) gündeminde bölgesel hakimiyet arayışlarını güçlendirecek projelerin olduğunu ortaya koyuyordu.

Erdoğan'ın cehalet ve hamaset dolu sözlerinde gizlenmiş olan ama bakıldığında görülmemesi mümkün olmayan şeylere işaret ediyordu.

"Aya filan gidecekleri yok, zaten aya gitmenin öyle fantazinin ötesine geçen özel bir anlamı da yok artık. Ama aya gitmekten söz edenler kendi füzeleriyle fırlatıp, dünya yörüngesine yerleştirecekleri kendi kontrollerindeki askeri uyduların peşindeler" diyordu mealen.

AKP Türkiyesi'nin örneğin Pakistan'la çevirebileceği işlerden söz ediyordu. Pakistan, soğuk savaş döneminin kendisine tanıdığı alanda nükleer silahlara ve bunları uzak mesafelere fırlatacak balistik füzelere sahip bir ülke. Bunu hatırlatıyordu.

Sol muhalefetin sadece alay etmek, hafife almak için üzerinde durduğu, "bağımlı kapitalist ülkenin en geri unsurlarının elinde şekillenen bir silah sanayi" haklı ezberiyle küçümsediği, marketlerde satılan dronlarla Bayraktar'ın İHA'larını bir tuttuğu "askeri kabiliyetlere" dikkat çekiyordu.

AKP elinde 10 milyar dolara dayanmış silah ihracatı, elbette bu alanı bağımlılık belirleyeninden kurtarmıyor. "Kanada motor vermeyecekmiş" denildiğinde ortalığın bir karışıverdiği de gerçek. Üstelik "Kanada vermediğinde başkasından alıyoruz" sözleri aslında bir gerçeği ortaya koysa da bu gerçek pek de "iyimserlik" yaratacak bir gerçek değil: Türkiye'nin gerici militarizmi bağımlılık ve taşeronluktan ne yapsa kurtulamıyor. Bayraktar, Kanada vermediğinde başkasından alıyor doğru, çünkü aslında "büyük" oyuncuların artık geride bıraktığı, küçük tüccarlara kakaladığı teknolojilerin alanında dans ediyor.

Ama dans ediyor.

Ve asıl büyük tehlike, palavra ve hamaset bağımlısı olmuş yığınların "aya gidiyoruz, SİHA'larımız dünyayı dolaşıyor" hikayelerine inanması değil.

Asıl büyük tehlike, "aya yolculuk" projesinin, iki tane uyduruk füze rampasını imha eden SİHA videolarının arkasında, bu ülkeyi yeni ve halk düşmanı maceralara taşıma niyetinde saklı.

Koca bir ülke, bütün birikimiyle, bütün çalışkanlığı ve emeğiyle dünya rekoru sayılan haftalık çalışma saatleri ve dev bir işsizler ordusuyla sermaye sınıfının gerici maceraları için çalışıyor. Koç'u, Zorlu'su, Şahenk'i, Sancak'ı yeni milenyumun "büyük satranç tahtası"nda parsa toplasın diye çalışıyor.

Bu çalışmayı küçümseyip alaya almak yerine, zinciri kıracak hamleleri hayata geçirmek gerekir.

Roketlerin, SİHA'ların, paletleriyle birlikte tankların milyonlarca insanın yoksulluk ve kölelik koşullarında yaşaması pahasına üretildiğini unutturmamak görevimiz.

Bir punduna getirip uzaya yollayacakları "Cakabey" isterse bir çobandan devşirilmiş olsun... Uzay macerasından, SİHA'lardan asıl nemalanacak olanların büyük patronlar olduğunu göstermek görevimiz.

"Türk gücü" hamasetinin sınır ötesi maceralarda kan dökecek ve kanı dökülecek köylülerle, onlara uzak ülkelerde başka halklara sıksın diye silah üretecek yoksul ve yorgun işçilerin habercisi olduğunu anlatmak görevimiz.

Alpaslan Savaş

Bu görevleri unutup, düzen siyasetinin kürsülerinde şekillenen saçmalıklara cevap yetiştiren sosyal medya gevezeliklerine kendimizi kaptırmak bir küçük burjuva yavşaklığı olur, gezi mizahı filan değil.

"Kamuoyunun" gündeminin gerici cehaletle demokrat şaşkınlık arasında pay edilmiş olması, her köşesinden "açız, işsiziz, geleceksiziz" sesleri yükselen bir ülkede kabul edilebilir şey değildir.

Her şeyden önce bunu değiştirmeliyiz.

İşçi sınıfımızın, toplumsal mücadele birikimimizin, siyaset alanına çöreklenmiş şaşkın ve hokkabaz piyasacı düzen adamlarını susturmaya fazlasıyla yetecek "hakkını isteyen emekçilerin" düzenin tercihleriyle oluşan hikayelerle görünmez kılınmasına bir son vermeliyiz.

İşte o zaman ülkenin başına çöreklenmiş örgütlü ahmaklıkla, örgütlenmiş kötülükle alay etme hakkımız ve görevimiz ortaya çıkar.

Zaten cehalet ve akılsızlığın artık olağanlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Trump gülünçlük derecesinde cahil bir patrondu.

Ama ona büyük emperyalist gücün direksiyonunu 4 yıl için teslim eden de cahil ve akılsız Qanoncular değildi.

Bu adamların şakası yok.

Mücadelemizi ciddiye alalım. Sonra istediğimiz gibi şakalar yapar, hep birlikte güleriz.