Bize Tansiyon Aleti mi Lazım?

Hipertansiyon hastası bir yakınım anlatmıştı. Komşusuna “bende yüksek tansiyon var” dediğinde, “o da bir şey mi, benimki hiper!” cevabını almış.

Türkiye’nin siyasi atmosferi de biraz böyle... “TÜSİAD’la AKP arasındaki gerilim” deseniz, birileri çıkıp “o da bir şey mi, asıl İsrail-Türkiye gerginliği” diyebilir örneğin.

Son günlerin “flaş” haberlerine baktığımızda “o da bir şey mi” refleksini derhal tetikleyecek potansiyele sahip bir sürü gündeme rastlıyoruz. Her gün bir yenisi çıkıyor. Bazılarını alt alta yazalım: Kuzey Irak’tan gelen grupla ilgili HSYK ve Genelkurmay açıklamalarının ardından Avrupa’dan gelecek grubun girişinin ertelenmesi. Aynı süreçte Albay Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen “AKP’yi ve Fethullah Gülen’i bitirme planı” namlı belgenin orijinal versiyonunun savcılığa iletildiğinin gündeme getirilmesi. Kısa bir süre önce Ergenekon yargıç ve savcılarının emniyetçilerle birlikte iftar yemeğinde buluşmasının basına yansıması ve aynı günlerde önce İstanbul Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan’ın uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla tutuklanması, ardından İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in görevden alınması. Doğan Grubu’nun kesilen vergi cezası sonrasında grubun medyadaki kolunu tasfiyeye hazırlandığı haberleri. İsrail’le tatbikat ve dizi gerilimi...

Liste uzatılabilir. Kabaca ortaya her yanı gerilmiş, kan basıncı tavan yapmış bir Türkiye çıkmaktadır: “AKP-ordu gerilimi”, “TÜSİAD-hükümet gerilimi”, “AKP-cemaat gerilimi”, “Türkiye-İsrail gerilimi”... Bunlar ve daha fazlası günlük gazetelerin manşetlerine çıkıyor ve her çeşit analize konu oluyor.

Egemen sınıfın, siyasi iktidarın iç gerilimlerini önemsemenin zorunlu olduğunu düşünen bir kişi olarak, meramımın “bunları önemsemeyin” demek olmadığını belirtmek isterim. Ancak mesele, böyle bir tablo içerisinde akıl yürütebilmek için bir kenarda bir tansiyon aleti bulundurmanın gerekli olduğunun düşünülebilecek olması. Hangi gerilim daha önemli ölçelim ve bakalım...

Ortada düpedüz bir saçmalık var. Birincisi, bahsettiğimiz gibi bir ölçüm yapmak ne mümkün, ne de gerekli. Önemsemek, takip etmek, kimi olasılıklar üzerine kafa yormak bunlar ayrı... Ama abartmamak gerekiyor. Abartmamak, tek tek semptomlarla uğraşırken hastalığın bütününü gözden kaçırmamak anlamındadır.

Saçmalığın bir başka boyutu, anılan tüm gerilimlerde AKP’nin bir taraf olarak yazılmasına rağmen veya biraz da bu nedenle, bu tarz akıl yürütmenin, bünyeyi dumura uğratan ani bir krizin AKP’yi paldır küldür düşüreceği beklentisini beslemesidir. Örneğin şuna bezer yorumları okuduğumuzda aklımıza gelen budur: Polis teşkilatını iyice semirtip Fethullahçılara teslim eden AKP şimdi cemaatçi polisleri tasfiyeye hazırlanıyormuş AKP artık Beşir Atalay, Abdülkadir Aksu ekolünün güçlü bağlara sahip olduğu geleneksel kontracılara biat ediyormuş böylesi ordunun, hatta ABD’nin istekleriyle de paralelmiş... Sonuç? AKP ile cemaat gerilimi hükümeti çaptan düşürürmüş.

Başka bir örnek: İsrailli bir gazeteci, “Obama Türkiye’yi ‘şer’ eksenine yakınlaştırıyor, AB’den kopartıyor Atatürk mezarında ters dönüyor” diye yazdığında, bunun AKP’nin sonunun ufukta göründüğüne işaret ettiğinin düşünülmesidir.

Sorun bu ve benzeri değerlendirmelerde gerçeklik payı olmaması değil, her yeri gerilmiş Türkiye’nin siyasi dengelerinin bir anda altüst olacağı beklentisine neden olmasıdır. Türkiye’yi büyük altüst oluşların beklediği aşikâr. Ancak bu, ne anılan gerilimlerden herhangi birinin tek başına vereceği bir sonuç olacak, ne de öngörülemeyecek kadar ani bir biçimde greçekleşecektir. Şu ana kadar siyasi tansiyonun yükselişinde izlediğimiz, bir sürü belirsizliğin yanı sıra, büyük bir “tutarlılıkla”, adım adım Türkiye’nin bu mecraya sokulmasıdır. Hatta Türkiye’ye dışarıdan bakan dostlarımıza bile zaman zaman anlatmakta zorlandığımız ölçüde tutarlı bir seyir söz konusu. Evet, düzenin iç dengeleri değişiyor, mevcut gerilimlere yenileri ekleniyor, ama sonuç olarak bünyede kan basıncının hızla artışının sistemik nedenlerine bakmak durumundayız.

Türkiye, emperyalizmin ve AKP gericiliğinin elinde hangi istikamete sürükleniyor ve biz nasıl bir Türkiye istiyoruz? Güncel olarak yapılması, topluma taşınması gereken bu soruların yanıtlanmasıdır bilmem hangi gerilimin ne sonuç vereceğinin keşfedilmesi değil...

Tamam, bunlardan biri propagandadır, öbürü analizdir denilebilir. Ancak analiz yaparken aklını hangi gerilimden ne çıkacak sorusuyla bozmak, propagandayı yalınlıktan, dolayısıyla etkin olmaktan uzaklaştırır. Örneğin, “Acaba İsrail Obama’nın yönelimlerini değiştirir, böylece Yeni Osmanlı projesi kadük hale gelir ve Obama’nın Ortadoğu’daki veziri düşer mi?” türü sorularla meşgul bir kafanın yanındakini harekete geçirmesi olanaksızdır.

Tek tek gerilimlerin, tansiyon artışının bütünü içindeki payının ne olduğunu ölçmeye çalışmak bir yerden sonra anlamsız. Böyle bir bilgi, sınıflar mücadelesinde yaratacağı sonuçlar ve olanaklar ölçüsünde anlam taşır.

Hipertansiyon sinsi hastalıktır. Ancak Türkiye’nin siyasi tansiyonu öyle bir düzeyde seyretmektedir ki artık sinsilikten bahsetmenin bir mesneti yoktur. Baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, halsizlik, hepsi açıkça görülüyor. O halde bu ülkenin yüzüne şöyle bir bakan hastalığı görebilir, alete ve ölçüme gerek yoktur.