Ticari Tıp ve Türk Tabipler Birliği

29 Ocak tarihli “Siyasal Faziletler ve Yaklaşan TTB Seçimleri” başlıklı yazım üstüne TTB Genel Sekreteri Eriş Bilaloğlu’yla konuştum. Yazıyı dikkatle okuduğunu ve anlamaya çalıştığını söyledi. Demek bazı açılardan böyle de görünebiliyormuşuz, dedi. Bu tür yazıların yazılması gerektiğini, bunların da birilerince okuduğunun, irdelendiğinin bilinmesi için aradığını belirtti. Sonuç olarak, “eline sağlık” diye bitirdi. Bazı saptamalarımın daha somut kanıtlarını sordu. Ve elbette TTB’nin ticari tıbbın bir parçası olduğu yolundaki saptamama katılmadığını, sadece olgunun nasıl farklı yorumlandığını kavramaya çalıştığını ekledi.

TTB merkezine ve aynı çizgideki tabip odalarına yöneltilen eleştiriler içinde Sevgili Eriş Bilaloğlu’nu ve başka birçok arkadaşı kanımca en çok rahatsız edeni, ticari tıpla bağlantıları noktasındaki eleştiriler. Odaların kendilerini doğrudan ilgilendirmemesi gereken güncel siyasete fazlasıyla bulaşmalarını, etnikçilik yapmalarını bir yere kadar inatla savunabiliyorlar. Ama TTB’nin düzenle, parayla ilişkileri üstüne getirilen eleştirilere içerliyorlar. Söz konusu alınganlığın haklı bir yanı da bulunuyor. Çünkü biliyorum ki, Eriş, İstanbul’dan tanıdığım bazı arkadaşlar, paraya pula hırsları bulunmayan, maddi çıkarlarını da hiçe sayarak özveriyle mücadele eden insanlar. Bunu Gençay Hoca için de söyleyebiliriz. Fakat problem onların birey olarak ticaret ve para karşısındaki tavrında değil, genel politika anlamında sosyalistlerin, TTB çizgisindeki hekimlerin tıbba yaklaşımındadır. (Elbette burada her sosyalist aktivisti maddiyatçılık karşısında aklamış sayılmıyoruz.)

Ticari tıbba karşı beni kesin olarak uyandıran ve tıbba, beslenmeye bakışımı tümüyle değiştirip, hayatımı da farklılaştıran Prof. Dr. Ahmet Aydın’dır. Ayrıca bu yazıyı hazırlarken Antalya’dan Dr. Uğur Yılmaz’ın, Tıp Kurumu’ndan Dr. Ali Rıza Üçer’in çalışmalarından yararlandım. Örneğin Ahmet Aydın, birçok tıp otoritesince (ki bir bölümü arkadaşımdır), “davul tozu, minare gölgesi” hekimi gibi bilinir, tanıtılır. Sonraları bu konuyu Prof. Dr. Yağız Üresin’le de tartışmıştım. Pek çok konuda kafa dengi gördüğüm Üresin de, farmakolojinin önemli bir ismi ve tıbbi etik kurulların tecrübeli bir üyesi olarak, günümüz tıbbına benim getirdiğim eleştirilere içerliyor, ilaç firmalarının yönlendirmelerine karşı donanımlı ve mücadeleci bilim insanları da bulunduğunu ileri sürüyordu. Ticari tıbba getirilen eleştirileri, televizyonlarda sıkça sergilenen bilim dışı tıp adamlarının şarlatanlıklarıyla özdeşleştirme eğilimi gösteriyordu.

Uzatmadan, TTB’nin de parçası olduğunu ileri sürmekte ısrar ettiğim ticari tıbba karşı tezimi özetleyeyim. TTB’nin sağlık politikalarının temelini teşkil eden şöyle bir formülleştirme bulunuyor: “Herkes için eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hizmeti temel ilke alınarak sağlıktaki eşitsizliklerin kademeli olarak giderilmesi, tümü ile ortadan kaldırılması ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmelidir.”

Bu formül şimdiki duruma göre büyük bir ilerlemeyi ifade ediyor. İlk bakışta tam doğru ve eksiksiz görünüyor. Ama daha temeldeki bir gerçek böylece ıskalanıyor. Şöyle ki: Tıp hizmeti halka eşit biçimde ve parasız bile verilse, bu kazanım gerçek bir kazanım sayılmamalı. Çünkü hizmet ücretsiz bile alınsa, sağlık harcamaları sonuçta toplum zenginliğinden, bizim cebimizden çıkar. Sağlık alanındaki temel problem yıllarca sandığımız ve gösterdiğimiz gibi sağlığa bütçeden az para ayrılması değil. Ve hatta ne de eşitsizlik… Eşitsizlik temel problemin bir yansıması.

Türkiye milli gelirine göre ilaca ve tetkiklere en çok para harcayan ülkelerden biridir. Bu gerçeği aklınızın bir kenarında tutun. Bugün tıp fakültelerinde okutulan, hocalarımızın (kendi arkadaşlarımızın) anlattığı, doğrudur dediği, dünyada birkaç sosyalist ülke dışında hakim bulunan ve bilimsel kabul edilen tıp, ilaç ve cihaz firmalarının çıkarları doğrultusunda içerik ve biçim kazanmış tıptır.

