Ama gerçekten insan şaşırıyor. “O kadar para, pul, zenginlik bildiğin daha çok yemek için mi? Servetin anlamı bu kadar basit ve ilkel mi?” diye...
Askerliği bedelli olarak yaptım.
Aldığım anti-sosyal kişilik bozukluğu raporuyla çürüğe çıkıp, sonra da “askerliği yapmamak için çürük raporu almış, ne biçim vatansever” denilmesin diye bedelli çıkar çıkmaz bir yolunu bulup bedelli askerlik yaparak, yıllar sonra yayınladığım videolarda “kaçmadım, bedelli yaptım” demek suretiyyle... değil tabii.
Sivasta geçirdiğim 28 günde dönem arkadaşlarım (devremler) arasında Serdar Ortaç, Azmi Karamahmutoğlu gibi “öz hakiki” vatanperverler de olduğu için rahatım.
Bir de Yahya Murat Demirel vardı. Bir yolunu bulup tugaya giren bir eski özel harekât uzman çavuşu tarafından bıçaklandı orada, hatırlarsınız. 28 güne bayağı bir askerlik anısı sığdırdım aslında.
Murat Demirel’le ilgili anım, “yemeklerini dışardan getirdiği, bir bavula sığacak kadar kebabı her öğün lüplettiği” şeklindedir. Yine bedelli yapan ve Demirel’in koruma altına alındığı revirde çalışan bir Fethullahçıdan dinlemiştim. Bir gün yine oturmuşuz bir ağaç dibine, istirahatteyiz. Bu Fethullahçıyla sohbete girdik, adam başladı anlatmaya... diye devam etmeyeceğim tabii.
Suntacı babası “baba Yahya Demirel” gibi, Yahya Murat da işinin ehliydi biliyorsunuz. Egebank’ı bir güzel hortumlamış, o hızla gelip bedelli askerliğini yapıyordu.
Baldırından bıçaklandı.
O zaman şöyle düşünmüştüm: Alacaklılardan birileri olmalı, tugayı iyi bilen bir emekli çavuşu tutmuşlar, güpegündüz tugayın orta yerinde bıçaklatmışlar anlaşılan. İntikam için de değildir.
Alacaklı sırasını beklemeyip elden tahsilatı yapabilmek için yapılıyor böyle şeyler, biliyorsunuzdur. Gerçi batırdığınız şirket ya da banka yoksa bilmiyor da olabilirsiniz.1
Bu çok zengin ailenin, zengin çocuğunun zenginliğini “bavulla kebap” yiyerek yaşaması şaşırtmıştı beni. “Bizim burjuvazimiz görmemiş. Bak Avrupalıya, resim alır, sanatçıları sahiplenir, yüksek ücretlerle resmini yaptırıp ressamı destekler” demeyeceğim. Anılan vasıflar, “gelişkin burjuvazinin” değil, sömürgecilikten evrilmiş büyük kapitalist ülkelerde burjuvazinin aslında köklü aristokrat mülk sahibi ailelerden evrilmiş olmasının işaretlerindendir en çok. Derebeyi atası “getirin şu ressamı, yapsın bir portremi de büyük salona asalım” derdi, torunları sanatın ve sanatçının yanında, büyük salonlara adlarını veriyorlar!
Ama gerçekten insan şaşırıyor. “O kadar para, pul, zenginlik bildiğin daha çok yemek için mi? Servetin anlamı bu kadar basit ve ilkel mi?” diye...
Azeri oligarkı Mansimov’un Ağarlı, Sibel Canlı eğlencesi de aynı şeyi düşündürmüyor değil.
Görmemişliğin, sığlığın videolu belgesi.
Oysa Avrupalı, Amerikalı zenginler öyle mi?
E öyle tabii... Çok yüksek ücretlerle el altından şahsa özel (ve düpedüz yasadışı) eğlenceler düzenliyor, biraz “az zengin” olanları Singapur’da çocuklara tebelleş oldukları yatlı seks turizmiyle servetlerinin hakkını veriyor.
Bu batası korsan gemisinde, bu yıkılası dünyada büyük insanlık yoksulluk yüzünden insanlıktan çıkarken, zenginlik de zenginlik yüzünden hayvanlıktan da çıkan bir azınlığın elinde.
