Nefret suçları üzerine düşünceler ve örneklemeler

Şu günlerde nefret suçları yasası çıkarılsın diye birçok STK’ların ve aydınların önderliğinde bir imza kampanyası düzenlenmektedir. İmza metnine bakıldığında soykırımları inkâr etmenin bir nefret suçu olduğu söylenmektedir. Geçen haftaki yazıda da anlattığımız üzerine örneğin bazıların Nazilerin 2’nci dünya savaşı esnasındaki Yahudi soykırımını inkâr etmesi insanlık suçunu bir kere daha işlemek anlamına gelecektir. Dolayısıyla bu yaklaşımın yukarıda nefret suçları kapsamında düşünmek mümkün olabilir. Aynı şekilde yine imza metninden hareketle, Türkiye’de işlenen rahip Santoro, Dink cinayetleri de nefret suçu kapsamında düşünülmektedir. Dolayısıyla adını ne koyarsanız koyun ister doğrudan cinayet, ister vahşet, ister soykırım deyin, ister üçünü birden söyleyin bu tür olayların savunulması mümkün değildir ve suç kabul edilmesi gerekir. Kısacası kanlı eylemlerin, insanlık suçlarının düşünce ile doğrudan yakından bir ilgisi yoktur. Aynı şekilde 1915 olayları için de “aslında Türkler Ermenileri değil Ermeniler Türkleri kesti” demek de o katliamları görmemezlikten gelip gerçekleri çarpıtmak demektir ve bu bağlamda doğru bir yaklaşım olmayıp suç olması gerekir. Buraya kadar zannedersem metni hazırlayanlarla hemfikiriz.

Fakat daha sonra imza metninde nefret suçlarının sadece adam öldürme, yaralama gibi kanlı eylemleri kapsamadığını aynı zamanda karşı tarafı incitebilecek nefret sözlerini de kapsadığını anlıyoruz. Metinde şöyle diyor: “Nefret Suçları aslen ‘mesaj’ suçlarıdır. Suçun yöneldiği bireyin ötesinde, mensup olduğu gruba toplumda istenmediği mesajı verilir. Bu suçların sonucunda mesajın yöneldiği grup üyeleri kendilerini dışlanmış ve tehdit altında hisseder, korkuya kapılır, psikolojik travmaya, hatta intihara kadar varan sonuçlar yaşayabilir”. Buradaki amaç eğer toplumda marjinalleşmiş veya marjinalleştirilmiş kesimlerin korunup kollanılmasıysa çok yerindedir. Örneğin aile şiddeti, kadınlara karşı şiddet, çocuk istismarı gibi suçların daha da ağırlaştırılması lazım gelir. Aynı anda birden fazla karısı olanların cezası ağırlaştırılmalıdır, takip edilmelidir ve caydırıcı hale getirilmelidir. Mağdurların ise devlet tarafından korunması gerekir. Aile içinde şiddetin suç kapsamına alınması lazım gelir. Homofobik davranışlar da keza öyle. Irkçı davranışlar, sözler suç kapsamına alınmalıdır. Hayvanlara eziyet edenler suç işlemiş sayılmalıdır ve cezalandırılmalıdır.

Ama siyasal söylemler de “nefret suçları” kapsamında kabul ediliyorsa eğer o zaman metni hazırlayanlardan tamamen ayrılıyoruz demektir. Niye mi? Bir kere düşünceleri karşı tarafa tehdit mealinde değerlendirirsek o zaman her kesimin farklı farklı algıladığı tehdit mesajlarının da değerlendirilmesi gerekir. Metni hazırlayanların kendilerinin önemsediği bir nefret söylemi modeli olabilir. Bunu tahmin edebiliriz. Bunlar nelerdir? Genellikle milliyetçi faşizan söylemlerdir. Örnekler verelim. “Ya sev ya terk et”, “söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır”, “vatan için silah sıkan şerefliler” sözleri suç olması gerekir. Çünkü içindeki nefret söylemi bir kesimi savunmasız, zayıf bıraktıran şiddet meyilli sözlerdir. Öyle değil mi? Bu sözlerin muhatapları doğal olarak kendilerini dışlanmış hissedecekler, kendilerine yönelik şiddetin aslında şerefli olabileceğini hayretler içerisinde duymuş olacaklardır. Peki, bu işin bir yönüdür ve kendi içinde doğrudur.

