"Kapatın demiştiniz, kapattık işte" diyecekler. Hafta boyunca günde iki vasıta gidip geldiği işinde yüzlerce işçiyle temas edip haftasonu pikniğe gitmeye kalkıştığında evine geri gönderilen işçiye...
Kasım ayı sonunda Covid olduk. Maaile.
Haftasonu Moda Parkı'nda hıncahınç dolu çimenliklerde eğlendiğimiz için değil.
"Çocuğu okula gönderdiğimiz" için de değil.
Kritik bir hastamız vardı. Omzunda büyüyen kemik dokusunun Covid ortası hızlı muayenelerle geçiştirildiği ayların sonunda sorun ertelenemez hale geldi ve biz İstanbul'un hastanelerini, ortopedi ve dahiliye koğuşlarından başlayarak gezmeye koyulduk. N95'lerimizin altına taktığımız cerrahi maskelerle.
Önce tedbir, sonra tevekkül!
Yatan hasta koğuşlarının büyük harflerle A4 kağıtlara alınmış çıktılarda yazılı bir kuralı var: "Refakatçi zorunlu!"
Eskiden refakatçi sınırlamalarıyla, ziyaret saatleri dışında giriş yapılmamasıyla, kolonya, meyve getiren ziyaretçilerin terslenmesiyle oluşan bir imgesi vardı bende hastane odalarının.
Şimdi tablo farklı. Covid'e rağmen giren çıkanın kısmen denetlendiği ama bir yerden sonra herkesin "kuralsızlığın kural olmasına alışmış olduğu bir ülkenin" hastaneleri var artık...
Kuralsız dedim ama... Hastanız varsa, yatırdıysanız yanına bir refakatçi koymak "zorunluluğunuz" var. Covid'le ilgili değil bu kural. Hastabakıcıların, temizlik görevlilerinin, nöbetçi doktorların hastalarınızla uğraşacak hali yok. Buna onlar karar vermiş değil tabii, bu bir idari karar: Personel politikası! Az kişiyle, çok iş...
Sözgelimi bir kısmı ameliyattan çıkmış, bir kısmı ameliyat sırası bekleyen 20 hastanın olduğu ortopedi katında koca gecede nöbetçi bekleyecek hekim, hemşire, görevli sayısı belli. Hastanın ihtiyaçlarını karşılamak için "bir refakatçi" şart. Tuvalete götürmekten filan söz etmiyorum, ona sıra gelmeden... Otomatlardan alınacak su şişelerinin tedariğinden söz ediyorum mesela. Tabii hastane "yeni yapılmış" gıcır gıcırlardan birisiyse, henüz otomat konulmadıysa (her iki türüyle de deneyimimiz oldu) kampüsün az ötesindeki bakkaldan alınacak pet su şişelerinden...
Bizim o çok övünülen ama aslında çoktan tarih olmuş aile kültürümüz de bu açık politik kararı kolaylıkla sindirmeye yarıyor.
"Anneciğinizi elin adamına teslim edecek değilsiniz ya, yanında olmanızdan daha doğal ne olabilir."
Gece ve gündüz... Hastaların ihtiyaçları, yatağından kaldırılıp tetkike götürülmesi ya da yatağında ara sıra yan çevrilerek sırtının yara olmaması için havalandırılması vs. vs. Zorunlu refakatçi bunun için var. Çok eskiden, sağlıkta reformdan da önce, sağlık hizmetinin parçası olan aslında bir kısmı uzmanlık değilse de deneyim gerektiren işler.
Aileye bağlı geleneklerimiz filan da tıraş tabii... Pek çok hasta için refakatçi günlükle tutulmuş "Türkmen" kadınlar oluyor. Bunun da Covid'le doğrudan ilgisi yok. Çocuklar çalışıyor, gelinler torunlara bakıyor; bazen hastamız bir kenarda parası birikmiş hayırsız evlatlı bir öğretmen emeklisi oluyor vs. vs.
Sonuçta devlet, kamu! hastaneye yatırdığınız hastanızın ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli organizasyonu yapmak, bunun için personel ayırmak, özel hastanelere kürekle dağıttığı bütçesinden bir parçayı bunlara harcamak yerine o çirkin yazının basılacağı A4'leri, onları basan yazıcıları ve cama asmak için gerekli "seloteypleri" sağlıyor.
"Refakatçi zorunlu."
Aslında bu her açıdan yanlış. Özellikle ağır hastalık geçirenlerin yakınlarının 24 saat onlarla birlikte olmaları insani filan değil. İnsanlık dışı. Bir yakınının hastalığına şahitlik edip, ona bakmak Alaturka bir bağlılık hissini mazoşistçe pekiştiriyor olabilir ama sağlıklı değil. Bir ölümcül hastaya bakmak, onun her şeyiyle ilgilenmek gerçek bir dayanışma toplumunda herkesin gönüllü olacağı, pekala olması gereken bir şey... Ama şundan eminim ki, dayanışmacı, sosyalist bir Türkiye'yi kurduğumuzda kimse "kendi hastasına" bakmayacaktır. "Devlet bu işi yapar"dan da söz etmiyorum, sanırım anlaşılmıştır.
