Arabadan inen öküz

Yabancısı olduğumuz bir kentin daha da yabancısı olduğumuz bir mahallesinde adres arıyoruz. Daracık sokakların hepsinin birbirine benzemesi yetmiyormuş gibi bir de yağmurdan önümüzü göremez haldeyiz.

Çok değil ama yine de eski zaman, öyle Yandex’e, Google’a sorup yol bulmalar yok henüz. Zaten ben hâlâ onlarla pek yolumu bulabiliyor değilim ya, neyse…

Çaresiz, “bir bakkala soralım” diye aklımdan geçirirken yol arkadaşım kendinden emin bir şekilde, “Hah, şuradan sağa döneceğiz, sonra sola döndük mü geldik” diyor. “Emin misin” diye soruyorum ama için için emin olsun istiyorum. Yağmurun altında aval aval dolaşmaktan kurtulacağız nasılsa. Bir yandan da içimde bir şüphe var, “nereden hatırlamış olabilir ki, o da en az benim kadar yabancı buraya” diye düşünüyorum.

“Eminim, eminim, önce sağa sonra sola,” diyor hiç beklemeden. 

“İyi,” diyorum, dönüyoruz sağa.

Dönüyoruz da sola dönüş bir türlü gelmiyor. Girişler hep sağa doğru…

Epeyce yürüdükten sonra, ileride sola dönen bir yol görür gibi oluyorum. Acaba yorgunluktan mı diye düşünürken, arkadan gelen bir araba bizi baştan aşağı bir güzel yıkıyor. 

Bizimki, “Çüş öküz!” diye avazı çıktığınca bağırıyor. Bağırmasıyla arabanın acı bir fren yapıp durması bir oluyor. İçinden de hakikaten bir öküz iniyor. Hızla bize doğru yaklaşıyor.

Ben ne yapacağız diye yanıma dönüyorum, sağım solum boş. Bizim yol arkadaşı çoktan arazi olmuş. Ona mı kızayım, adamdan mı kaçayım diyene kadar öküz yanıma varmış bile. 

Neyse ki çevreden birkaç kişi ne oluyor diye yanaşıyor. Öküzün hışmından öyle kurtuluyorum. Öfkeli bir şekilde yola devam edip, sola dönüyorum. Az ileride yol arkadaşıma rastlıyorum. 

“Neredesin yahu? Niye kaçtın?”

“Ne kaçması, hemen ilk sola girdim arkadaşları çağırmak için ama burası değilmiş ki!” diyor pişkin pişkin. Bu defa bizi en baştan yanlış yola soktuğuna mı yanayım, pişkinliğine mi kızayım diye düşünürken, “Hadi gel, buldum bizim adresi,” diyor. “Şuradan ilk sağa, sonra sola döneceğiz.” 

“İyi,” diyorum. “Hadi gidelim.”

***

Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında konuşuyor. 

“YSK 16 Nisan referandumunda hile yaptı” diyor. “Yüzde 51.2 hayır çıktı. YSK içine çöreklenmiş bir grup çete mensubu ‘Evet çıktı’ dedi. O nedenle bunu meşru kabul etmiyoruz.”

İyi. Meşru kabul etmeyip ne yaptınız veya bundan sonra ne yapacaksınız? 

Neyse, yola devam ediyoruz. Belki bir sola dönüş bulunur. 

“Dokunulmazlıktaki tavır stratejik bir adımdı. CHP siyasi tuzağa çekilmek istendi, biz bu tavırla siyasi tuzağı bozduk.”

“Sonunda kendi vekiliniz de alındı, bu nasıl strateji” demeye kalmadan o, sözü Afrin harekatına getiriyor. “Çözüm için Suriye yönetimiyle görüşülmeli” diyor ve ekliyor: “Söylediklerinin tamamı yalan, zaten görüşüyorlar. Devleti yöneten en yetkili ağızdan bana ifade edildi bu.”

“E, o zaman dediğini yapıyorlar işte” diye düşünürken o yine sağa sapıyor: “Ekmeleddin İhsanoğlu kararı doğruydu. Eğer İhsanoğlu seçilseydi Ortadoğu’da şu andaki bataklık olmazdı.” 

Siz artık afallamış bir şekilde “önce sağa, sonra sola” diye sayıklarken, o 2019’a da bir Ekmeleddin hazırladığını müjdeliyor. “Bilinçli” ve “stratejik” nedenlerle ismini açıklamıyormuş: “Açıklamış olsaydık lime lime ederlerdi.”

Artık yol arkadaşınızın arabadan inen öküz olup olmadığını sorguluyor ve “İyi,” diyorsunuz. “Hadi gidelim.”