Ama ya diğer sözler için ne diyeceğiz? Örneğin bitmeyen bir dava haline gelen uzadıkça uzayan genişledikçe genişleyen, neredeyse her AKP karşıtı insanı dil, din, ırk, siyasal görüş ayırmadan Silivri’ye yollayan zihniyeti doğru bulanları eleştirdiğimiz zaman, hatta daha da ileri giderek biraz da nefret söylemi ile beraber (aslında nefret değil polemiktir) “liboş”, “Amerikan şakşakçıları”, “emperyalizmin Türkiye ayakları” dediğimiz zaman ne olacaktır? Eleştiri bu boyuta geldiğinde bu da “nefret suçu” kapsamına mı girecek? Peki ya özellikle AKP iktidarı sonrası zamanlarda sık sık duyduğumuz şu söz? “Aslında Türkiye’de sosyalist olduklarını zannedenlerin birçoğu Nasyonal-Sosyalisttir”. Peki, bu söylemde nefret suçları kapsamına girecek mi? Çünkü bir kısım insana aleni şekilde “siz Naziciniz” denilmektedir. Naif bir şekilde soralım peki ya bu insanlar Nazi değilse, soykırımı lanetliyorsa vs…, o zaman bu insanları haksız yere “ötekileştirip, toplum dışına atılmaları” sağlanmayacak mıdır? Ya da bu insanlar kendilerini kötü hissetmeyecek midir? Ya da şu söz mesela “Barzani’yi emperyalist güçlere hizmet ediyor diyerek anti-emperyalist yurtseverlik yaparak basbayağı milliyetçilik yapıyorsunuz” demek de nefret suçu sayılacak mıdır? Anti-emperyalistleri MC hükümetleri şeklinde değerlendirmek mesela ayıp değil mi? Biraz daha devam edelim. “Faşist AKP” dediğimiz zaman ne olacaktır? AKP’lileri mağdur durumda bırakmayacak mıyız? Onların kişilik haklarına sadırı da bulunmuş olmayacak mıyız? Ya da şöyle bir tahlil yaptığımızda “Türkiye’de siyasal otoritarizm hızlıca totaliter bir siyasal yapıya doğru evrilmekte ama buna mukabil AKP’nin oyları da artmaktadır. Dolayısıyla Aziz Nesin haklıymış” denildiği zaman AKP’ye oy atanlara karşı nefret suçlaması ile karşı karşıya kalmayacak mıyız? Bunu söyleyenler elleri kolları serbest mi dolaşacaktır? Bir iki örnek daha verelim. “Gülen hareketi Türkiye’yi kuşatıyor, emniyeti de ele geçirdiler ve basın yayın kuruluşlarına baskı yapıyorlar, bu kişilerin amacı Türkiye’de cemaatlerin ve tarikatların önderliğinde ılımlı İslam devleti kurmaktır” dediğimiz zaman ne olacaktır? Ya Gülen cemaatinin böyle bir amacı yoksa? Kişisel olarak kendisi ve cemaat üyeleri zan altında kalmayacak mıdır? Bunlar birer nefret suçu olmayacak mıdır? Son olarak da “Askerler darbe yapacaklardı biz biliyoruz” ya da “Türk ordusu şereflidir, sizler şerefsizsiniz, Türk ordusunun şerefini beş paralık ettiniz” denildiği zaman bu sözler de nefret suçları kapsamına girmeyecek midir? O zaman örnekleri çoğaltabiliriz. Göreceksinizdir ki, yukarıdaki tüm bu sözler nefret suçları imza metninde suç kapsamına giren “mesaj verme” fiiline dâhil olacak ve hepsi karşı tarafı rencide edeceğinden suç kapsamına alınması lazım gelecektir. Böyle bir yasayı AKP pekâlâ destekleyebilir. Çünkü kendisine karşı düşünceleri nefret suçları kapsamına alabilir. Mesela daha önce türban karşıtı söylemleri dindarlara karşı bir nefret suçu sayabilir. Burada mühim olan hangi söylemleri suç kapsamına almak olacaktır. Bu konuda herhalde siyasal iktidar ile pazarlık yapılacaktır çünkü AKP kendisini doğrudan ilgilendirmeyen hatta kendisinin işine gelecek olan nefret söylemini de serbest bırakmak isteyecektir. Üstelik bu yasa istemi AKP’nin iktidarı boyunca sürdürmüş olduğu kendisinin sağını ve solunu yeniden şekillendirdiği yeni Türkiye siyaseti içinde bulunmaz bir fırsat olabilir.

