Anayasa yapma hakkı ve AKP

AKP, son bir yıldır “darbe Anayasasından kurtulmak zorundayız” sloganını kullanarak, yeni Anayasa yapma hazırlıkları yapıyor. Oysa bilindiği gibi Anayasada bugüne değin 10 tanesi AKP döneminde olmak üzere 17 değişiklik yapılmış, maddelerinin 2/3’ü değiştirilmiş ve son değişikliklerin üzerinden daha iki yıl bile geçmemiştir.

Öncelikle şunu belirteyim: TBMM’nde 2/3’ü değiştirilen bir Anayasanın “darbe Anayasası” olarak nitelendirilmesi tam bir aldatmacadır. Ayrıca AKP’nin böyle bir söylemi dile getirmeye hiç hakkı yoktur. Yürürlükteki Anayasa esas itibariyle sivil güçler olarak tanımlanan TBMM eliyle yeniden biçimlendirilmiştir ve AKP bu süreçte en büyük paya sahiptir.

AKP’nin aldatmacalarına yenik düşmemek için şu soruların yanıtını aramak zorundayız: AKP, Anayasayı neden parti parti değiştirmektedir? Darbe izleri taşıdığını düşündüğü düzenlemeler varsa neden bunları önceki değişiklikler sırasında ayıklamamıştır? Yeni bir Anayasa yapmak, yeni bir rejim kurmak ve önceki rejimle hesaplaşmak anlamı taşıdığına göre, AKP bugünkü düzenin hangi ilkelerini reddetmekte ve hesaplaşmak istemektedir?

AKP rejimle mi hesaplaşıyor?

“Darbe Anayasası” denildiğine göre AKP’nin hedefinde, önceki iktidarların insan hak ve özgürlüklerinin yorumu ya da demokrasi anlayışı var demektir.

Ancak AKP’nin, demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi gibi konularda önceki iktidarlardan ayrı düştüğünü gösteren hiçbir belirti yoktur.

Demokrasi zaten sınıflı toplumlara ait bir kavram değildir ve bu yüzden kapitalizmin üzerinde eğreti durur. İnsan hak ve özgürlükleri ise AKP ve benzeri iktidarlarca sunulmaz, mücadeleler ile elde edilir. Oysa ülkede bu doğrultuda mücadele veren güçlü bir muhalefet örgütlenemediği gibi, oluşmakta olanların üzerine neredeyse çullanılmaktadır.

Ülke, 1980-2012 arasındaki 30 yılı aşkın sürenin ilk 22 yılında büyük ölçüde AKP’ye benzer iktidarlar eliyle, son 10 yılda ise bizzat AKP eliyle yönetilmiştir. 12 Eylül cuntası ve ardılları ne yapmışsa AKP en az bir fazlasını yapmaktadır.

Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve laiklik gibi ilkelerin içeriği bütünüyle boşaltılmıştır. Düşman ceza hukuku yaratılmıştır. Ölüm cezası 1995 yılında kaldırılmıştır ama cezaevlerinde öldürülen insanların sayısı, idam cezalarıyla öldürülenlerin çok üzerindedir. Devlet, vatandaşlarının üzerine bombalar yağdırmıştır. Kolluk güçleri korku salmakta, sahte kanıtlar üretilerek, çoğu kez buna bile gerek duyulmaksızın, insanlar yıllarca tutsak edilebilmektedir. Parasız eğitim ve sağlık hakkı istemek suç unsuruna dönüşmüş, adalet kavramı belleklerden silinmiştir.

Ana akım medyada bile AKP’nin önceki iktidarların ilke/politika/uygulamaları ile hesaplaşmak peşinde olmadığını gösteren çok sayıda örnek görülebilmektedir.

AKP’nin insan hak ve özgürlükleri konusunda yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. Bu gerçeğin dikkate alınması ve yanan ampulün çekiciliğine kapılan pervane durumuna düşülmemesi yaşamsal önem taşımaktadır.

Anayasalar, özgürlük ve insan haklarını düzenleyen metinler değildir. Bunları da içermekle birlikte, devletin yapısını, görev ve yetkilerini tanımlayan, kaynakların hangi sınıfların çıkarına dağıtılacağını belirleyen metinlerdir. Özgürlük ve benzeri kavramlar, egemen güçlerin çıkarlarının gerektirdiği ölçüde bu metinlerde yer alır toplumun direnme gücüyle kazanılan haklar yalnızca “karşı hukuk” bir başka deyişle, kazanımlar olarak yer bulabilir. Ayrıca bu hakları kullanan güçler zayıflatılmışsa, birer özlü söz olmaktan öte hiçbir anlam taşımazlar ve hukuk değil, edebiyat kitaplarında yer almaları daha uygun olur.

Magna Carta anlaşması “Anayasal hükümetin oluşumunda en önemli dönüm noktası” sözleriyle tanımlanır. Anlaşma metnini okuduğunuzda güzel sözlerle karşılaşırsınız. Daha dikkatli baktığınızda ise bunların yalnızca “özgür İnsanları” kapsadığını görürsünüz. Aslında bu Anlaşma, 1215 yılında bir grup din adamı ve 25 İngiliz lordunun kralın yetkilerini paylaşma mücadelesi sonucunda elde ettikleri kazanımları belgelemektedir. Metindeki özgürlükçü sözler ise lordların, Krala karşı sürdürdükleri mücadelelerinde güçlü halk desteği almalarına yaramıştır.

İnsan Hak ve özgürlükleri kavramı ancak 17. Yüzyılın ortalarında gündeme getirilmeye başlanabilmiştir. Ama yine de, 1789 Burjuva Devrimi sonrasında Fransa’da kabul edilen 1791 Anayasasının da hak ve özgürlükleri yalnızca “vergi yükümlülerine” tanıdığı bir yerlere not edilmelidir.

