Kalın Çizgi, İnce Siyaset

Referandumun herhangi bir seçimden farkı ne ki, partilere bölünmüş oyların iki öbekte toplanmış halini yansıtıyor diye, genel bir pozisyon belirlemeye varan değerlendirmelere yol açıyor? Yanıtı soruda var bunun zaten. İki öbek. Bu öbeklerde, bir genel seçimden farklı olarak, dağılım, blok oylardan ziyade, partiler arası geçişkenliği de, partiler içi ayrışmaları da ortaya çıkardı.

Yüzde 58’lik ve yüzde 42’lik dilimler, partilerin referandum temelinde genel eğilimlerinin toplamını değil, bütün bir seçmen kitlesinin mensubiyetlerini aşarak, bir eksenin iki yanını temsil eden oranlar oldu. Bu Türkiye siyasetinde bir kalın çizginin iyice belirginleştiği anlamına geliyor.

ABD-AKP eliyle yeni bir biçimlendirme hamlesine onay verenler ve buna direnenler arasında nesnel bir saflaşma. Kalın bir çizgi olarak, referandum sonuçlarının ortaya çıkardığı oranların işaret ettiği şey budur.

İki yıl kadar önce, TKP “Felaketin Eşiğinde” broşürü yayınlayarak, bir Türkiye panoraması çizer ve uyarılarda bulunurken, bir yönüyle de, bu şimdi belirginleşen kalın çizgiyi analiz ediyordu. Bir eşik kelimesi, sürgit hal tanımı, stabil konumlanma saptaması değildir. Nitekim, iki yıllık süre sonunda, referandum sonuçları, felaketin eşikten içeriye doğru adımını attığı bir noktayı göstermekte, çizgiyi daha da kalınlaştırmaktadır. Herkesin, dönüp bir kez daha bu temel belgeyi okumasında, bugün neyle karşı karşıya olduğumuzun idraki açısından yarar vardır.

“Tasfiye edilmekte olan 1923”ten, bugün selası okunmuş ve cenazeyi defnetmek üzere “cemaat”in işe koyulduğu 1923’e varılmıştır. Yüzde 58, buna taliptir.

Toplumların tarihinde böyle dönemeçler vardır işte. Durum ne kadar kötüye gidiyorsa, çizgi o kadar kalınlaşır. Çizgi ne kadar kalınlaşmışsa, öncü partinin siyasetleri o kadar incelmek zorundadır.

Yüzde 42’lik “ret” oyları, bir direnç kümesi olarak anlamlı bir yekün ifade etse de, eşikten içeriye uzanmış ABD-AKP ayağını durdurmak, niceliğin ötesinde şeylere gereksinmektedir. Bu dilimde yer alan kesimlere partiler nezdinde kumanda eden siyasetlerdeki bulanıklık ve tutarsızlık, bir kalın çizgiyi bu dilim içinde de çektiğimizde ortaya çıkacak ayrışma, bu yekünün nicelikten ibaret kalması durumunda pek bir anlam taşımayacaktır. Burada, nitelik gündeme gelmektedir. Nitelik, öncü parti temsiliyetindedir. Referandumun net verilerinden biri, bu noktada, TKP’nin siyasal yelpazede taşıdığı önemin görülmesidir.

Eşiğin iki yanına, siyasetler kumanda etmektedir ve yekünlerin ağırlık taşıması buna bağlıdır. İdeolojisi, sınıfsal konumu, ürettiği siyasetler, programatik yapısı itibariyle, yüzde 42’lik direnç odağının niceliksel ağırlığını oluşturan CHP’nin, bu yıkımı durduracak, ibreyi tersine çevirecek bir güç olmadığı, tekrarlamayı gereksiz bırakacak kadar bilinen bir şeydir. Dahası, o kalın çizgiyi buradan çeksek, bu yıkımın ortağı olacak bir parti profilinin çıkacağı da malumdur. Yine aynı öbekte yer alan, sosyalistler dışındaki diğer partiler açısından baksak da, manzara değişmeyecek, hatta katmerlenecektir.

Ama bu manzara, bir eşikten atılmış adımla tamamlanmaktadır. Yıllardır söylediğimiz, AKP’nin parlamentoda çoğunluğu elde etmiş herhangi bir hükümet partisi olmadığı, bir yıkım projesinin devlet şemasını oluşturduğu gerçeği, artık önünde hiçbir bariyer kalmamış bir örgütlenme halini almasıyla acı bir biçimde kavranacaktır.

