Süleyman Soylu önce Erdoğan’a sonra Allah’a sığındı. Erdoğan işareti verince önce ‘Emrindeyiz reisim’ diye ona selam çaktı sonra ‘yolsuzluk yapanın da Allah belasını versin’ deyiverdi.

Siyasette ‘ekmek kuran çarpsın ki’ unsuru

Çocukken “bak kitabın üzerine yemin ettim” diyen arkadaşlarımız vardı. Yaş ilerledikçe etkili bir yemin biçimi olduğunu gördüm. Daha küçükken, “annem babam ölsün ki” vardı ve kesinlikle inanılırdı. Hatta, “ifadesi alınan” çocuk biraz kıvırıyor gibi görünüyorsa “annen baban ölsün mü? Ölsün de!” denilir ve yalan hemen ortaya çıkardı.

Kutsal kitabın üzerine yemin etmek başka dinlerde nasıl bir teorik doğruluk taşıyor bilemiyorum. Filmlerde ve artık Amerikan usulü realiti şovlarda gördüğüm örneğin Amerika’da mahkemelerde kitaba el basılıyor ama bol bol yalan ifade de veriliyor. İslam coğrafyasında savaş koşullarında ya da kutsal dava uğruna yalan söylemeyi mübah gören bir siyaset felsefesinin yürürlükte olduğunu herhalde hepimiz biliyoruz. “Ama kutsal kitap işin içine girince, Allah çarpsın ki denilince?” sorusu da pek akıllıca değil. Bu ancak söz konusu siyaset felsefesinin bir “bug”ı olabilirdi. Küffar bunu değerlendirir. Baktı ki müslüman kardeşimiz yalan söylüyor, “Kuran üstüne yemin et. Yemin et!” der ve yalanı durdurur. Yüce Allah da herhalde, davası uğruna yalan söylemeyi günah saymıyorsa, böylesi bir “bug”ın ortaya çıkmaması için gereken kolaylığı sağlayacaktır. Sonuçta aslında her din gibi, şüphesiz İslam kolaylıklar dinidir.

Siyasette dinin, dinsel referansların sadece inanç özgürlüğünü nasıl yok ettiğini değil, devlet ve toplum yaşamını nasıl çürüttüğünü hepimiz çok iyi görüyoruz.

Bu yeni bir şey değil tabii. “Müslüman evladı, helal süt emmiş bir ağabeyimizdir. Hacıdır kendisi” denilen emlakçılar, allahın izniyle süte su katan hacı bakkallar, kombassan “er”leri, Jet Fadıllar... Bunlar hiç de son 20 yılda ortaya çıkmış şeyler değil.

Süleyman Soylu’nun açıklamaları (açıklama!) “yalanım çıkarsa kendimi öldürürüm” gibi acayipliklerle başladı, son olarak “yolsuzluk, hırsızlık yapanın da allah bin belasını versin, daha da bir şey demiyorum işte” tarzıyla son buldu. “Hiçbir inandırıcılığı yok” deyip geçemiyoruz, çünkü aslında tersine bu üslubun Soylu’nun suçüstü yakalanmasının bir kanıtı olarak görülmesi gerekirdi.

Acıklı olan, muhalefetin de bu durumu aynı dilden göğüslemeye kalkışması oluyor. “Yalan söyleme çarpılırsın” diyecekler neredeyse. “İki dünyada elimiz yakanda olacak” diyen çıktı, “bu dünyada olmazsa ötekinde sorarlar bunları”ya kadar gittiler. Belki halkımızın bu hikayeden çok etkileneceğini sanıyorlar.

Ya da düzen muhalefetinin de işi allaha kaldı!

“Erdoğan’ı devirecek rüzgarı, Standards & Poors’dan, Biden’dan ya da sayın bay dolardan beklemelerinden iyidir yine” demek de mümkün değil pek.

Ya “rabbim şu Merkel’e akıl fikir, Biden’a cüret ve cesaret ihsan eyle. Ki bizi bu diktatörün şerrinden kurtarsınlar. Amin!” diyorlarsa...

En fenası o.