Sosyal talepler ve komplo teorileri

Neo-liberal politikaların kısa tanımını da içeren en önemli iki özelliğinden bahsedilse, çabuk tüketim ve üretmeden, istihdam yaratmadan kazanmak olurdu. Onun içindir ki, özelikle 1980 sonrasından günümüze neo-liberal politikaların ağırlığını yavaştan hızlıya doğru hissettirdiği Türkiye ekonomisinde, hizmet sektörünün ve mali piyasaların, sanayiye nazaran gelişimini bu şekilde anlamlandırabiliriz. Daha genel olarak baktığımızda tüm bu 80 sonrası süreçte, sanayide mal üretiminin okullarda düşünce üretiminin, hizmet ve mali üretime kıyasla arka planda kaldığını görürüz. Çabuk tüketim ve dolayısıyla toplumsal talepler istihdam yaratan reel üretim süreçlerini kaile almadan gelişmiştir. Bu değişim tabii ki sol camiaların fikir dünyasını da etkilemiştir. Yeni sol, reel üretim süreçlerinden kopuk sadece sosyal taleplerin toplumsal anlamda destek bulmasına çabalamakla yetinen siyasi bir kimliğe bürünmüştür. Bu mücadelenin karşısındaki siyasal erkin bu mücadelenin yanındaymış gibi gözükmesi olaya sadece sosyal talep yönünden bakan liberal solcuları etkilemiştir. Oysa Türkiye’deki siyasal erkin dayanmış olduğu sosyal tabakaların kimler olduğunu ve ne tür bir siyasal üretim içerisinde oldukları bu kesimi ilgilendirmemiştir. Bu anlamda kapitalist üretim yapısının çarpıklığını ele alan, emek sömürüsünü eleştiren yaklaşımlar ile kapitalizmi konu dışı bırakıp sosyal talepleri ön plana alan yaklaşımlar arasında siyaseti anlama ve yapma biçimleri arasında ciddi ayrımlar söz konusudur. Bu ayrımlar özellikle neo-liberal politikaların ve piyasacılığın etkinliğini siyasal yaşamda arttırdığı 80’li yıllardan sonra, ama özellikle şu son içinde bulunduğumuz AKP iktidarı içinde kendini iyice hissettirmeye başlamıştır. Bu yıllarda piyasacılığın pompaladığı adeta bir talep enflasyonu vardır. Tabii bu tüketim çılgınlığının karşısında da, ilgili taleplere yönelik ve genellikle günü kurtarmaya çalışan siyasi ve iktisadi ürünler yani siyasal ve iktisadi hizmetler vardır. Nedir bunlar?

İktisadi yaşamdan başlamak gerekirse, müşterinin beklentilerini karşılamaya yönelik yeni hizmetlerdir. Mesela internetiniz ile ilgili sorularınıza 24 saat açık olup cevap veren merkezlerdir veya doktora gitmeyi her insan gibi üşeniyorsanız, doktoru hayatınıza getiren hizmetlerdir. Tüm bu ve buna benzer günlük hayatta işimizi kolaylaştırıcı faaliyetler bize paket olarak satılmaktadır. Bu yazının konusu olan siyasal ve sosyal taleplere sunulan hizmetleri ise çeşitli STK’lar üstlenmiştir. STK’lar her türlü sosyal sorunları çözmek için vardır ama sadece bir tanesi için yoktur: o da emek sömürüsü üzerine inşa edilmiş olan kapitalist sermaye birikimi. Genellikle bu sorunu bir gelir dağılımı penceresinden işleyecektir ama hiçbir zaman kapitalizmin iç çelişkisi olarak görmeyecektir. Nedeni basittir, çünkü bu kurumlar toplumdan soyutturlar, işçi sendikaları gibi örneğin toplumsal tabanları yoktur ve ama toplumsal sorunlara çareler üretip bunları bir paket halinde piyasaya pazarlarlar. Aslında STK’ların yukarıda değindiğimiz gibi çalışmalarının temel nedeni sosyal taleplerdir. Bir ülkede sosyal ve siyasal taleplerin olması çok seslilik bağlamında iyi bir şeydir kuşkusuz, ama buna mukabil yine çok seslilik bağlamında kısmi çözüm enflasyonu olmasını aynı şekilde değerlendirmek zor olacaktır. Ortada bir bilgi kirliliği vardır ve bu kadar çözüm önerileri pratikte hiçbir şey ifade etmemektedir. Sadece tüketicinin kısmi rahatlamasına ve üreticinin piyasada yer bulmasına yöneliktir. Diyebiliriz ki mali piyasalar, hizmet piyasaları ve sosyal, siyasal hizmet piyasalarının paylaştıkları kaygılar, paketledikleri ürünlerin içerikleri ve pazarlama biçimleri ortaklaşmaktadır. Bir kere bu paketlerin içinde kapitalizm ve emperyalizm eleştirisi yoktur ve olmayacaktır. Onun içindir ki bu paketler Türkiye’nin yapısal özelliklerini ve kapitalizmin iç çelişkilerini barındırmadığından ve bu sorunları ortaya atanları “konu dışı” sayıp ekarte eden piyasa mekanizmasına dayandığından, örneğin AKP hükümetini demokrat sayıp Anayasa’ya evet diyenlerin bugün aslında AKP’nin hiç de demokrat olmadığını görmelerine neden olacaktır. Piyasa peki AKP’nin anti-demokratlını algılayacak mıdır? Zordur ve büyük olasılıkla algılamayacaktır. Buradan belki STK’lar içinde kısmi de olsa muhalif sesler çıkacak ve yeniden sosyal-demokrasi teranesi ortaya atılacaktır. Tüm bu gelişmelerin asıl sebebi bazı sol çevrelerin sadece talep ile ilgilenip işin üretim tarafına “komplo” demelerinden kaynaklanmıştır ve ileride de kaynaklanacaktır. Günümüzde dünya kapitalist sistemi ile tamamen bütünleşmiş ve emperyalist sürecin içine dâhil olmuş bir AKP hükümeti vardır ve onun Türkiye’de iktisadi, sosyal, siyasal üretim süreci vardır. Bu dinci, gerici, baskıcı gelişmeleri görmemezlikten gelmek, alaya almak, komplo demek, hem meseleye salt tüketim bağlamında bakmak, hem de tüketime yönelik kısmi rahatlamaya yönelik çözümler bulunduğu için bu görüşlere piyasa’da itibar edenlerin sırtından rantını yemek olacaktır. Tıpkı neo-liberal politikaların şekillendirdiği mali piyasalarda olduğu gibi, tıpkı hizmet piyasalarında olduğu gibi. Alan memnun satan memnundur gerçi ama sadece bir haftalığına. Öteki hafta sonu yine alış veriş olacaktır çünkü. Üreticilerin kaşıdığı tüketimin cazibesi büyüktür.