İsmail Reis ile Che’nin karşılaşması

Meclis reisi İsmail Kahraman dilini tutamadığından mı böyle yapıyor yoksa ona birileri mayın eşeği olmasını mı söyledi bilmiyorum. Bildiğim, AKP kurmaylarının, laiklik konusunda da Che’ye dair de aynen onun gibi düşündükleridir.

Haberi İsmail’den al durumu.

AKP’nin laiklikten kurtulmak istediğini söylemek bile saçma, epeydir özgürler. Kimileri hâlâ her defasında “bu kabul edilemez” demekte, lakin Türkiye’de düzen siyaseti çoktan kabullendi din devletini. Bereket orada bitmiyor iş, Türkiye İsmail Efendi’nin başkanlık eylediği kurumdan ve dört partiden ibaret değil.

AKP’nin Ernesto Che Guevara ile ilişkisine gelince…

Türkiye sağcısının büyük ezikliğidir Küba. ABD’nin burnu dibinde sosyalizmde inat eden bir ülke. Kendileri, Osmanlı torunu olmakla övünürler, yıllarca ABD himayesinde Türkiye’nin yurtseverlerine, devrimcilerine, emekçilerine sopa sallayıp durmuş. Bundan mutlu olunmaz ki!

Küba onların günah çıkardığı ülke haline geldi. Nasılsa uzak, nasılsa küçük bir ada… Dolayısıyla sağcının hemen her türünden “Küba dostu” peydahlandı Türkiye’de. Hele Küba’ya gidenler, kafalarında kızıl yıldızlı berelerle poz vermekte hiç beis görmediler. Öyle ki, emperyalizme esip üfürdüler özgürce ve geri dönüp sermayeye hizmete devam ettiler.

İsmail Reis belli ki bu kadarını yapamıyor. Tuttu “Che’ye eşkıya” dedi. Öbür reis de kendini tutamamış, Kübalılara “sizin yaptığınız da devrim mi” diye çıkışmıştı.

Kandırılmış olabilir!

Peki Che eşkıya mıydı?

“Dağda yol kesip hırsızlık yapan” diyor sözlükler eşkıya için…

Che haşa hırsız değildi, ömrü boyunca büyükbaş hırsızları kovaladı. Bunun tartışılacak tarafı yok. Ama Che’nin yol kestiği elbette doğru.

Bunlardan bir tanesi ise hem ünlüdür hem de çok ciddi sonuçlar doğurmuştur. Ve sanırım İsmail Reis’in midesine oturan da budur.

1958. Aralık ayının, yani yılın son günleri. Diktatör Batista’nın ordusuyla Fidel önderliğindeki devrimci gerillaların savaşı kızışmış, iki taraf da birbirine öldürücü darbe indirmeye çalışıyor.

Küba’nın orta kesimlerinde denebilecek ve ülkenin güneyi ile Havana arasındaki yolu tutan Santa Clara’da diktatörün seçkin birlikleriyle Che’nin komutasındaki kuvvetler karşı karşıya geliyor. Güç dengesi, bire on!

İşte o bire komuta eden, bir eli sargılı Che hem kenti ele geçiriyor hem de Batista’nın Havana’dan yolladığı zırhlı treni durdurup içindeki cephaneye el koyuyor. Santa Clara zaferi Küba Devrimi’nin önünü açıyor ve birkaç gün sonra gerillalar Havana’ya giriyor.

Şimdilerde o trenin vagonları, olay yerinde müzeye dönüşmüş durumda. Orada görevli rehberlerin en severek anlattığı bölüm ise, zırhlı trende teslim olan albayın gerillalara “komutanınızı görmek istiyorum” demesi ve Che’nin “benim” diye yanıtladığı an. Albay bir şeye benzetemiyor 30 yaşındaki Che’yi ve yanlış hatırlamıyorsam “ben şimdi sana mı yenildim” türü laflar ediyor.

Bir tarife göre Che eşkıya, o albaysa… İsmini kitap karıştırarak bulabiliyorsunuz ancak. Ona İsmail Kahraman diyebilirsiniz…

Devrimciler tarih boyunca sayısız kez kaybettiler. Ama tarih onları hatırladı, bütün çabalara rağmen üzerlerine leke sıçratılamadı. Albaysa kazansaydı bile hatırlanmayacaktı, İsmail Kahraman.

Çünkü haksız.

Ya da hatırlansa bile, “batsın böyle hatırlanmak” denecek bir biçimde kazınacaktı insanlığın ortak belleğine…

Batista’nın ismi hâlâ biliniyor ama ABD’nin dahi sahip çıkamadığı bir diktatör olarak… Mussolini, Hitler, Franco, Pinochet, Evren’le aynı çöplükte. Yenileri ekleniyor, eklenecek…

Che’ye ise İsmail Reis çok hafif gelir. “Eşkıya” dersin, bir anda bu sözcükten kuş cıvıltıları duyulmaya başlar, zaten azıcık övgü barındırmaktadır, bir bakmışsın, çapulcuyla eşkıya kol kola girivermiş.

Bazı isimlerle mümkün değil baş edilemez.

İnsan üstü filan olduklarından değil. Fazlasıyla insan olduklarından…

Evet, Che’ye İsmail Kahraman pek hafif gelir de Meclis Başkanı bunu bilmez mi?

Bilir.

Bilir ama bugün Türkiye’yi yönetmekte olan ekibin temel misyonunun hâlâ komünizmle mücadele olduğunu da bilir. Fethullah’la mücadelenin kendi temellerini sarsmakta olduğunu sezmiştir, bu mücadele sırasında ideolojik savrulmaların ortaya çıktığını, AKP saflarından ABD’ye, NATO’ya, hatta büyük sermayeye kuru sıkı salvolar atıldığını görmüştür. Kuru sıkı ama yine de deneyimli bir gerici olarak uyarma ihtiyacı duymuştur: Titreyin ve kendinize dönün!

Dönün. Düşün Che’nin yakasından ve de Che sizin yakanızdan düşsün, yakışmıyor çünkü.

Bizse Che göğsümüzde Kartal’da olacağız, 4 Eylül’de.