“Dünyanın en muhteşem ürününü satıyoruz. Neden onun reklamını bir kalıp sabunun reklamını yaptığımız kadar etkili bir şekilde yapmayalım?”
Böyle diyordu Rahip Billy Graham 1963’te. Ve geçtiğimiz Çarşamba günü sona eren 99 yıllık ömrünü bu ürünü pazarlayarak geçirdi. Bir Amerikan disiplini olan pazarlamanın din alanındaki öncülerinden biri oldu. Başka dinden de olsalar dünya yobazları ona çok şey borçlu.
Graham, 1949’da, Orson Welles’in Yurttaş Kane’inin ilham kaynağı olan medya baronu Wiliam Randolph Hearst tarafından keşfedildi. Hearst, antikomünist histeriyi popülerleştirecek bir figür arıyordu. Aradığını Los Angeles kırsalında kurduğu çadırlarda vaaz veren genç Evanjelik rahipte buldu. Ve hemen ülkenin dört bir yanındaki yayın yönetmenlerine telgraf çekti: “Graham’ı şişirin”.
Graham, Hearst’ün yakın dostu, Time, Life gibi dergilerin sahibi Henry Luce’la Columbia, Güney Carolina’nın ırkçı Valisi Strom Thurmond’un malikanesinde bir araya geldi. Bu görüşmeden sonra yalnızca Time dergisi, bu ateşli vaiz hakkında 600’den fazla “haber” yapacaktı.
Yarım yüzyıldan uzun süren “kariyerinin” yükselişi böyle başladı. “Cihadını” boş arazilerde kurulan çadırlardan önce spor salonlarına, sonra stadyumlara, daha sonra radyolara, televizyonlara ve internete taşıdı. Daha seksenlerin ortasında vaazları uydu aracılığıyla dünyanın dört bir yanında yayımlanıyordu.
Onlarca ülkede vaaz verdi; bunlar arasında Garbaçov’un yıkmakta olduğu Sovyetler Birliği de vardı.
Şebekesini giderek büyüttü; milyonlarca dolarlık bir imparatorluk kurdu.
New York Times, ölümü sonrasında yayımladığı makalede onun için şunları yazdı: “Graham’ın en önemli başarısı, Evanjelik Protestanların, evrim teorisine karşı çıkma çabaları 1925’teki Scopes davasında yenilgiye uğradıktan sonra başlayan sosyal hayattan geri çekilme eğilimlerini durdurup, bir zamanlar sahip oldukları toplumsal etkiye yeniden kavuşmalarını sağlamasıydı.”
Stanley Kramer’ın Inherit the Wind (Rüzgarın Mirası) filminde öyküsü anlatılan Scopes davası, Tennessee’deki bir devlet okulunda öğrencilerine evrim teorisini anlatan John T. Scopes aleyhine açılmıştı. Gerçekte Scopes, New York Times’ın iddia ettiğinin aksine, davayı kaybetti. Zaten Billy Graham’ın en büyük başarısı da Evanjelik Protestanların “geri çekilişini” durdurmak değil, Soğuk Savaş’la birlikte büyük bir hızla yükselen antikomünist gericiliği din üzerinden popülerleştirmek ve bunu milyonlarca dolarla beslenen devasa bir şebekeye dönüştürmek oldu.
Bu nedenle ABD başkanları onu yanlarından eksik etmedi ya da o, hep ABD başkanlarının yanında görüntü vermeye özen gösterdi. Başkanların ona, onun da başkanlara ihtiyacı vardı.
1950’de Truman’a telgraf çekerek, Kore’ye saldırmasını istedi. Aynı Truman’ı Çin’i işgal etmek isteyen General MacArthur’u görevden aldığı için eleştirdi.
Nixon’la o kadar yakındı ki Watergate Skandalı patlak verdikten sonra bile dostunu savunmaya devam etti. Ondan Vietnam’ın Kızıl Nehir deltasındaki su setlerini ve barajları bombalamasını istedi. Bunun milyonlarca sivilin ölümü anlamına geleceğini pekala biliyordu.
Birinci Körfez Savaşı başladığında Amerikan uçaklarının Irak’ı bombaladığı görüntüleri Baba Bush’la birlikte izlediğini iddia etti. Gerçi daha sonra Beyaz Saray’ın o anla ilgili yayımladığı görüntülerde Graham ortalarda görünmüyordu, ama en azından Bush ailesiyle yakınlığı konusunda yalan söylemiyordu. Oğul Bush, kendisini alkolizmden kurtarıp siyasi kariyerini ilerletmesini sağlayanın Billy Graham olduğunu söyleyecekti. Kaldı ki Irak’ın yerle bir edilişini Baba Bush’un yanında izlemiş olmayabilir ama Saddam Hüseyin’i deccal ilan ederek Amerikan egemenliğine ve Amerikan halkının korkularına hitap etmeyi ihmal etmedi.
Arası yalnızca Cumhuriyetçilerle değil, Demokratlarla da iyiydi. Bill Clinton başkan seçildiğinde ondan göreve başlama töreninde dua etmesini istemişti.
Vaazlarında sık sık İncil’in Romalılar 13 bölümündeki şu cümleleri alıntılıyordu: “Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı buyruğuna karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. İyilik edenler değil, kötülük edenler yöneticilerden korkmalıdır. Yönetimden korkmamak ister misin, öyleyse iyi olanı yap, yönetimin övgüsünü kazanırsın. Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'ya hizmet etmektedir.”
Graham ve Evanjelizm hakkında kitapları bulunan Cecil Bothwell, Graham’ın ölümü üzerine Counterpunch’ta yazdığı makalede şunları söylüyor: “Graham’ın esas mesajı korkuydu: tanrının gazabından korku; günaha girmekten korku; komünistler ve sosyalistlerden korku; Katoliklerden korku; eşcinsellerden korku; ırksal bütünleşmeden korku ve her şeyden öte ölüm korkusu. Ve tüm bu korkulara merhem olarak dinleyicilerine, İsa’nın kurtarıcı olarak benimsenmesiyle kolaylıkla ulaşılabilecek ebedi yaşamı öneriyordu.”
Eski bir rahip olan James Carroll da aynı noktayı vurguluyor: “Graham parmağını Amerikalıların korkuyla atan nabzına koymuştu…”
Neredeyse bir asır yaşayan ve bunun yarıdan fazlasını ait olduğu sisteme hizmet ederek geçiren yobazın çok iyi anladığı bir şey vardı: korku ruhu kemirir, onu iyi pazarlamak gerekir.