“Ahval ve şerait” budur. “Felaketin Eşiğinde” broşüründeki “cek-cak” ların, “di’li geçmiş”e evrilmesi süreci başlamıştır.

O zaman, bizim cepheden bakarak söylenen “cek-cak”ların da, şimdiki zaman kipine uyarlanması yaşamsal önem kazanmaktadır. Sınıfın öncü partisinin, sosyalist seçeneğin kumandası dışında, bu karanlıktan çıkış yoktur. Bu niteliğin, yüzdelerle toplumsal formun belirlendiği koşullarda, nicelikle buluşması, “sinekten yağ çıkaran” siyasetlerle mümkündür bugün.

Hiç kuşkusuz, mutlak olarak öncü partinin örgütlenmesi, gerek kendi bünyesinde topladığı sayısallığın, gerek halen siyasi güç göstergesi olarak kabul edilen oy oranlarının artması, birincildir, esastır. Bu temel yönelim elde birdir.

Ama böylesi dönemeçlerde, öncü parti tavrı, “bize gelin”in ötesinde nüfuz alanları yaratacak siyasetler üretmekle yükümlüdür. İşte bu referandumun yüzde 42’lik dilimi, özellikle de sosyalistler dışında ağırlığı oluşturan CHP, bu alan olarak bir anlam ifade etmektedir. Bu partinin bütün piyasacı, emperyalizme teslimiyetçi, gericilikle aşık atan profiline karşın, bünyesinde, halen geleneksel hatta genetik bir kabullenmeyişle cumhuriyetçi, aydınlanmacı, laik, Kemalist bir damarda olduğunu düşünen, azımsanmayacak bir kitle barındırdığı, sola açık bir taban bulundurduğu, nesnel bir veridir. Öncü parti, işte bu kesim başta olmak üzere, AKP eliyle yürütülen emperyalist planın bir parçası olmayı reddedenlere, nitelik aşılamak, siyaseten önderlik etmek, çıkış yolunu göstermek ve toplam nicelik içinde ağırlık kazanmalarını gözetmek gibi tarihsel bir misyon üstlenmelidir. İlk bakışta, “yıkıcılığa direnmek” lafzında içkin olan “tarihsel açıdan geri, ideolojik açıdan aşılmış” noktalarda bir barikat kurmak, heyecanlandırıcı gelmeyebilir. Ama sınıflı toplumlar tarihi gerçeği, düz bir rota izlemez, zikzaklar barındırır.

“Armudun sapı, üzümün çöpü” vardır elbet. Ama, “Felaketin Eşiğinde” broşürünü temel belgeler arasına laf olsun diye almadıysa TKP, dönüm noktalarının siyasal hattı kalın bir çizgiyle belirlediği tarihsel deneyimlerin değişmez doğrusuysa, kılı kırk yaran inceliklerden başka yol yoktur. Öncü partiler, yalnızca kendilerini diğerlerinden ayıran nitelikleriyle yetinmez, bunu çeperlere genişletmekteki siyasi mahirlikleriyle de sınanır.

Bir eşikten içeriye ayak uzatıldığı günlerde, öncü, bu kelimenin anlamını kavramalı, bir öncüden söz ediliyorsa, bunun arkasında kalmışları da imlediğini bilmelidir. Çıkış arayanlara, temastan mikrop kapacağı endişesi duymaksızın, tek çıkış yolunu göstermekten imtina etmeden… Nihai hedefleri açısından pek geri noktalarda duran bir siyasal direniş hattı anlamına gelen bir kalın çizgiyi, adım adım inceltmekten yüksünmeden… Ardında kalmışları, bazen oraya gidip ileriye çekmeyi ihmal etmeden…

Bu “kalın hattın ince siyasetleri” meselesine somut örneklemelerle devam edeceğiz. Ama burada, özür dileyerek, köşeyi bir kişisel kullanıma çeviren ilgisiz bir not düşeceğim.

* * *
Geçen salı ekranlara gelen bir dizide, “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de, 1967 yılında üniversitede geçen bir forum sahnesi vardı. Burada, devrimci öğrencilerin lideri, Amerikan 6. Filosu’nun Türkiye’ye gelişi nedeniyle düzenlenen protesto gösterisinde, konuşmasının sonunda “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!” derken, sağ yumruğunu kaldırıyordu. Diziye gelen neredeyse tek eleştiri bu noktadaydı. Bir biçimde, diziyi yaratan ekiple bağlantım münasebetiyle, bu eleştiriden bana da pay düştü ve bir açıklama zorunlu hale geldi.