Oysa bugün bir nefret suçundan bahsedeceksek eğer buna sebep olanlara bakmalıyız. Yani “kahrolsun emperyalizm”, “Amerikancı Barzani”, “işçi düşmanı AKP” diyenlere değil, dedirtenlere daha çok bakmalıyız. Bu sözleri söyleyenlerin karşı tarafın insanlık onuruyla oynadığını iddia etmek olmamalı solcuların işi. Örneğin emek düşmanı sermaye dediğimiz zaman, emek sömürüsünden bahsettiğimiz zaman, sermaye sınıfı bu söylemden doğal olarak rahatsız olacak kendisini rencide edilmiş hissedecektir. Çünkü sınıfsal çıkar çatışmaları bir nefret söylemini de içinde barındıracaktır. Bu bağlamda düşünüldüğünde bu gibi sözler de suç kapsamına alınabilir örneğin. İnternette dolaşan imza metnindeki “karşı tarafa kötü mesajlar verme” mealinden bir hareketin nefret suçu sayılması pekâlâ mümkün olabilir. Gençlerin örneğin siyasal tepkileri veyahut haksızlıklara karşı tepkileri daha sert ve şiddetli olabilir. Bir toplantıda yumurta atabilirler, slogan atabilirler, bağırabilirler. O zaman bunlarda suç kapsamına alınabilir.

Türkiye’de AKP iktidarının gittikçe dozunu arttırmakta olduğu faşizan uygulamaları ve otoriter yönetim biçimini daha fazla eleştirmek lazım gelir. Tutuklu yargılanmaların çoğalması ve özellikle bu kişilerin AKP karşıtı olması “acaba yargının kin ve nefret duygusuyla mı hareket ediyor?” sorusunu insanın aklına daha fazla getirmektedir. Oysa hukuki zaafları, kurumlara güveni sorgulamaya başladığınızda imza metnine göre nefret suçu işleyebilirsiniz. Nefret suçları imza metninde “Nefret Suçları, mağdur birey ve grupların toplum ile uyumunu, toplumsal adalet duygusunu zayıflatır, hukukun üstünlüğüne ve kamu kurum ve kuruluşlarına duyulan güveni zedeler.” demektedir. O zaman nefret suçu işleyerek sadece bireyin kişilik haklarına saldırmıyorsunuz aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, kamu kurum ve kuruluşlarına duyulan güveni de zedeliyorsunuz. Bu bağlamda karşı tarafa yapılan eleştirileri hukuka ve kamu düzenine uygun olması gerektiğini de metin bizlere hatırlatıyor. Mesela dindar gençlik yetiştirilmesini isteyen Başbakana rağmen, siz kutsal kitapları eleştirip alaya alırsanız sadece dini bütünleri rencide etmeyecek aynı zamanda yürütme organının başındaki kişiye ve dolayısıyla kamu kurumlarını da küçük düşürüp zayıflamalarına neden oluyor olacaksınız. Söyleyenlerin neyi nasıl söyledikleri üzerinden siyaset yapmak yerine daha fazla söyletenler üzerinden siyaset yapmak gerekir. O zaman bu karmaşalar olmayabilir.

Sonuç olarak tersine daha fazla nefret etmeliyiz, “böyle düzene ve adaletsizliğe lanet olsun” demeliyiz. Nefret tersine sınıfsaldır dolayısıyla sınıfsal antagonizmayı, toplumsal dinamizmi besler. O da toplumu doğru olarak evirir. Sonucunda ise daha fazla çevresini sorgulayan toplum yeri geldiğinde kime, nasıl nefret edeceğini bilecektir. Irkçılığın, homofobik davranışların, çok eşli evliklerin önünü tıkamak için toplumsal bir dinamizme ihtiyaç vardır. O yoksa sadece yasalarla zaten pek başarı beklenmemesi gerekir. O zaman daha fazla çevremizi, sosyal sınıfları, sistemi (ya da sistemleri) sorgulayan tartışmaların önünü sadece dini çevrelere ve destekçileri olan liberallere değil herkese açmak gerekir. “Ama baharlar gelecek Tuana, çiçekler açacak, böcekler gezecek”. O zaman ne diyelim? Tatlı yiyelim tatlı konuşalım! mı?

Tamam Tuana bahar da gelsin ama bu kadar da naif olma! Yok değilsen mesele yok o zaman “keep cool”!