Neden mısır püskülü atıyoruz?

Değişik versiyonları var fıkranın, ben aklımda kalanı tercih ettim, rivayet muhtelifse de mana bir zaten.

Uzun bir tren yolculuğu sırasında, yolcu bakmış, karşısındaki yaşlıca adam, bir koca poşetten mısır püskülleri çıkarıyor ve belirli aralıklarla, camdan dışarıya atıyor. Üç kez, beş, on... Yol boyu süreceği belli bu eylemin nedenini merak edip sormuş. “Timsahları uzak tutmak için”, yanıtını almış, “mısır püskülü onları engeller”. Doğal olarak deliye bakar gibi bakıp, “iyi de”, demiş, “burada timsah yok ki”. Yaşlı adam, çelebice gülümseyip torbayı göstermiş, elindeki püskülü atarken. “Neden yok zannediyorsunuz?”

Deli besbelli, ama, çevrede timsah görülmemesiyle bu yaptığı eylem arasında bağıntı olmadığını nasıl kanıtlarsınız ona?

Püskül atmayı kesmesini ister ve gene de timsah görülmediğini gösterirsiniz, bir. O civarda zaten timsah yaşamadığını anlatırsınız, iki. İkna olmazsa, trenin içindeyken timsahlardan zarar gelmeyeceği güveni verirsiniz suyuna gidip, üç.

* * *

Bir süredir, Haziran seçimleri nedeniyle, sol, sosyalist çevrelerde Meclis aritmetiğine dayalı hesaplar yapanları uyarıyor, HDP ağırlıklı, CHP yedekli ve sandalye kontenjanlı ittifakların ısıtılmasına karşı sosyalizmin bağımsız alternatifliğini esas almanın altını çiziyoruz. Trenden mısır püskülü atana bakarcasına bakılıyor bize. “Sosyalist hattı inşa ettiğimizden kuşkunuz mu var!”

E, var. Civarda timsah yaşıyor, hem de artan sayıda. Püskül atmayı kestiğimizde, “büyük siyasete cesaretle atılma” ya da “SYRİZA kardeşliği” üzerinden, ittifak demeçleri, yazıları daha bir kaplıyor ortalığı, sonra geri manevra yapılıyor. İki püskül arası, hop, yeniden ufaktan ısıtmalar. “Bize zarar vermez” argümanı ise, birkaç ısırık izi nedeniyle geçerli değil.

O zaman, biz püskül atmayı sürdürelim.

Hazır Murat Belge de, “CHP ile yan yana durmalı, HDP’ye de boş olmamalıyız” derken ve bunu “onun gibi adamlar”a AKP’yi geriletme formülü olarak önerir, bütün bu süreçteki uğursuz işlevini, şimdi restorasyonun misyonerliğiyle taçlandırırken...

* * *

Sadece son birkaç günde, televizyon ekranlarında ya da sosyal medyada, cehalet timsallerinin pervasızca efelenmeleri bile, sinirleri zıplatmaya yeter. “Oturun oturduğunuz yerde; kapatın çenenizi; toplanıp gelseniz kaç yazar!”

Laik bilimsel eğitim için boykota karşı çıkarken de, iç güvenlik yasa tasarısıyla resmileştirilmek istenen faşizmi savunurken de, 20 yaşında bir genç kadının vahşice tecavüze uğrayıp öldürülmesini mazur gösterirken de, bu ifadeleri kullanıyorlar, toplumun aydınlık, ilerici birikimine karşı.

Sandıkta çoğunluk elde etmiş, meşru bir iktidar olmalarını salya saçma hakkı olarak gösteriyorlar.

Bakın AKP’nin 13 yıllık iktidarı altında, hukuktan sosyal yaşama, dış ilişkilerden ekonomiye çizdiği portreden, İslamcı faşizmle yağmacı liberalizmin ülkeye çöreklenmesinden, her gün onlarca örnekle yazdığımız, karşısında mücadele ettiğimiz yeni rejimin rezilliklerinden söz etmiyorum.

Sadece bu efelenmeler bile, şu alçaklara sandıkta bir ders verme duygusunu, öfkesini kabartmaya yeter.

Hep, “biz çoğunluğuz, ne istesek yaparız” diyorlar madem, bunun karşıtının gelişmesi de doğal.

Bu iktidar değişmeli, çoğunluk olmaktan çıkmalı ve yaptıklarının hesabı sorulmalı!

AKP’yi sandıkta geriletmek için her yola başvurma hırsı, evet, sokaktaki insanın bilincinde böyle yankılanabilir. Yanlış mıdır, hayır. Son derece önemlidir bu öfke. AKP geriletilmelidir, ülke bu çeteden kurtarılmalıdır.

Ama, sokaktaki insan tepkisiyle, duyulan öfke açısandan değilse de, AKP ile oturtulan rejim arasındaki bağlantıyı kurabilenler arasında bir fark olmalıdır.

Bu, siyasal duruş ve alternatif önerme sorumluluğundan gelen bir farktır. Tepkiyle, öfkeyle sınırlanamaz. Bunu arkasına alan bir aritmetik hesabıyla yetinemez. Düzen dışıdır.