Bu tıp, halk sağlığı önlemlerini, koruyucu tıbbı kendine fazla dert etmez. Tıp etiği programda bulunsun diye konmuş bir formalite dersidir. Günümüz tıbbı büyük şehir yaşamının ve mevcut sosyo-ekonomik sistemin başlı başına bir hastalık kaynağı olduğunu söylemez. Ara sıra fısıldasa da bundan çıkan sonuç, “Ne kadar güzel işte, ne kadar çok hasta, o kadar çok kazanç!”tır. Trafik kazalarının, o çok sözü edilen “terör”den daha çok can aldığı, tıbbın başlı başına başat bir mücadele alanı kabul edilmesi gereği bağırılmaz. Doğru beslenmenin pek çok hastalığı önleyeceği, birçok hastalığın kolay iyileşmesini sağlayacağına şöyle bir değinilir, sonra ilaçlara geçilir. Keza egzersizin ilaç tüketimini tek başına yarıya indireceği vurgulanmaz.

Ticari tıbbın sloganı şudur: Daha çok hasta, daha çok tedavi, daha çok kazanç. Tıp adamı eğer solcu veya sosyalist değilse zaten genelde burada bir sorun yoktur ona göre. Solcuysa da şunu söyler: “Bunların hepsini anımsatıyoruz. Hatta çaba da harcıyoruz. Ama düzen değişmeden bir sonuç almak mümkün değil. O zaman hayalci hedeflerle kendimizi yıpratacağımıza, en çabuk, en etkin tedaviyi yeğliyoruz. Bu hastanın da yararına.” Acaba? Hastaların asla yararına olmadığını, dünyada ortalama yaşam süresi şimdilik bir ölçüde yükselmeye devam etse de, sağlıksızlığın eskiyle kıyaslanamayacak boyutta artmasından anlıyoruz. Bir zamanlar en az tetkikle, en az ilaçla, en az operasyonla hastaya yaklaşan hekim büyük hekim görülürken şimdi tam tersini yapanlar el üstünde tutuluyor. Pozitif tıp, ilaç, ameliyat düşmanı değiliz, aksine bunların en etkin biçimde kullanılmasını savunuyorum ben şahsen. Fakat fakülteler en yüksek kazancı hedefliyor, tabip odaları buna karşı çıkıyor, ama onlar da herkese “sınırsız” sağlık hizmetini savunuyor.

Tabip odaları, devletlerin ve otomotiv şirketlerinin trafik kazalarındaki sorumluluğu üzerine kampanyalar düzenleyebilirler. (Her yıl on bin kişi ölüyor Türkiye’de trafikte, kirli savaş mı demiştiniz, orada kaç kişi ölüyor?) TTB, çocukların kola ve bisküviyle beslenmesine karşı, sınav manyaklarına dönüştürülerek şişmanlatılmasına, böylece ömürlerinden (kim bilir kaç yıl) çalınmasına karşı ciddi mücadeleler geliştirebilir. Memleketin betonlaşmasına, şehirlerin gaz çadırlarına dönüşmesine, insanların piliç çiftliklerindeki kafeslere hapsolmuş tavuklar gibi hareketsizleştirilmesine karşı isyan edebilir. Buradaki her etkin mücadele doğrudan düzeni ve onun kurumlarını karşısına alır, ayrıksı yeşilcilikten kurtularak sosyalist seçeneği berraklaştırır. Üstelik düzen değişmeden de yüzde onu, beşi, biri… (her neyse, ne kurtarırsak kardır) sağlıklılığa kazanırız böyle yaparak. Ama nerde... TTB sadece bir yerde kazanmıştır: Sağlığa harcanan paranın on yıllar içinde geometrik bir biçimde artmasında. Ama bu iyi bir şeyin değil, kötü bir şeyin göstergesidir esas olarak: Sağlıksızlığın ve piyasacılığın patlamasının.

Şu yukarda saydığım isimlerden hemen hepsi siyasi olarak ayrı düşünen hekimlerdir. Ama bu ortak noktada birleşebilirler iyi niyetli, insanı ve mesleğini seven her hekim bu dediklerimde birleşebilir. Fakat laf aramızda siyasi taktikler konusunda bana pek de güvenmeyin. Çünkü hakikaten, sağcı olsun solcu olsun, liberal olsun sosyalist olsun insanı seven hekimleri birleştireceğinden kuşku duymuyorum da, bu anlayış hekimlerin çoğunu birleştirir mi, seçim kazandırır mı, o kuşkulu. Ama bizler sosyalistsek eğer, olumluda birleşmek ütopyamızdan vazgeçmeyiz.

Yeni bir seçim dönemine giriyoruz. Ülkemizde giderek gelişen demokrasinin teminatı cemaatler bu kez de çok asılıyorlar TTB seçimlerine. Üstelik en azından bazı yerlerde muhafazakar, ülkücü, hükümet karşıtı kesimleri de yanlarına çekerek. Ben şahsen yine TTB’nin bugünkü yönetimini destekleyeceğim kerhen, daha iyisi çıkmadığı sürece. Ama TTB bugüne dek kendi asıl işini yapsaydı, iyi hekimliği, iyi hekimin haklarını, piyasacı tıbba karşı bilimsel-toplumcu tıbbı savunduğunu, sözle değil, etkin kampanyalarla halka gösterseydi, birinci önceliğinin sağlık olduğunu kanıtlasaydı, şimdi tablo eminim çok farklı görünürdü.

Not: Geçen hafta Cumhuriyet Gazetesi üstüne yazdığım yazı rekor ölçüsünde ilgi gördü, 200’e yakın yorum ve tepki aldı. Büyük çoğunluğu hararetle destekler yönde. Herkese teşekkürler. Meğer millet ne kadar doluymuş! Bu konuya kısmetse haftaya kısaca değineceğim.