Neden sol yumruk değil de, sağ yumruk kalkmıştı, devrimci adam hiç böyle yapar mıydı? İlginçtir, nedense bu eleştiriyi yönelten kimse, sokaktan birini çevirip sorsanız solcular hangi yumruğu kaldırır diye, sol yanıtını alacağınız bu ülkede, böyle bir şeyin atlanmış olamayacağını, bilinçli bir seçimin söz konusu olabileceğini aklına getirmemişti. Akla gelmeyen bir şey de, bunun uzantısı olarak, “ya biz tarihi yanlış hatırlıyorsak” sorusuydu tabii.

Önce, işin aslı: Komünist hareketin, Enternasyonal’den beri kullandığı kol, emeği temsilen sağ koldur. Bu hiç de öyle abartıldığı gibi önem taşımayan seçim, yalnızca eylemlerde kalkan yumruğun hangi kolun ucunda olduğundan çok, selamlaşmalarda, dirsekten 90 derecelik açı yapan dışa dönük sağ yumruk olarak öne çıkmıştır. Gerek dünyada, gerek Türkiye’de, 68’e kadar ağırlıklı olarak da sağ yumruk kullanılmıştır.

Sol yumruk nereden geliyor peki? ’68 gençlik hareketlerinin yükselişi döneminde, çeşitli renklerden akımların “geleneksel” sosyalist partilerle de aralarına mesafe koyduklarını gösterir bir sembol olarak sol yumrukların devreye girişi, Türkiye’de de kendine özgü nitelikleriyle ’71 olarak yaşanan dönemde kendini gösterir. FKF Dev-Genç’e dönüşürken, sembolün sol kolu havada genç olarak çizilir oluşu da, benzer bir “ayrışma” ifadesidir. Bunun ayrıntılarına girmeyelim. Ama öncesinde ve tabii sonrasında, sol yumruk, “sol görünümde geride kalmamak” için sosyalist yapılarda büyük ağırlık taşıyan bir sembol olduysa da, “geleneğe bağlı” sosyalistler arasında sağ yumruk kullanılmıştır, kullanılmaktadır. “Emek eksenli” sosyalist partilerin sembollerinde sağ yumruk vardır.

Dizinin devrimci lider karakteri Ahmet, konuşmayı 1967’de yapıyor. Dönemin gerçeği olarak, sağ kolu havada. Tıpkı, yine o dönemin gençlik eylemlerinin fotoğraflarına bakıldığında görüleceği gibi. Ama, eyleme katılan diğer devrimcilerde, sol yumrukların da kalkmış olduğu görülüyor. Burada kasıt, gençlik hareketinin yaygınlaşması döneminde, yeni yeni beliren bir eğilim farklılaşmasının altının çizilmesiydi. Bilemem, belki Ahmet, izleyen süreçte yer alacağı eğilime göre, bakarsınız sol kolunu da kaldıracaktır. Ama, o gün sağ kolunu kaldırması, temsil ettiği çizginin tarihsel doğrusu ve sembolüdür.

Benzer eleştiriler, giyim kuşamdan hal ve tavırlara, jargona ve “Kemalist/ bağımsızlıkçı” vurgulara kadar uzanan bir yelpazede gelebilir. Kanımca temel mesele, solculuğun, ortalama bilinçte, ülkemizde sıçrama yaşadığı ’74 sonrası dönemin motiflerinin genelgeçer kabul edilmesinden kaynaklanıyor. ‘47’liler ile ‘60’lıların ön planda olduğu süreçlerde devrimci tipolojisindeki farklılaşma, toplumun belleğinde ikinciler lehinde bir iz bırakmış olduğundan, bir önceki kuşağa ait tarihsel gerçeklik yansıtıldığında, yadırgamalara yol açıyor.

Çok uzadı, bu konu sınırında keseyim. Özetle, “devrimci adam sağ kolunu kaldırır mı” sorusu, ortalama devrimcilik bilgisinin tarihsel süreci atlama yanlışı kaynaklıdır. Doğrusunu isterseniz zerrece de önemli değildir. Bu konuda halen süren tartışmalar, şöyle tatlıya bağlanır: “Düzenin tepesine insin de, hangi kolun ucundaki yumruk olursa olsun…”