Sosyalizmden bahseden her siyasetçi, her aydın, büyük fotoğrafa bakmak zorundadır. Analiz etmelidir, hem öyle kılı kırk yararak da değil, sadece açıkça görülen kümelenmelere ve yürürlüğe girmesi beklenen projelere dikkat ederek.

Bunu yapmayı, “fareyi nasıl yakalayacağını, yakalarsa ne olacağını hesap etmekten avlanamayan kedi” manzumeleriyle siyasetsizliğe bağlama çabaları, sıradanın tepkisine oynayan öngörüsüzlükten başka anlam taşımaz.

Böylesi “entelektüel siyasetçi” saptamaları, “yürek, bilek, cesaret” tekerlemeleriyle allanıp pullansa da, sonuç itibariyle, kırk yıllık bildiğimiz sandıkta güç birleştirmeye çağrı zemini arayışıdır.

Fareyi yakala, AKP’yi gerilet, sonrasına bakarız... İnce hesaplarla işi karıştırma şimdi!

“Gerilet geç, tatava yapma” aşamasına intellect cila, sandık aşamasına ne kılıkta varacak, yaşayıp göreceğiz.

“Eylemsiz kılan ince hesap” dedikleri, siyasete sosyalizm ve sınıf perspektifiyle müdahale etmenin, kof ajitasyonla örtülmüş sıradan tutuma izin vermemenin ta kendisidir. Cahil cesaretine bin kere yeğdir.

AKP geriletilmelidir. AKP önüne barikat çekilmelidir. AKP, AKP değildir çünkü. Ne bir partidir, ne bir hükümet. Muhalefete düşürülecek bir güç de değildir. Bir projenin, bir rejim değişikliğinin adıdır. Geriletilmeli, önüne barikat çekilmeli dediğimiz, işte bu rejimdir, bu projedir. Kim eliyle yürütülecek olursa olsun.

Bugün AKP’ye karşı sandıkta güç birleştirme çağrıları, projenin Erdoğan’sız, gerektiğinde AKP’siz devamı rolüne soyunan HDP’den CHP’ye düzen partileriyle el ele verme, timsah çenesine kilitlenmeyle sonuçlanacaktır.

Daha vahimi, timsahın ağzına ülkeyi itme suçuna ortaklıktır.

AKP, bir solukta kenara itilecek bir güç olmadığını gösteriyor, çatlağıyla patlağıyla. Ve bugün, Cumhuriyet sonrası yağmacı gerici rejimin başrolündedir. Ama, bunu söyleyip durmak, hemen arkasında yeni jönlerin jeneriğe girişine fazla takılmamak anlamına gelirse, fareye bakıp cardonu ıskalayan pisicik olma riski taşır.

Biz bu projeye, özel mülkiyet ilişkisine, emperyalizme karşı, tek alternatifi, sosyalizmi inatla savunmak için, her türlü kirlenmeye teşnelere dönüp bakmadan, “yalnızlığa” razıyız.

Hatta, “bunlar da emperyalizmi her dizayna muktedir sanıyor” abartısıyla işin gölgelenmesine hiç değinmeden.

Açık konuşalım, “güçleri birleştirmek”, eğer Haziran’ın parklarına meftun olmanın siyaset sanılmasından ibaret değilse, adı konulması gereken bir önermedir.

AKP’yi geriletecek her yola tereddütsüz koyulmak, biraz somutlanmak ihtiyacında.

AKP’nin almadığı her oy, buna dahil mi? O oyları alanların Türkiye ve bölge için yeni planlarda üstlendiği role bakacak mıyız? Orasına sonra bakarız deyince, cinfikirli avcı kedi mi oluyoruz? “Gideni ve gelmekte olanı anlamak” dizesi, bazı şartlar altında pasifizme mi varır? Neymiş o gelen demek, tereddütlü laf ebeliği mi oldu şimdi?

Kendiliğinden tepkinin, öfkenin -ister Haziran gibi halk hareketi olsun, ister son seçimlerin “bas geç”i- düzeni aşan örgütlü bir alternatife kanalize edilmesi için çabalamak, ne zamandan beri “örgüt kutsayıcılığı”, “aracı amaç yapmak” gibi Leninizmin modern zamanlar yorumu adı altında, Leninizmin yadsınmasına, öncü parti fikriyatının “kitle partisi” görünümüyle berhava edilmesine malzeme oldu? Bir araya gelmek, nerede ve ne için bir araya gelindiğini unutturacak bir kendinden geçme hali midir? “Kalabalıkların cazibesi”nden bahsedeli ne kadar oldu Rosa?

Haydi, ne zamandır söylüyoruz, açık konuşalım mı?

“Sosyalist bağımsız hattın güçlendirilmesi”nden anlaşılan, masadaki ciddiyeti, pazarlık kozunu artırmak mı?

“Öyle bir şey yok işte!” Ne güzel, ama nemize lazım, biz yine püskül atmayı sürdürelim de, Haziran’a az kalmışken...