Soğuk Savaş döneminde Hollywood’da çekilmiş üçüncü sınıf bir casus filmi izliyoruz sanki.
Mart başında İngiltere’nin Salisbury kentindeki bir bankta kızıyla birlikte bilincini kaybetmiş halde bulunan Sergey Skripal adlı çifte ajan üzerinden üretilen argümanlar, Batı medyasında kimilerince “giderek soğumaya başlayan bir serin savaş” diye adlandırılıyor artık.
Her ne oluyorsa, bunun dün itibarıyla belirli bir koordinasyonla gerçekleştiği söylenebilir.
Önce İngiltere Başbakanı Theresa May, Skripal ve kızının Rus yapımı olduğunu söylediği Noviçok (‘nevzuhur’ ya da ‘yeni gelen’ diye Türkçeleştirilebilir) adlı bir kimyasalla saldırıya uğradıklarını söyledi. Ardından İngiliz yönetimi 23 Rus diplomatı sınır dışı etme kararı aldı. NATO, May’in argümanlarına destek veren bir açıklama yaptı. Bunu Trump, Macron, Merkel ve May’in Rusya’yı suçlayan ortak açıklaması izledi. Ve bunu da dün ABD’nin bir dizi Rus kurum ve vatandaşına yönelik yeni yaptırım kararını açıklaması takip etti. Yaptırımlar özellikle Haziran 2017’de gerçekleşen “NotPetya” adlı bir virüsün kullanıldığı siber saldırı iddiasıyla ilişkili.
Rus tarafıysa Skripal iddialarıyla ilgili kanıt sunulmasını istiyor. Ancak İngiliz hükümeti Rus yönetimiyle hiçbir bulguyu paylaşmayacağını söylüyor.
Birkaç günlük gelişmelerin kısa kronolojisi böyle.
Hem İngiltere’nin, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir “kimyasal saldırı” düzenlendiği iddiası hem de ABD’nin sivil kurumları hedef aldığı için “oyunun kurallarını değiştirdiğini” söylediği siber saldırı iddiası aynı noktaya işaret ediyor: Rusya, büyük bir uluslararası güvenlik tehdidi oluşturuyor. Öyleyse “Batı ittifakının” bu tehdide karşı yek vücut olması lazım…
Bu senaryonun Putin’in yeni nükleer silahlarıyla sahne aldığı konuşmadan sonra daha büyük bir koordinasyonla gündeme gelmesi şaşırtıcı değil. Koordinasyonun sürüp sürmeyeceğiyse ayrı mesele.
Putin Rusya’sının emperyalist hiyerarşideki boşluklara tutunarak yukarı tırmanma arayışlarını göz ardı etmesek de, Soğuk Savaş dönemi propaganda filmlerini hatırlatan bu senaryonun karşı tarafına kısaca göz atalım.
“Kimyasal saldırı” iddiasıyla ilgili kayda değer bir karşı argümanı 2002-2004 arasında İngiltere’nin Özbekistan büyükelçiliğini yapan Craig Murray gündeme getirdi. “Noviçok” iddiasının Bush’un Irak’a saldırmak için uydurduğu kitle imha silahları yalanına benzeten Murray, dikkate değer tezler ortaya atıyor. Birincisi İngiltere’nin kimyasal silahların saptanması üzerine çalışan tek kurumunda tespit laboratuvarı başkanlığı yapan Dr. Robin Black’in 2016’da yayımlanan akademik bir makalesine atıf yapıyor. Murray’nin aktarımına göre Dr. Black makalede şunları söylüyor:
“Son yıllarda Rusya’da 1970’lerden itibaren ‘Foliant’ programı kapsamında, savunmaya yönelik karşı önlemleri bozmak amacıyla ‘Noviçok’lar’ denilen dördüncü jenerasyon sinir ajanları geliştirildiği hakkında pek çok spekülasyon yapıldı. Bu bileşikler hakkında kamuya açık bilgi az; var olan bilgilerin kaynağıysa, büyük ölçüde, muhalif bir Rus askeri kimyager olan Vil Mirzayanov. Söz konusu bileşiklerin yapıları veya özellikleriyse bağımsız olarak doğrulanmış değil.”
Yani Dr. Robin Black 2016’da, Noviçok adı verilen maddenin varlığına ilişkin bir kanıt bulunmadığını söylüyor.
Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) Bilim Danışma Kurulu tarafından 2013’te yayımlanan bir raporda da, “‘Noviçok’ adı, ikili kimyasal silah olarak kullanıma uygun yeni bir sinir ajanları sınıfı üzerine çalışma yaptığını bildiren eski bir Sovyet bilim insanının bir yayınında geçmektedir. Bilim Danışma Kurulu, ‘Noviçok’ların’ varlığı veya özellikleri hakkında yorum yapacak bilgiye sahip olmadığını belirtir.” deniyor. Kurul, ABD’li, Alman, Fransız, Rus ve İngiliz üyelerden oluşuyor.
Murray’nin işaret ettiği bir diğer ayrıntı da şu: Noviçok’ların üretildiği söylenen tesis Özbekistan’ın Nukus kentinde. Murray, tesisin iki binli yılların başlarında kapatıldığını ve tüm stoklarının imha edildiğini, ekipmanların ABD devleti tarafından söküldüğünü ve bu işlemlerin yapılması sırasında kendisinin de büyükelçi sıfatıyla orada bulunduğunu aktarıyor. Dolayısıyla “Noviçok” diye bir madde varsa bile bu Rusya’da üretilmiş değil. Dahası “Noviçok” iddiasının kaynağı olan Mirzayanov, kitabında formüller vererek, söz konusu maddenin gübre ve pestisit üreten herhangi bir kimya laboratuvarında yapılabileceğini söylüyor.
Gelelim Sergey Skripal’le ilgili bir başka iddiaya. İngiliz The Telegraph gazetesi 7 Mart’ta Skripal’in, Donald Trump’ın Rusya bağlantıları hakkında Demokrat Parti’ye rapor hazırlayan eski MI6 ajanı Christopher Steele’ın şirketi Orbis hesabına çalışan bir kişiyle ilişkili olduğunu yazdı. Bu kişinin 1990’larda Rusya’da Skripal’i İngiltere hesabına ajanlık yapmaya ikna eden Pablo Miller olduğu ortaya çıktı. Orbis’in sahibi Steele’in de doksanlarda, yani o dönemde Rus ordusunda albay olan Sergey Skripal’in İngiliz ajanı haline geldiği süreçte Rusya’da MI6 hesabına çalıştığı belirtiliyor.
Orbis, 8 Mart’ta Skripal’in Trump dosyasına katkısının olmadığına ilişkin bir açıklama yayımladı. Ancak açıklamada Skripal’in Orbis hesabına iş yaptığı anlamı da çıkıyor. Dolayısıyla Skripal’in Trump dosyasıyla ilgili önemli bilgi sahibi olması ihtimali var ve söz konusu kişi çifte ajanlık geçmişine sahip.
Bu iddialara komplo teorisi deyip geçmek mümkün. Olabilir. Ancak bu durumda Theresa May’in “Noviçok” iddiası da aynı ölçüde komplo teorisi olarak nitelenmeli. Uluslararası ilişkilerin komplo teorileri üzerinden yürütülmesiyse, soğuk, serin ya da sıcak, savaş halinin genel bir özelliği.