AKP, insan hak ve özgürlüklerini genişletme konusunda ne kadar hevesli ise Kürt sorununu çözmek konusunda da ancak o kadar heveslidir. Tek besin kaynağı “kâr” olan kapitalizmden, kârının sürekliliğini güvence altına alınmasıyla ilişkili olmayan herhangi bir sorunu çözmesini beklemek gerçekçi değildir. Nitekim AKP politikalarını sorunu çözmek değil, Barzani-Talabani eksenine yönlendirmek üzerine kurmuştur.

AKP yeni bir Anayasa yapabilir mi?

AKP’nin yeni Anayasa yapma ısrarındaki temel amaç bir krizden ötekine sürüklenen uluslar arası kapitalizme yeni kaynak ve pazarlar bulunabilmesi için, ülkenin kaynaklarının ve pazarının yağmaya açılması ile üniter devlet yapısının güçlendirilmiş yerel yapılara doğru evrilmesidir. Aslında yasalar ve KHK’lerle bu amaç önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir ve sıra Anayasaya gelmiştir.

Yapılan tartışmalarda, anayasaları yalnızca kurucu iradelerin yapma hakkına sahip olduğu, AKP’nin kurucu irade olmadığı ve bu nedenle de anayasa yapamayacağı vurgusunun öne çıktığı görülmektedir.

Aslında anayasalar uzlaşmayla yapılmazlar. Bunlar, egemen güçler arasındaki mücadelede kazananların iradesini yansıtan metinlerdir ve kazananların kurucu irade olduğu kabul edilir. Uzlaşma ise halktan geniş destek alınabilmesinde işe yarayan bir unsurdur. Toplum Anayasanın “uzlaşma yoluyla” yapıldığına, üstelik kendi çıkarlarına da uygun olduğuna ikna edilirse, istenen amaca kolaylıkla ulaşılabilir.

AKP’ye Anayasa yapma yetkisi fazlasıyla tanınmıştır. Parlamentodaki sayısı, halkoyuna sunulacak bir Anayasa yapmak için yeterlidir. Ayrıca %50 oy tabanına sahiptir.

Meşruiyet kazandırmak için daha yüksek oranlar gerekir. Bu fırsatı parlamentoda yer alan muhalefet partileri elbirliği ile vermektedirler. Ana akım medya ise kendisine düşen görevleri fazlasıyla yapmaktadır.

AKP özellikle 2007 yılından sonra kurucu irade davranışları göstermekte ve dirençle karşılaşmak bir yana, toplumun geniş kesimlerinin onayını almaktadır. Parlamentoda yer alan partiler, direniş odakları oluşturmak ve var olanları güçlendirmek yerine, kendilerini –kurulmakta olan yeni rejime uyum sağlayacak bir anlayışla – dönüştürme çabası içine girmişlerdir. Üstelik Anayasa Komisyonu’na üye vererek, AKP kadrolarının kurucu iradenin önderi, kendilerinin ise bu süreçte yer almaya istekli olduklarını ilan etmişler, AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni rejime meşruiyet sağlamışlardır. Böylelikle, anayasanın uzlaşma ortamında yapılmaya çalışıldığı algısının oluşturulması sürecinde etkin rol almışlardır.

Yukarıdaki gerçekler karşısında AKP’nin kurucu irade olup olmadığını tartışmanın bir anlamı kalmamaktadır. Nitekim kurucu irade olamayacağı tezini öne sürenlere karşı AKP alaylı bir biçemle “ Anayasa yapmak için mutlaka darbe mi yapılmalı?” sözleriyle yanıt vermektedir.

Rejimi değiştirmek için elbette darbe yapılması gerekmemektedir. Darbeler, toplumun direniş gücünü kırmak amacıyla yapılır. Toplum, sistem içi partilerin katkısıyla ikna edilmiş, direnme gücü ortadan kaldırılmışsa, pahalı ve sorunlu olan darbe yöntemine başvurulmasına gerek kalmaz.

CHP sistem içi bir Partidir ve krizlerle boğuşan Dünya kapitalist sisteminin ayağa kaldırılması sürecinde aktif görev alması beklenmektedir. Ancak lider kadrosu CHP’nin tabanını bu göreve hazırlamakta zorlanmaktadır. Çünkü kendilerini aydınlanmadan yana, çevreye duyarlı, ülkenin yağmalanmasına karşı ve hatta sosyalist gibi sözcüklerle tanımlayanlardan oluşan bir oy potansiyeline sahiptir. Bu kesimleri ikna etmek kolay değildir.

CHP, tabanını ikna edebilmek ve dönüşümlere hazırlayabilmek amacıyla 1 Mayıslara katılmakta, darağacında öldürülmelerinin yıldönümlerinde sosyalist sloganlarla “üç fidanı” anmaktadır. Bunun yanısıra Anayasa Mahkemesinde iptal davaları açmaktadırlar. Oysa Anayasa Mahkemesinin, yeni rejimin bir bürokratik kurumu olarak yeniden yapılandırıldığı sır değildir. Bütün bunları yaparken de “ülkeyi darbe anayasasıyla yönetilmek utancından kurtarmalıyız” sözcüklerini kullanmayı da ihmal etmemekte, tabanını dönüşümlerin zorunluluğuna ikna olmaları için hazırlamaktadır.

Yazımı yukarıdaki bir cümleyi yineleyerek bitiriyorum:

AKP’nin insan hak ve özgürlükleri konusunda yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. Bu gerçeğin dikkate alınması ve yanan ampulün çekiciliğine kapılan pervane durumuna düşülmemesi yaşamsal önem taşımaktadır.