“Ermeni soykırım” tasarısı mı başka bir tasarı mı?

“Ermeni Soykırım” tasarısı ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde oylandı ve bir oy farkla kabul edildi. Oylama neredeyse gelenekselleşmişti, çoğunlukla reddedilir, kimi örneklerdeyse Meclis’ten geçmezdi. Bu kez hangi dengelerin oylamadan “evet” çıkardığını, ABD yönetiminin bu tasarıyı daha etkili bir silah olarak kullanmaya karar verip vermediğini kestirmek güç. Ancak Vaşington’un şu sıralar bizim buralara son derece sistematik müdahaleler yapmakta olduğunu kabul etmek zorundayız.

İşte Yunanistan... Herkes dolarla avronun kavgası diyor, doğrudur, Yunanistan’ın “iflas” eşiğinde olmasından çok bunun ABD’de ilanını önemsemek durumundayız. Asıl kavganın emekle sermaye arasında sürdüğünü aklımızdan çıkarmadan.

Avrupa’da PKK örgütlenmesine dönük operasyonların da bu sistematik müdahale kapsamında değerlendirilmesinde yarar var. Her açıklamasında AKP’yle ilgili farklı bir duruş sergileyen Öcalan karar verinceye kadar Kürt sorununda hükümetin ve onu etkili bir biçimde kullanan ABD’nin hakimiyeti iyice arttı. Operasyonlar bu kez Türk devletinin gözünü boyamanın ötesinde bir anlam taşıyor. DTP ve onun bakiyesi durumundaki bir kısım solcunun da büyük katkılarıyla Türkiye tam kıvama getirildiğinden, zamanıdır!

Bir başka kıvama gelenin TSK olduğunu söylediğimizde hep tepki aldık kimileri TSK’nın ABD’yi takmayacak denli gözünün döndüğünü sandığından “darbe tehdidi”ni siyasi analizlerinden eksik etmezken, başkaları da NATO’cu bir orduya söz söyletmemeyi yurtseverlik saymaya devam etmekteydi. Bundan sonra kimin kafası kırılır, kaşı yarılır bilinmez ama TSK’nın terbiye edilme sürecinde en kritik evrenin geçildiği ortadadır.

Bu üç başlığı “buyrun emeğin Avrupası’nı, her şeye rağmen hayırlara vesile olacak demokratik açılımınızı ve de darbeci olmayan ordunuzu tepe tepe kullanın” diyerek kenara koyalım ve Ermeni tasarısına dönelim.

Yakın gelecekteki seçeneklerden birinin Türkiye’nin sözcüğün gerçek anlamıyla “bitirilmesi” olduğunu defalarca söyledik. Gayretkeş hizmetkar yetmeyebilir, “Yeni Osmanlı” fotoğrafa sığmayabilir, çekişme halindeki ABD ve AB’den biri ya da her ikisi birden “inceldiği yerden kopsun” diyebilir.

Türkiye’nin kıvama getirilmesi de zaten, Türkiye’nin “bitme” noktasında tutulmasıdır. Şantaj için, gerektiğinde ittirivermek için...

Bu güçleri var mı, her şeyi belirleyebiliyorlar mı?

Bu soruları “hayır”la yanıtlamak için henüz yolumuz var. Şu haliyle, solu ve işçi sınıfı henüz zayıf Türkiye “dehşet dengesi”nde durmaktadır.

Ermeni sorunu, Türkiye’yi dehşet dengesinde tutan enstrümanlardan biridir.

Sorunun ötekiyle, mozaikle, tarihsel gerçeklerle bir ilgisi bulunmamaktadır.

Ermeni sorunu, bazı açılardan Kürt sorunundan daha etkili bir araçtır emperyalizmin elinde. Kim ne derse desin, “soykırım” tasarıları tazminat ve mülk taleplerinin yani yeni ve çok büyük acıların, çatışmaların altyapısını oluşturmaktadır. Tarihsel bir trajediyi gündemde tutacağız, Ermeni halkına karşı işlenen suçların hesabını soracağız diye emperyalistlerin Türkiye operasyonlarına herhalde hizmet etmeyeceğiz ve diyeceğiz ki, bütün bu olup bitenlerin Ermenilerin çektiği acılarla, Anadolu coğrafyasından fiziken çıkarılmalarıyla bir ilgisi yok!