Neyse refakatçi zorunlu...
Bunun sonucu, demeyeyim elimde "istatistiki kanıt yok", ama bununla da bağlantılı olarak klinikler Covid'in harman olduğu yerler haline geliyor.
Sağlık personelinin, asgari eğitimden geçmiş sağlık hizmetlilerinin yapabileceği bir işi bir kısmı her gün değişen "refakaçiler" yapıyor. Gün içinde otobüsle gittiği işinde 8 saat geçirdikten sonra yine otobüsle hastaneye gelen "hasta yakını" geceyi iki hasta ve diğer hastanın refakatçilerinin olduğu bir odada maskesinin altından soluyarak geçiriyor. Pek çok örnekte de ya her gece ayrı bir "yakın" geliyor servise ya da günlükle çalışan "Türkmen kadınlar."
Biz kendi maceramızda bu tablonun tüm karanlık yönlerini birlikte yaşadık.
Hastamızın en kaygı veren halinde Covid-19'a yakalandığımızı öğrendik! Tüm refakatçiler.
"O da olmuş mudur, olursa dayanmaz" diye düşünürken, hastamızın "hastalanmadığını" ve fakat şimdi ona bir refakatçi bulmamız gerektiğini öğrendik. Buradaki maceramızın detaylarına girmeyeyim. Sonunda hastamıza çok iyi bakan, ona şifa versin diye yanında getirdiği dua kitabından dualar okuyan bir "Türkmen" ablaya bağlandık. Biz karantinada, hastamız serviste günlerimizi böyle geçirdik.
Devamını anlatmayayım. Hepten "Facebook" iletisine dönmeye başladı.
Sonuçta ve özetle hastamızın zaten uzatmaları oynayan bedeni hastane koridorlarından taşınan Covid'le yoğun bakıma taşındı.
Sonra öldü ve kurtuldu...
Salgının iyice tozunu attığı hastanelerde amansız hastalığı için çare ararken yaşayacaklarını, Covid sayesinde, hiç değilse daha kısa bir zaman aralığına sığdırmış oldu.
Şimdi sağlıkçılardan, çeşitli meslek örgütlerinden alınması gereken önlemlerle ilgili açıklamalar geliyor.
Toplam nüfus içinde bulaşmanın henüz yüzde 1'leri bulmadığı bir dönemde her şeyi pekala kontrol altına almamızı sağlayabilecek bir tam kapanma da var önerilenler arasında. Nüfusun kaba hesapla beşte birinin Covid'le tanışmış olduğu ve yine azımsanmayacak bir nüfusun Covid'i taşımakta olduğu bir anda.
Uzmanların bilimsel etüdlere dayanarak tartışması gereken bir şey elbette ama benim basit matematik kafam "artık" ve bu ülkede bunun karşılığının ne olacağını anlamakta zorluk çekiyor.
Anlamakta hiç zorluk çekmediğim bir şey var ama...
Toplumsal zenginliklerden yüzde 90'a, emekçi nüfusa düşen pay değişirse tüm tablo değişir.
Devlet hastanelerinde doluluk oranlarını, yoğun bakımlardaki durumu konuşuyoruz. "Kaldırır mı?" diye tartıyoruz.
Denklemin katsayıları aynı olunca bilinmeyenlerin de değişmesi pek mümkün olmuyor oysa.
Tam da böyle bir zamanda sağlık personelinin sayısı iki belki üç katına çıkarılsa...
Yağlı plastik cerrahi müşterileri bekleyen özel hastanelere el konulup Covid klinikleri genişletilse...
Ve mutlaka! Covid dışı servisleri neredeyse "gereksiz" görerek belki önümüzdeki birkaç yıla sığacak büyük sağlık problemlerinin tohumlarının atılmasından vaz geçilse...
Özetle, devlet gelirlerinin otoyol kiralarına değil emekçi halka sunulması sağlansa...
O zaman "almamız gereken önlemleri" daha sağlam, daha düz, daha mantıklı bir zeminde tartışabiliriz.
Bunlar olmadığında, daha doğrusu bunlar için oluşacak bir toplumsal irade baskı altındayken...
Korkarım ki, açılma da kapanma da sadece patronlara yarayacak.
"Kapatın demiştiniz, kapattık işte" diyecekler. Hafta boyunca günde iki vasıta gidip geldiği işinde yüzlerce işçiyle temas edip haftasonu çoluk çocuk pikniğe gitmeye kalkıştığında evine geri gönderilen işçiye...
"O kadar gürültü yaptınız, milletin ekmeğiyle oynayacaktık size kalsa. Bak atlattık işte krizi" demenin hesaplarıyla nefeslerini tutacaklar ve muhtemelen (katlanma eşiği epey yükselmiş toplumumuzda) haklı çıkacaklar.
Bence sadece siyaset değil...
Bilim bunu söylüyor.