ABD’de aşılanma oranı bu yazı hazırlandığı sıralarda yüzde 38’di. Bu oran iki doz aşıyı da olmuş olanların oranı. Bunun dışında bir yüzde 8 de ilk doz aşısını olmuş ikincisi için sırada. ABD’de aşı şu anda büyük ölçüde ücretsiz. Federal bütçeden karşılanıyor. Yani aşı olma konusunda ikna olup, harekete geçmiş olanların oranı yüzde 46.2
Şubat ayında sipariş edilen ek 100 milyon dozla birlikte ABD hükümetinin satın aldığı toplam aşı doz sayısı bildiğim kadarıyla 600 milyona ulaştı. Nüfusun yüzde 92’sini aşılamaya yetecek düzeyde.
Yoksul ülkeler Covid-19’dan ve aşısızlıktan kırılırken, aşı stoğuna çökmüş zengin ülkelerin başında geliyor ABD. Ve şu sıralar bu ülkede “aşılama ve bağışıklık meselesi artık aşı kuşkucularının elinde” deniliyor.
Hindistan’ın ulaşamadığı aşılar ABD federal hükümeti başta zengin ülkelerin, bu ülkelerde salgının geleceği de “aşıya ikna olmayanların” elinde mahsur yani...
Idiocracy adında bir film var. “Şu Amerikalılar” takıntısı olan herkes gibi ben de izledim. “Şu Amerikalılar”ın en iyi becerdiği şey Amerika gerçeğine kuvvetli bir hicivle girişip, asıl hikayeyi örten, illa ki sevimli bir gelecek umuduna bağlanan bu türden “eleştirel” prodüksiyonlar yapmak. Üst akıl, komplo, kasıt filan aramıyorum. Eğlenceli bir film. Küçük parodilerle sadece ABD’nin değil kapitalist dünyanın da acayipliklerini yakalamış.
Ama filmin kendisinden daha güçlü olan, adı.
Idiocracy. Bence doğru çevirisi “Ahmaklığın erki.”
Burjuvazinin toplumsal egemenliğinin üstyapısı bu oluyor yani.
- 1. Bıçaklayan Serdar Alptekin kısa süre sonra mahkemeye çıkarıldı. Alptekin’in kışlaya girmesine yardımcı olmakla suçlanan Yüzbaşı’yla birlikte yargılandılar. Yüzbaşı, Murat Demirel’le görüşmek isteyen bir emekli binbaşının geldiğini, kendisinin de tabur komutanıyla konuştuğunu vs. anlatıyor. Uzun hikaye ama sonuçta anlaşılan şu: Bıçaklatanlar Murat Demirel’le birlikte iş çevirmiş olanlar! Berdan Tekstil’in sahibi Muhteşem Ekenler, Egebank’ın hortumlanıp boşaltılması işleri sırasında 36 milyon dolar kredi almış bankadan. Bunun yarısına Demirel el koymuş. Hikaye böyle gidiyor. Bıçakçı Çavuş Serdar Alptekin mahkemede, “kardeşim Egebank’a para yatırmıştı. O para battı, çok sinirlendim” diye açıklıyor olayı! Muhteşem Ekenler de onun için “tanımam etmem, 2 yıl önce bizde çalışmış ama...” deyiveriyor. Yani o zaman yanılmışım. Büyük bir alacaklı tahsilat yapmak için bıçaklatmamış. Kirli işin bir başka ortağı, payını kaptırmamak için bıçaklatmış! Sonuçta yine de çok yanılmamışım: Parasını batırmış bir garibanın intikam davası değil olay. Zaten “yakarsa dünyayı garipler” yakmaz. Garipler yakarsa, kendini yakar...
- 2. 21 Mayıs’ta New York Times’ın aşı takip sayfasında bu oran yüzde 49 olarak görülüyor. Gazete çizdiği grafikle “böyle giderse” 28 Ekim’de yüzde 90’ın aşılanmış olacağını yazıyor. Gazetenin sayfalarında da kendine yer bulan bazı sorunlar düşünüldüğünde ikna edici olmayan bir iyimserlik. Çünkü aşılama hızının bu ülkede bir süredir “aşılama süreçlerinin hızıyla” değil, aşıya dönük kuşkularla belirlendiği biliniyor. Yan etkilerden çekinen bir kesimin yaz aylarında işi hızlandıracağını düşünmek de, yaz aylarında doğal olarak yaşanan hafiflemenin yumuşak kuşkucuları aşıdan bir süre daha uzak tutmaya yarayacağını düşünmek de mümkün. İstatistiklerle kısmen anlaşılabilen gerçekse özellikle belli eyaletlerde “kuşkuculuğun” önemli bir engel oluşturduğu şeklinde.