Ziraat Bankası görevini yapıyor

Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nın yüzde 51 hissesini satın alarak kredi batağındaki şirketi kurtarmasına büyük tepki var. “Koca banka simit satar mı” deniyor, “yandaş şirketler ihya ediliyor” deniyor, “bankaların içi boşaltılıyor” deniyor. Fazlası da denir, büyük para 500 milyon dolar. Şöyle ki, bu parayla neredeyse 5 milyona yakın kişiye bir yıl boyunca her gün simit verilir.

Daha önce adı Emlak Bankası’nın içinin boşaltılması ile ilgili bir davaya karışan Abdullah Kavukçu’ya ait Simit Sarayı’nın halka simit dağıtmak için kurulmadığı ortada. Her şirket gibi Simit Sarayı da kâr etmek için yola çıktı. Cem Küçük konuyla ilgili olarak “milli şirketlerimizi çekemiyorlar, Simit Sarayı batak değil, güzide bir kuruluşumuzdur” diye yazmış. Bunlar bütün memleketi kendilerine ait gördükleri için, sahibine inanılmaz paralar kazandıran şirketlere “milli” demekte bir sakınca görmüyorlar. 

Düne kadar “yabancı” parası da aranıyordu “milli” şirket için. Geçiniz, “milli sermaye” lafı bir kandırmacadan ibarettir, sömürünün millisi yabancısı olmaz.

Evet, meselenin özü, sahiplerini daha da zengin etmek için kurulmuş bir şirkete bir kamu bankasından kaynak aktarılması. 

Eğer emek hırsızlığını kabul ediyorsanız, buna neden şaşırıyorsunuz?

Kâr denen şey, öz itibariyle patronun işçiyi sömürmesinin sonucudur. Emek hırsızlığı diyelim; işçinin yarattığı değerin bir bölümü ona ücret olarak geri döner, gerisi patronun kârıdır. İster simit, ister lastik, ister bilgisayar programı üretilsin, bu gerçek değişmez.

Bu hırsızlık türü kanıksanmış ve yasal hale gelmiştir. 

Sistem bu hırsızlığın sekteye uğramaması için her tür önlemi alır. Ücret artışları dizginlenir ki hırsızlığın hacmi daralmasın. Bu hırsızlığa son vermek isteyenlerin önü sopayla alınır ki hırsızların saltanatı sonlanmasın.

Dahası da var, devlet patronun işçiyi sömürmesinin sürdürülebilir olmasını sağlamak için sadece hırsızlığı güvence altına almaz aynı zamanda sermayeye sürekli kaynak aktarmanın yolunu arar.

Vergi adaletsizliği denen şey tam da budur. Kapitalist bir ülkede adaletli vergi olur mu? Vergi düzenlemeleriyle halktan sermayeye kaynak aktarılmaktadır. 

Sonra özelleştirmeler… Kağıt üzerinde de olsa topluma ait olan işletmelerin özele devredilmesi halkın malının birileri tarafından çalınmasıdır. Tersi de böyledir. Zor durumdaki şirketlerin kamuya devredilmesi de halkın parasına özel şahıslar tarafından el konmasından başka bir şey değildir. Zaten, zor durumdaki şirket tanımı aldatıcıdır, zor durumda olan o şirkette çalışan işçilerdir; sermaye kendisine gidecek bir yer bulmuştur. Büyük bir patronun batışı ile ay sonunu getiremeyen bir vatandaşın batışı arasındaki fark birinin milyon milyon batması değildir. Fark, birinin batarken de vatandaşı batırmasıdır!

Bankacılık sisteminin birçok işlevi var. Ancak kamu bankalarının işlevini tek bir cümleyle tarif etmekte sakınca bulunmuyor. Kamu bankaları değişik yöntemlerle halktan alınanı yine değişik yöntemlerle patronlara aktarırlar. “Batık kredi” kavramı bu hırsızlığın artık pornografik bir hâl almasına verilmiştir. Ancak hırsızlık her durumda hırsızlıktır.

Neye şaşırılıyor? Kamu bankalarının işlevi bu. Parayı bir yerden alıp başka bir yere transfer edecekler. İster simit patronuna, ister inşaatçıya. Türkiye gibi bazı ülkelerde soygunun çığrından çıkması bu gerçeği değiştirmiyor. Ziraat Bankası işini yapıyor, Simit Sarayı da…

Küçük köylüye verilen krediler ya faiz yoluyla ya da üreticiyi ağır yük altında batırarak yine büyükler için kaynak olur. Hepimiz biliriz ki küçük olan batarsa banka onu almanın yolunu bulur. Küçüklerin batırılması, büyüklere “batak kredi” için kaynaktır. Tekrar olacak, büyük sermayenin batışı ile vatandaşın batışı arasında nicelik değil nitelik farkı vardır. Vatandaş her durumda soyulur, sermaye ise her durumda soyandır. 

Banka çalışanının ağırlaşan mesaisi özel şirketlere aktarılan kaynağa gider, bir emeklinin çocuğuna yaptığı havaleden alınan haraç da… Değişik yöntemlerle havuzda biriken kaynak bir gün Simit Sarayı’nı sular, bir gün Hamburger Plazası’nı, bir başka gün tüpçü holdingin medyayı ele geçirmesini…

Bir kez soyguna göz yumduğunuzda artık ne çıkarsa bahtınıza…