Ermeni sorunu, daha da somutu Ermenistan sorunu, emperyalizmin bütün hesaplarının 1919-1920 aralığında altüst olduğu bir sorundur. Ekim Devrimi’nin sonuçlarından biri, bolşeviklerin Ermenistan’da İngilizlerin parmağını kırmak ve Anadolu’daki kurtuluş hareketine doğuda nefes aldırmak için yıllanmış “büyük Ermenistan” tasarısına nokta koymasıdır. Doğum sancısı çeken Türkiye Cumhuriyeti ile genç Sovyetler Birliği’ni geçici de olsa yan yana getiren gelişmelerden biri, Kemalistlerin Kafkaslar ve özellikle Azerbaycan ve Ermenistan’dan İngilizlerin çıkarılmasına yardımcı olup bölgedeki Sovyet otoritesini tanımasıdır.

Sovyet Ermenistan’ı, Ermenilerin önemli bölümünü vatanlarına kavuşturmadı ama yeni bir yaşamın kurulması, çatışmalarla geçen bölgede adım adım barışın sağlanması bağlamında tarihsel bir kazanım anlamına geldi.

Bugün Ermenilerin yaşadığı yıkımın bütün suçunu İttahat Terakki paşalarına atmaya kalkan liberallerin tüylerini diken diken eden Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte hortlayan milliyetçilik ve gericilik Ermenilere ve Azerilere yeni acılar tattırırken “emperyalizmin uğursuz rolü”nü hatırlatmayacağız da ne yapacağız?

Abdülhamit despotizminden dem vurup öte yandan onu eşsiz imtiyazlar karşılığında öldürmeden süründüren İngilizlerden, Fransızlardan söz ediyoruz... “Batılılaşma” düsturu ile büyük güçlerin desteğini alacaklarını sanıp, güle oynaya “burjuva reform”lara kalkışan Jöntürklerin ardı ardına gelen bölgesel darbelerle nasıl paniğe kapıldıklarını, 1908 Devrimi’nin hemen ertesinde “halklara özgürlük” adına girişilen “hesapçı” ve de “saf” hamlelerin emperyalistlerce nasıl hoyratça yanıtlandığını, devrimin nasıl tecrit edildiğini, İttihatçıların kısa süre içinde neden oyunu kurallarına göre oynamaktan başka çare bulamadığını, Londra’da Türkçe bilmeyen diplomatlar tarafından temsil edilmeyi “normal” karşılayan bir İmparatorluğun yıkılırken nasıl Türkçülüğe doğru seyirttiğini, bütün olup bitenlerde bizim genç burjuvazimizin halk düşmanlığı kadar emperyalistlerin de rolü olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

Ermeniler adına siyaset yapanlar arasında yer alan küçümsenmeyecek miktardaki İngiliz, Fransız memurunun Ermenilerin ve bütün halkların çektiği acılardaki sorumluluğunun unutturulamayacağını , 1908 sonrasında birçok Ermeni’nin “samimi” bulduğu özgürlükçü Talat Paşa’nın aniden kıyıcılığı çözüm görmesinin tek bir nedene bağlanamayacağını söylüyoruz.

Her şeyi emperyalizme bağlamayalım, güzel, yıllardır bunu söylüyoruz. Ama o yokmuş gibi de yapmayalım!

Kürt sorununda böyle, Ermeni sorununda böyle...

Kürt sorununda çözüm nereden geliyorsa gelsin aptallığının Ermeni “soykırım” tasarısına Türk milliyetçiliğinin belini kıracak hayırlı bir gelişme olarak baktığından emin olduğum için yazdım bütün bunları...

Bu aptallığın halklarımıza yaşatılmak istenen yeni acılara çanak tutmak bağlamında ihanete dönüşmekte olduğu notunu bir kez daha düşerek...

Bir kez daha “Talat Paşa başlattı” mı diyeceksiniz?